Tarihsel mirasımız nasıl tespit edilebilir?

Tarihin akışı uygarlaşma yönünde midir, uygarlıktan kurtuluş yönünde mi? İlericiliğin ölçütü uygarlaşma düzeyi midir, yoksa uygarlıktan ne kadar kurtulunduğu mu? Bu soruya vereceğimiz yanıt, hem nasıl bir gelecek arzuladığımızı, hem güncel sınıf ilişkilerindeki safımızı, hem de geçmişteki mirasımızı ve esin kaynaklarımızı belirler.

Tarihten neyi ilerici mirasımız olarak sahipleneceğimiz konusunu açıklığa kavuşturabilmek için nesnel ölçütlere ihtiyacımız var. Ezilen sınıfların gerçekleştirdiği her hareket ilericidir diyemeyiz; tarihte tersi örnekler de var. Üretim araçlarını ve üretimin örgütleniş düzeyini (örneğin teknolojiyi, bilimi) geliştiren her adım ilericidir de diyemeyiz; onun da tersi örnekleri var. Öte yandan uygarlaşma ve uygarlıktan kurtulma süreçleri, kolayca birbirinden ayrılamayan iç içe geçmiş iki süreç. Çünkü hem uygarlaşma hareketlerinin uygarlıktan kurtuluş yönleri var, hem de uygarlıktan kurtuluş hareketlerinin uygarlık tesis etme yönleri var. Yani çoğu zaman aynı harekette iki sürecin dinamiklerinin de bir arada ve iç içe işlediğini görürüz. Örneğin, İslam biliminin ve felsefesinin doruğu diyebileceğimiz 9.-10. yüzyıllarda hüküm süren Abbasi yönetimi mi ilericidir, yoksa aynı dönemde onlara karşı büyük bir halk ayaklanması örgütleyen Karmatiler mi? 11. yüzyılda duraklamaya başlayan İslam uygarlığına yeni bir ivme kazandıran ve bir gençlik aşısı anlamına gelen Selçukluların ünlü veziri Nizamülmülk (adı üzerinde: devlete düzen getiren) mü ilericiliği temsil etmektedir, yoksa Selçuklulara karşı ayaklanan Hasan Sabbah liderliğindeki hareket mi (Nizamülmülk’ün Hasan Sabbah’ın bir fedaisinin suikastı sonucu hayata veda ettiği de rivayet edilir)? Uygarlığı ve düzeni temsil eden Roma yönetimi mi yoksa onlara karşı Spartaküs önderliğinde ayaklanan barbar kökenli köleler mi ilericiydiler? (Roma’nın çürüme dönemi değil, yükseliş dönemlerinden biriydi bu) 19. yüzyılda Hindistan’ı ve Çin’i sömürgeleştirmeye çalışan İngilizleri -yöntemleri ne kadar acımasız da olsa- nesnel olarak “tarihin kılıcı” (yani ileriye doğru devindirici) olarak mı değerlendirmek doğrudur, yoksa gerici sömürgeciler olarak mı? Hintli veya Çinli bir ilerici tarihçi, kendi ülkesinin o dönemini nasıl analiz eder? Kapitalist sistemin yerleşmesi anlamına gelen 19. yüzyıl Avrupa’sında ve Amerika’sında gerçekleşen endüstri devrimini ilericilik-gericilik bağlamında nesnel olarak nasıl değerlendireceğiz? İlerici ise 8 Mart’ı ve 1 Mayıs’ı nereye koyacağız? Makine kırıcılar hareketi (ludizm) yobazlık ve gericilik miydi, yoksa işçi sınıfının sisteme karşı ilkel de olsa bir tepkisi anlamında ilerici bir rol mü oynadı? Daha pek çok örnek verilebilir… Çıkardığımız dergilerde hem Ortaçağ Doğu uygarlığının bilime ve felsefeye katkılarını (Abbasi dönemi) hem de Karmatileri, hem Nizamülmülk’ün ünlü Siyasetname’sini hem de Hasan Sabbah’ı, hem endüstri devriminin kazanımlarını hem de işçi hareketlerini işledik; her ikisini de olumlayarak! Hem Beyt-ül Hikme’yi kuran Abbasi halifeleri hem Karmatiler, hem Nizamülmülk hem Hasan Sabbah, hem Sezar hem Spartaküs ilerici mirasımızın içinde mi yer alacak? Adamlar birbirlerine karşı savaşmış! Yoksa bilim ve teknoloji tarihini ele alırken başka, sınıf mücadeleleri tarihini ele alırken başka kıstaslarımız mı olacak? Sıkıntılı konulardır bunlar, dolayısıyla daha geniş süreçleri perspektife alarak geliştireceğimiz daha inceltilmiş (farklı boyutları ayrıştırılmış) ölçütlere ihtiyaç var.

