Berrin Taş’ın tolere etmek üstüne yazısını okurken (İnsancıl Eylül 2019 sayı 350) aklıma John Locke (1632 – 1704) geldi.

Bakın neden: 21. yüzyıldayız, Berrin Taş tolere etmek üstüne yazılar yazıyor… 400 yıl geriye gidin tolere dediniz mi John Locke çıkar karşınıza.

Locke’dan bu yana, Avrupa büyük kavgalar veriyor. Osmanlı İmparatorluğu bu kavgalardan uzakta… batıp gidiyor. Cumhuriyetle birlikte sorunlar konuşulmaya başlıyor. Berrin Taş’ın gündeme getirdiği sorunlardan biri de bu… tolere etmek… hoşgörülü davranmak… “Birdenbire gündemime geldi. Ne çok şeyi tolere ettiğimin ayırdına vardım’’ diyor.

Her zaman tolere eden sen olursan bu durum bir süre sonra tatsızlık yaratır. Ağzında kekremsi bir tatla dolaşmak zorunda kalırsın” diyor.

Çözümlenmemiş sorunlar, şimdi bu sorunları duyumsayanların omuzlarında. Berrin Taş ateş parçası sözlerle şöyle diyor “Kişi sürekli tolere etmek zorunda kalmadığı bir yaşamı sürdürebilme hakkını kavrayabilmelidir. Bu nedenle insanlara fazla yaklaşmamak önemlidir. Kendi özsel yaşamınla yaratıcılık arasındaki ilişki korunmalıdır. Atinalı Timon insanı sevmez diye bilinir. Kim bilir hangi deneyler onu insandan uzak durmaya itmiştir.”

Berrin Taş’ın bu söylediklerini ben şöyle yaşadım. İnsancıl’a gelen konukları kapıda karşılar, kapıda uğurlardım…

Büyük bir acıyla “Çıkarı var da ondan böyle davranıyor” dendiğini duydum. O günden bu yana kim gelirse gelsin yerimden kıpırdamam…

Berrin Taş “Aç perdeleri sokak görünsün, yaşam cıvıldasın. Tolere etmek zorunda kalınmayacak bir yaşam herkesin hakkıdır” diyor.

Doğru söylüyor.

Çok uzun yıllar önceydi… annem bir yıldızdan söz etmişti… insanlar güzel bir dünya kuracaklardı o yüzyılda…

Hiç unutmam. Elimi çırparak “Hangi yıldız bu anne” dedim.

Yaşadığımız yıldız… dünyamız oğulcuğum” demişti…

Çok uzun yıllar önceydi… bir düş kurmuştu annem… düşüne de beni ortak etmişti.

***

Özden Özütemiz bir kitap getirdi adı Zanaatkar. (Richard Sennett, Çev. Melih Pekdemir, Ayrıntı, İstanbul 2009)

Zanaatkarlığı dar anlamda almıyor yazar.

Zanaatkarlık” diyor “tamamen yüksek derecede gelişmiş beceri üzerine kuruludur. Bilinen bir ölçme yöntemine göre, usta bir marangozun ya da müzisyenin ortaya çıkması için takriben on bin saatlik bir tecrübe gereklidir.”

Özütemiz’in kitabı bana getirişinin nedeni, arete kavramı… Takiyettin Mengüşoğlu bu kavramın erdem diye yanlış çevrildiğini söyler. Doğrusunu söylemez ama...

Ben bu işin peşine düştüm. Arete kavramının ustalık olduğunu buldum.

Peki bunun anlamı… önemi ne? Sokrates, Platon, Aristoteles erdem nedir, erdemli insan nasıl yaşar diye uğraşmadılar. Onlar için önemli olan arete’ydi… yaşama ustalığıydı…

Menon, erdem için yollara düşmez. Menon yaşama ustalığını arar. Sokrates’le tartışmanın temeli budur.

Zanaatkar adlı kitapta arete için şöyle deniyor. “Platon’un bu amacı bir arete yani herhangi bir eylemde gizli haldeki mükemmelliğin standardı olarak formüle etmişti: Niteliğe yönelik tutku bir zanaatkarı, sadece becermiş olmanın ötesinde geliştirmeye, daha iyisini elde etmeye sevk edecektir.” (y. 37)

Mengüşoğlu’nun uyarısına karşın bu kavram yanlışı düzeltilmiyor.

Melih Pekdemir’in çevirisini beğenmedim. Yetkin varken neden mükemmel… Yöneltmek varken neden sevk etmek.

Türkçe düşünmemek oluyor bu.

***

Zeki Öztürk ölmüş… Öncü Kitapevi’nin sahibi… Yıllar önce böyleydi… Cağaloğlu’nda bir kitapevi… Öncü… Adına uygun bir kitapevi… sonra yayınevi…

Zeki Öztürk, Komünist Manifesto’yu… Karl Marx’ın yaşamını anlatan sol kitaplar yayınladı…

Bundan dolayı polis eksik olmadı başından. Kitapevi, faşistlerin saldırısına da uğradı… yaktılar yayınevini… Aziz Nesin’e imza günü yaptık yangın yerinde…

Sola ağır… korkutucu baskının uygulandığı bir dönemin insanıydı Öncü… milim ödün vermeden aydınlanma kavgasını sürdürdü…

Yayınladığı kitaplar toplatıldı… yakıldı…

Sonunda Cağaloğlu’na halı tüccarları geldi. Turistlere halı satacaklardı. Bu yüzden kiralar yükseldi… Öncü kitapevini kapattı… Onu son gördüğümde balıkçılık yapacağını söylemişti…

Milas’ta ölmüş… balık işi için demek oralardaydı…

Öldüğünü öğrendikte toprağa verilmişti…

***

Immanuel Wallerstein ölmüş. Seksen dokuz yaşında. Erinç Yeldan şöyle diyor onun için “Marx’ın sermaye analizini 20. yüzyılın gerçeklerine tarihsel perspektif altında bizlere (yeniden) sunan dev bir entelektüel idi.” (Cumhuriyet, 4 Eylül 2019)

Ona göre sermaye… kapitalizm dünya sistemi içinde düşünülmeli.

Sermayenin… kapitalizmin karakteristik yanı uluslararası olmasıydı. “Öncülük ettiği analitik yaklaşıma göre tek tek yerel ya da ulusal sermaye biçimleriyle parçalı bir kapitalizmden söz etmek olası değildi.”

Düşünürün önemli bir saptaması da şöyle “Kapitalizm şiddet ve açık savaşa başvurmadan dünyayı yönetemez.”