Beyazıt Meydanı'nda 16 Mart 1978'de gerçekleştirilen katliamda hayatını kaybeden devrimci öğrenciler ile on yıl sonra aynı gün gerçekleşen Halepçe Katliamı'nda hayatını kaybedenler anıldı.

sendika.org'da yer alan habere göre, saygı duruşu ile başlayan anmada, açıklamayı Öğrenci Dayanışmaları adına kayyum rektör protestoları sırasında ev hapsi cezasına çıkarılan ve 8 Mart'ta bileğine takılan kelepçeyi çıkaran Hivda Selen okudu. Selen’in ardından 78’liler Girişimi adına açıklama okundu. "Kampüslerde bir araya gelişlerimizi artıracağız. Atanan kayyumları gönderecek, üniversitelerimizi kendimiz yöneteceğiz. Söz, yetki ve karar üniversite bileşenlerine!" denilen açıklamada şu ifadeler yer aldı: "16 Mart 1978 ve 16 Mart 1988 tarihlerinde belleklerimizden hiç çıkmayacak katliamlar yaşandı. Beyazıt ve Halepçe katliamları, sistemin insanlık dışı, kanlı yüzünü bizlere en açık şekilde gösterdiği günlerdir. Bugün burada, katliamları lanetlemek, katledilenleri unutmayacağımızı ve katliamı gerçekleştirenleri affetmeyeceğimizi haykırmak için toplanmış bulunuyoruz. 16 Mart 1987 tarihinde İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde topluca çıkan devrimci öğrencilere, NATO ve CIA destekli kontrgerilla çeteleri bombalı ve silahlı bir saldırı gerçekleştirdi. Bu saldırıda 7 öğrenci katledildi. Katledilenler tıpkı bizler gibi, sınıfsız, sömürüsüz, eşit, özgür bir dünya yaratmak için mücadeleyi yükselten sıra arkadaşlarımızdı. Katliam göz göre göre planlanmıştı. Katliamdan günler öncesi faşist çete üyelerinin okulda bulunan üniversitelilere saldıracağı, saldırıyı da Zülküf İsot isimli bir faşist çete üyesinin gerçekleştireceği emniyetin istihbarat notlarında bulunmaktadır. Patlayıcıları temin ettiği ortaya çıkan Abdullah Çatlı ise hiçbir ceza almamıştır. Devlet, ne katliamın öncesinde ne de katliamın sonrasında polislerin kayıtlarına ve katliamı gerçekleştiren isimlerin apaçık bilinmesine rağmen hiçbir adım atmamış, katilleri korumuş ve cezasız bırakmıştır. Yıllardır süregelen bu ”üstü kapalı destek”, gerçekleşen her katliamın önünü açmıştır. Bunu Suruç’ta, Ankara’da, Diyarbakır’da gördük, görmeye de devam ediyoruz. Beyazıt katliamı, katledilen arkadaşlarımız şahsında büyüyen toplumsal mücadeleyi ve devrimci gençlik hareketini bastırmaya dönük bir baskı, korku atmosferi yaratma saldırısıydı. Ancak başarılı olamadı. O gün de, bugün de korkmadık, vazgeçmedik. Aradan 43 yıl geçmesine rağmen bizler her sene olduğu gibi yine alanlardayız, mücadeleyi yükseltmeye devam ediyoruz. Bugün aynı zamanda Halepçe Katliamı’nında yıl dönümü. Halepçe’de Kürt halkına dönük gerçekleşen katliam için de buradayız dedik. 