Önce Türkiye’ye bakalım..
Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz’e uzun sahilleri olan Türkiye aynı zamanda İstanbul ve Çanakkale boğazlarıyla Karadeniz’in giriş ve çıkışını kontrol ediyor.
Peki ya Araplar!
Basra Körfezi, Kızıldeniz, Akdeniz ve Umman (Arap denizi) denizlerine uzun sahilleri olan Arap ülkeleri aynı zamanda Akdeniz’in giriş ve çıkışı olan Cebelitarık boğazıyla, Kızıldeniz’in giriş ve çıkışı olan Babelmendep boğazını ve batıya giden petrol ve doğal gazın en az %50’nin geçtiği Hürmüz Boğazını kontrol ediyor. Burada geçen petrol, doğal gaz ve her türlü ticari ürün Kızıldeniz’den Süveyş Kanalına gelir ve Akdeniz’e açılır.
Irak, Türkiye, Pakistan, Türkmenistan, Azerbeycan ve Ermenistan’a komşu İran ise Basra Körfezini BAE, Katar, Kuveyt, Bahreyn ve Suudi Arabistan’la paylaşmakta ve Hürmüz Boğazını istediği zaman kapatabilme gücüne sahip.
Sayılıları 35-40 milyon olduğu tahmin edilen Kürtler ise Türkiye, Irak, İran ve Suriye’nin ortak sınırlarında yayılan topraklarda yaşamaktadırlar.
Önce İngiltere ve Fransa sonra da ABD; 1947’de İsrail’i Arap coğrafyasının tam ortasında yani Filistin’de kurarken aslında herkesi birbirine kırdırmanın büyük planını yapmıştı.
Yani Arapları Araplarla, Türkleri Türklerle, İranlıları İranlılarla ve hepsini birbirini kıran Kürtlerle..
Sonra da Araplar, Türkler, Persler kavga edip durdu.
Müthiş!
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye başta olmak üzere bu coğrafyada olup biten HER ŞEY bu büyük plana göre yaşandı. 1977’de gazeteciliğe başlayan biri olarak ben bu coğrafyada yaşanan TÜM olayların yani savaş, kavga ve kargaşanın içinde oldum. Yaşananların nedeni genellikle iktidar hırsı, kişisel çıkarlar, genetik ihanetler ve bilerek ya da bilmeyerek yabancı plan ve projelerin aparatı olmak.
Sonrası çok kolay…
Etnik ve mezhepsel kavgaların zemini her zaman hazır.
İki slogan, üç manşet ve ver mehteri…
Hatırlıyorum da sekiz yıl süren Irak- İran savaşında her iki cepheye gittiğimde Iraklılar ‘Allah Allah’ nidalarıyla saldırırken İranlılar ‘Allahüekber Allahüekber’ diye karşılık veriyordu.
Bir milyon insanın yaşamını yitirdiği savaşta her iki taraf ‘şehit’ tanımını kullanıyordu. Peki her iki tarafın şehitleri cennette karşılaştıklarında ne yapıyorlardı ?
Bölgenin diğer savaşlarında durum bundan farklı değildi ve halen de öyle.
İlgisi yok ama Sudan’dan bir örnek.
Hepsi Arap Sudan’da iktidar ve ona karşı ayaklananlar yaklaşık iki yıldır savaşıyorlar ama kimsenin umurunda değil. Yaklaşık 40 yıldır iç savaş yaşayan Somali’de benzer bir durum var. Suriye ve Libya’da olanları herkes biliyor.
Türkiye’nin ideolojik nedenlerle büyük rol oynadığı ve İran ile Arap ülkelerinin taraf olduğu ‘Arap Baharı’da milyonlar öldü, sakat kaldı ve çok daha fazlası ülkesinden kaçmak zorunda bırakıldı.
Her fırsatta hatırlatmaya çalıştığım geçmişin karanlıklarıyla özellikle son on yılda olup bitenlerden HİÇ KİMSE ders alıp doğru bir adım atmayı düşünmüyorsa geriye bir tek söylem kalıyor :
‘Herkesin canı cehenneme’.
Çünkü böyle giderse ve Mehmet Akif’in dediği gibi kimse ‘tarihten ders almıyorsa’ zaten yapılacak bir şey kalmamıştır demektir.
Oysa çaresi var ve çok kolay…
Tarihin tüm kötü anılarından kurtulduktan sonra ortak çıkarlar paydasında bir araya gelmek, yukarda özetlemeye çalıştığım ortak avantaj ve zenginlikleri birlikte değerlendirmek ve her şeyi ortaklaşa paylaşmak.
Zor olduğunu sanmıyorum ama bunun tek koşulu var :
Herkes coğrafyanın dışındakilerden bağımsız olarak kendi egemen iradesiyle karar vermeli, kendi halkıyla birlikte coğrafyanın diğer dost ve kardeş halklarını sevmeli ve ne olursa olsun her zaman ve tüm koşullarda barışa şans tanımalı.
Ne demişti Mustafa Kemal :
‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’.
Bunun ilk adımı da :
‘Yurtta Sulh Komşuda Sulh’.
Bu da samimi olmayan ‘komşularla sıfır sorun’ sloganıyla olmaz ve olmadı.
Kanlı Arap Baharı öncesinde olduğu gibi Türkiye, Suriye ve İran dost olmak zorunda . Herkes helak olmadan bir kez daha denemeye değer.
Samimi ve dürüst duygu, irade ve kararlılıkla her şey çok kolay . Kimse tek başına kurtulamayacağına göre hep birlikte kurtulmanın yolunu bulmak zorundayız.