UYGARLIK AŞAMASINDA İLERİCİLİĞİN ÖLÇÜTÜ

İnsanın birkaç milyon yıllık kültürel evriminde ilerlemenin temel dinamiği insan-doğa çelişkisidir. Bu çelişki, doğayı alt etmek, doğadan kopmak değil, doğal koşullara giderek daha üst düzeylerde uyum sağlamak anlamındadır. İnsanoğlu doğada türünü devam ettirebilmek için verdiği yaşam mücadelesinde giderek daha üst düzeyde araçlar ve teknikler geliştirerek ve daha üst düzeyde örgütlenerek yol alabilmiştir. Üretici güçlerin (başta bir üretici ve emekçi olarak insanın kendisi, insanlar-arası iş bölümü ve örgütlenme, üretim araçları, üretim deneyimleri ve teknikleri) gelişimi, insanoğlunun mevcut doğa koşullarının dayattığı sınırlılıkları giderek daha üst düzeylerde aşmasını, bu koşullardan özgürleşmesini sağlamıştır. Kısacası, tartışma alanımızın -hala devam eden ve insanlık var olduğu sürece devam edecek olan- en geniş süreci diyebileceğimiz kültürel evrimin motoru insan emeğidir. Bu perspektifin ışığında baktığımızda ilericiliğin (ilerlemenin) ölçütü “üretici güçlerin gelişimi” olarak saptanabilir. Başta insanın kendisi olmak üzere üretici güçleri geliştiren her adım “ilerici”, üretici güçleri duraklatan ve tahrip eden her adım da “tutucu, gerici” olarak nitelenebilir. Durum bu kadar yalınsa karmaşıklık ve bulanıklık nereden kaynaklanıyor? Karmaşıklığın nedeni “uygarlık”tır. Kültürel evrimin belli bir aşamasında insan topluluklarının üretici güçlerin gelişimini hızlandırmak ve daha garantili bir biçimde güvence altına almak amacıyla icat ettiği sınıflı (ve devletli-ordulu-dinli) toplum biçimidir. Uygarlık ile birlikte insan toplulukları farklı çıkarlara sahip sınıflara bölünür ve sömüren-sömürülen, yöneten-yönetilen, ezen-ezilen ilişkileri yaşanmaya başlar. Uygarlık, toplumun çoğunluğunu (insan emeğini, emekçiyi) köle-serf-işçi vb. olarak egemen sınıfın bir üretim aracına dönüştürür, metalaştırır. İnsan-doğa ilişkisinde toplu olarak özne olan insanların büyük çoğunluğu öznelikten çıkar, nesneye dönüşür. Artık özne, emekçiler de dahil olmak üzere bütün üretici güçleri ve doğal kaynakları özel mülkiyetine alan egemen sınıftır. İnsan-doğa çelişkisi en genel sürecin temel çelişkisi olarak devam eder fakat bu çelişkinin özel bir çözümü olan uygarlık aşamasında insan-insan çelişkisi (sömüren-sömürülen) öne çıkar, başat çelişki olur. Bu noktada ilericiliğin ölçütü de karmaşıklaşır ve önceden bulunmayan şu soru gündeme girer: Kime göre, hangi sınıfa göre ilerici/gerici? Üretici güçlerin gelişmesi son tahlilde yine ilerleme anlamına gelir belki ama bu “ilerleme” sınıfsal bir nitelik kazanır; ilericiliği/gericiliği, kimin amaçlarına uygun olarak geliştirildiği, kimin mülkiyetinde olduğu, kim tarafından kullanıldığı, kimin çıkarlarına hizmet ettiğine göre sorgulanır. Üretici güçlerin bir bölümü (üretim araçları, teknoloji vb.) belki çok daha hızlı ve kapsamlı biçimde gelişmektedir ama bu gelişmenin bedeli en büyük üretici güç olan emekçinin sömürüsü, yıkımı, bağımlılığıdır. Bu aşamada ilericiliğin ölçütü salt “üretici güçlerin gelişmesi” olmaktan çıkar; bu gelişmenin en büyük üretici güç olan emekçi üzerindeki sömürüyü ve bağımlılığı zayıflatıp zayıflatmaması esas ölçüt olur. Herhangi bir üretim ilişkisinin (veya uygarlık modelinin) ve o üretim ilişkisinin hakim sınıfının ilerici ve gerici dönemlerinin (insanlığı ilerletip ilerletmediğinin) ölçütü de budur. Ezilenlerin, emekçilerin tarih boyunca verdikleri, sınıflılıktan, sömürüden ve insanın insana bağımlılığından kurtuluş mücadeleleri insanlığın ilerici mirasının parçasıdırlar. Bu mücadeleler, sınıflı-devletli uygar toplumların gelişiminin (üretim ilişkilerinin dönüşümünün) ve üretici güçlerin gelişiminin esas motorudurlar. Henüz sömürünün ve bağımlılığın tümden yok olmasını getirmemişlerdir, çoğu zaman sömürüye dayalı yeni bir üretim ilişkisinin doğması sonucunu vermişlerdir ama onu zayıflatmışlar ve emek lehine kazanımlar elde etmişlerdir. Bu açıdan bakıldığında uygarlık tarihi, uygarlıktan (sınıflılıktan, devletlilikten, sömürüden) kurtuluş tarihidir. Sonuç olarak uygarlık sürecinde ilericiliğin ölçütünü “emeğin özgürleşmesi” olarak formüle etmek daha doğru olacaktır. Mirasımız (yani müzemiz) böyle. Peki, esin kaynaklarımız? Yani hala arazide olan, hala savaşmakta olan ilerici mirasımız? Bunlar nasıl tespit edilebilir? Bu da bir başka yazının konusu olsun.