16 Mart 1988 senesinde Irak devleti Kürt halkına karşı bir katliam gerçekleştirmiştir. Saatlerce kimyasal silahlarla ve bombalarla süren katliamda 5 bini aşkın insan katledilmiş, on binlerce kişi ise yaralamış, sakat bırakılmıştır. Aradan geçen 33 yılda Kürt halkı sayısız acıya ve katliama maruz bırakılmıştır. Devletler bugün de Ortadoğu’da sürdürdükleri kirli savaşlar ile bu insanlık suçuna devam etmektedir. Bugün ise pandemi ile daha da ağırlaşan ekonomik, siyasal ve sosyal bir krizin içindeyiz. Üstelik bu krizin faturası da işçi ve emekçilere, ezilen halklara, gençlere ve kadınlara ödetilmek isteniyor. Açlık, yoksulluk, işsizlik, salgın ile geleceksizliğe sürüklenmek istenenler ise birçok cepheden direniş seslerini yükseltiyor. İşçi ve emekçiler Migros’ta, Sinbo’da, SML’de, Ekmekçioğulları’nda, belediyelerde direniyor. Kadınlar yaşam haklarını ve geleceklerini savunmak, katliamların, taciz ve tecavüzün hesabını sormak için sokaklarda direniyor. Öğrenci Gençlik üniversitelerin özgürleşmesi, kayyum rektörlerin gitmesi ve üniversitelere söz-yetki-karar hakkı için Boğaziçi’nden başlayarak üç aydır direnişini sürdürüyor. Bu direnişler ise devletin baskı ve zorbalığı ile engellenmek isteniyor. Diyanet işleri başkanından, içişleri bakanına, mafya çetelerine, havuz medyasıyla devlet saldırılarını öğrenci hareketine yöneltiyor. Özellikle toplumun en dinamik kesimini oluşturan öğrenci hareketine dönük saldırıları bu çaresizliklerini gün gibi ortaya çıkarıyor. Üniversitelere atadıkları kayyumlar eli ile rant, yağma ve talanı var ettikleri, bilimselliğin mumla arandığı üniversiteler yaratmaya çalışıyorlar. Üniversitelerimizi polis karakoluna çevirip uzaklaştırma, soruşturma ve okuldan atmalar ile kendilerine dikensiz gül bahçeleri yaratmaya çalışıyorlar. Bundan üç ay önce Boğaziçi Üniversitesine AKP’li kayyım Rektör Melih Bulu’nun atanması ile başlayan ve ülkenin dört bir yanına yayılan mücadelemizi de kendi kanlı tarihlerinden öğrendikleri yol ve yöntemlerle bastırmaya çalıştılar. Boğaziçi eylemlerinin hemen ardından başlayan ev baskınları ve gözaltı silsilesi, Ankara ve İstanbul’da arkadaşlarımızı kaçırmaya dönük hamleleri, eylemlere katılan arkadaşlarımızın ailelerinin aranması, onlarca arkadaşımıza verilen ev hapisleri ve 11 arkadaşımızı tutuklamaları bu haksız-hukuksuz saldırıların yalnızca bir kısmı. Ne yaparlarsa yapsınlar bizler de kendi baş eğmeyen tarihimizden güç alıyoruz. Üç aydır gençliğe dönük estirdikleri saldırılar karşısında sokaklarda olmayı, üniversitelerimize sahip çıkmayı bir an olsun bırakmadık. Boğaziçi’nin kayyumu Melih Bulu iyi duysun; tutuklanan 11 arkadaşımız, gözaltına aldığı 800’den fazla sıra arkadaşımız ve onlarca soruşturma hesabını kabartıyor. Devletin bütün organlarının eli ile korunan kayyum Melih Bulu şimdiden hesabını kabartmış, gidişini hızlandırmaya başlamıştır. Kampüslerde bir araya gelişlerimizi artıracağız. Atanan kayyumları gönderecek, üniversitelerimizi kendimiz yöneteceğiz. Söz, yetki ve karar üniversite bileşenlerine! Ne katliamları ne de katliamları gerçekleştirenleri unutmayacağız, affetmeyeceğiz! Katliamlar düzeni olan kapitalizm ve devleti yıkmanın yolu insanca ve onurlu bir yaşamın adımlarını atacak olan devrimi örgütlemekten, bu sisteme karşı mücadele etmekten geçmekte. Özgürlüğü için harekete geçen sıra arkadaşlarımıza sesleniyoruz; mücadele özgürleştirir. Yaşasın devrimci dayanışma!"