Tek kapılı oyun: OPCW adeta ABD Dışişleri Bakanlığı gibi hareket etmiş

"DUMA" MI6’nın icadı olmasın?!

Mevcut "sıcak noktalarda" kitle imha silahlarının kullanımını ortadan kaldırmak yerine OPCW; eski, kötü kokulu çamaşırları karıştırmayı tercih ediyor. Bu şekilde kurum, ocak ayında "Duma Kimyasal Olayı" olarak adlandırılan hadise ile ilgili art arda üçüncü raporunu yayınladı. Hatırlatmakta yarar var ki bir dizi Batı medya ve basın organı, 7 Nisan 2018 tarihinde Suriye hükümet birliklerinin ülkenin kuzeyindeki Duma kentini klor tüpleriyle bombaladığını ortaya atmıştı. Bunun sonucunda 43 kişinin öldüğü iddia edildi. Bu konudaki ilk bilginin, birçok kez gerçekleri çarpıtmakla suçlanan “Beyaz Miğferler” ismindeki insani yardım kuruluşundan gelmesi ise dikkat çekici. "Kaskların" Londra'dan finanse edildiğini anımsarsak, "Duma Olayı" senaryosunun büyük olasılıkla Majestelerinin başlıca gizli servisi niteliğindeki MI6'nın derinliklerinde icat edildiği pekâlâ düşünülebilir. İngilizlerin zehirler ve kimyasal askeri maddeler ile çalışma konusunda büyük usta olduklarına şüphe yok. Büyük Britanya’da Rus Litvinenko'nun ölüm hikâyesini ve Skripallerin "zehirlenmesi" ile ilgili çamurlu skandalı hafızada canlandırmak yeterli olacaktır. Evet, resmen her şey sinsice Rusya'ya atfedilmişti, ancak bunun gerçek kanıtları yoktu ve halen de mevcut değil.

ESAD BU SALDIRIYI NEDEN YAPMIŞ OLSUN?!..

Suriye Duma’sına geri dönelim. Burada çok fazla endişe verici nokta var. Örneğin; tüplerle bombardıman anı, çatışan tarafların nihayet hükümet karşıtı isyancıların şehirden çekilmesi konusunda anlaştıkları ana denk geldi. Ertesi gün kendisine bağlı askeri birlikler herhangi bir direnişle karşılaşmadan Duma'ya girebiliyorlarsa, Beşar Esad neden peki böyle bir saldırı düzenleme gereği duysun?! Eski Romalı hukukçular bile suçları araştırırken "bundan kimin yararlandığını araştırın" ilkesinden yola çıkma çağrısında bulunurlardı. Suriye rejimi için Duma'ya yapılan kimyasal saldırı ne askeri ne de siyasi bir kazanç vaat etti. Bundan dolayı, bu çok iyi organize edilmiş olan provokasyon, Amerikan tarafına ve onun Batılı müttefiklerine bahsedilen ulusal anlaşmaları bozma ve Esad'ı itibarsızlaştırma şansı vermiş oldu. Bunu yapmak ise hiç de zor olmadı – OPCW zaten uzun süredir Washington'un elinden besleniyordu. Belki de tam da bundan ötürü OPCW liderlerinin, kendilerine ABD'nin (uluslararası anlaşmalara aykırı olarak) askeri kimyasal cephaneliğini gezegende yok etmemiş tek ülke olduğu hatırlatıldığında, utangaç bir şekilde gözlerini kaçırmalarının nedeni budur. Kıskanılacak miktarda bir maaş alan Bay Gonzalez, nüfuslu okyanus ötesindeki sponsorlarını aceleye getirmekten korkuyor görünüşe göre…

DUMA RAPORU’NDA TANIKLIKLARA YER VERİLMEDİ

OPCW, Amerikan istikametindeki prensip eksikliğini Suriye cephesiyle telafi etmeye çalıştı. "Duma Olayı" ile ilgili çok sayfalı rapor, nisan ayındaki kimyasal saldırı konusunda açıktan Şam yönetiminin suçlu olduğuna vurgu yapıyor. Doğrusu o ki, raporda gösterilen kanıtlarda çok net olmayan bir tablo ortada gözüküyor. Söz gelimi söz konusu belgede; herhangi bir saldırıyı gözlemlemedikleri ve hatta helikopter gürültüsü bile duymadıkları yönünde tanıklık yapan yöre sakinlerinin ifadelerine yer verilmiyor (iddiaya göre helikopterden klor tüpleri atılmıştı). Bahsi geçen tanıklıklar, Amerikalı bağımsız gazetecilerin raporlarında yer almıştı, ancak bunlar her nedense OPCW'nin raporlarına dâhil edilmedi. "Maddi kanıtlar"dan gaz tüplerini ilk etapta ele alacak olursak; 150 - 200 metre kadar yükseklikten "düştükten" sonra neredeyse yeni görünüyorlardı. Ve sonra, soruşturma müfettişleri için oldukça önem arz eden konteynerler (tanklar) tamamen imha edilirken, depo ise İsrail savaş uçakları tarafından "şans eseri" füzelerle vuruldu. Kurban olduğu iddia edilen kişiler mezarlarından çıkarılmazken, “Beyaz Miğferler”in hastaneden “Tik-Tok” tarzında çekilmiş video çekimleri ise açıktan teatral bir sahneleme karakteri taşıyordu.

OPCW NOBEL ÖDÜLÜ'NÜ IRAK'IN İŞGALİ İÇİN SAHTE KANIT ÜRETMESİ KARŞILIĞINDA ALDI

Kısacası OPCW raporu tek kelimeyle, ucuz ve politize bir sahtekârlığın bütün özelliklerini taşıyor. 2013 Nobel Barış Ödülü'nü kazanmış bir kuruluş için oldukça onursuzca bir durum. Ne için mi kazanmıştı bu ödülü sizce?!.. Daha sonra uzun süre boyunca başarısız biçimde kimyasal silah arayacakları Irak'ın işgaline dolaylı olarak yardım ettikleri için... Bu arada, ilgili dosya gene aynı yorulmak bilmez İngilizler tarafından hazırlanmıştı. Ancak ABD’nın o zamanki Dışişleri Bakanı Powell'ın meşhur test tüpünün içinde herhangi bir tür tebeşir veya diş tozu değil de, Irak’ın sözde “kimyasal ve biyolojik silahlarının” hammaddesi niteliğindeki hipertoksit zehirli maddesinin olduğunu "uzman düzeyinde" teyit edip doğrulayan OPCW’den başkası değildi. Colin Powell sonradan bunun bir blöf ve gösterinin bir parçası olduğunu kabul etmek durumunda kalacaktı. Ancak günah keçisi olduğu ortaya çıkan OPCW’nin patronları ise halen kuzuların sessizliği içindeler. Neden sessiz kalmasınlar ki; on binlerce dolar maaşı boşuna mı alıyorlar sanki?!..