Emperyalistler arasındaki ilk paylaşım kavgası olan ve sonuç olarak çeşitli uluslardan emekçilerin birbirini boğazladığı I. Dünya Savaşı öncesinde, sosyalistler arasında da ilk ve en büyük küresel ayrılık ortaya çıktı. Sosyalistlerin devrimci kanadı haklı olarak savaşa karşı çıktı. Enternasyonal tavırda ısrar ederek, işçilerin ve halkların kardeşliğini savunmayı sürdürdü. Çeşitli uluslardan emekçilerin, yani sınıf kardeşlerinin birbirinin kanını dökmek yerine, kendi burjuva iktidarlarını devirmeleri için çağrı yaptı. Bu çağrının gereğini Rus sosyal demokratlarının Bolşevik kanadı yerine getirdi.
Sosyal demokrat partilerin sağ kanatları ise, işçi sınıfına ve kendi halklarına ihanet ederek, parlamentolarda savaş kararlarını destekledi. Bu partilerin sağ ve daha büyük kanadını oluşturan sosyal demokratlar savaş bütçelerine oy verdi. Diğer bir ifadeyle, kendi ülkelerinin sermaye sınıfı ve egemen güçleriyle utanç verici bir suç ortaklığı yaparak uzlaştı.
Bu gelişme üzerine Rusya’da Vladimir Ilyiç Lenin ve Almanya’da Rosa Luxemburg gibi sosyalistlerin önderliğinde İkinci Enternasyonal’in sol kanadını oluşturan devrimci sosyalistler, sosyal demokrat partilerden ayrılarak "komünist" adını verdikleri yeni partilerde kurarak ayrıca örgütlendi. Bütün ülkelere yayılan bu bölünmeden sonra, II. Enternasyonal fiilen çöktü. Dünya sosyalist hareketinin devrimci kanadını oluşturan partiler, Komünist Enternasyonel diye de bilinen III. Enternasyonel’i kurdu. Sermaye sınıfıyla uzlaşan, emperyalist paylaşım savaşının bir parçası haline gelen sosyal demokratlar ise, siyasal tarihte her zaman halka ve işçi sınıfına ihanet ve "döneklik" ile anıldı.
KURULU DÜZENE DAHİL OLMAK!
Sosyal demokrasinin ideolojik ve siyasal önderleri arasında iki isim öne çıkıyor; ilki, Marksizmde bir "revizyon", yani düzeltme gerektiğini savunan Eduard Bernstein, diğeri de Karl Kautsky gibi bir dönemin ünlü Marksistleridir. Başkaları da var, ama özellikle bu iki isim sosyal demokrasinin kurucu babaları olarak kabul edilebilir. Lenin’in, "Proletarya Diktatörlüğü ve Dönek Kautsky" adlı ünlü kitabı, sosyal demokratlar arasındaki bu kopuşun tarihsel ve teorik temellerini ortaya koyar.
Bu anlamda sosyal demokrat partiler kurucu ve devrimci değildir. Sol ve demokratik gerekçelerle kurulu düzenin devamını savunan, sınıf uzlaşmacı partilerdir. Ufukları kapitalizmi aşmaz, aşamaz. Deyim uygunsa, emekçileri gözeten “iyi niyetli” ve “vicdanlı” bir kapitalizmden yanadırlar.
Özetle; sosyal demokrat bir partiden söz ettiğinizde, Marksist bir kökenden ve bir sınıf partisinden de söz ediyorsunuz demektir. Bu "köken" sizi aynı zamanda işçi sınıfına ve halka "ihanet" eden bir siyasal geleneğe de götürür. Önce Marx’a, Engels’e, sonra da “revizyonist” Bernstein ve “dönek” Kautsky gibi isimlere kadar gidersiniz. Durum böyle olunca, Erzincanlı, Trabzonlu, Edirneli, Mersinli ya da İzmirli bir CHP’liye çok uzak olan bu “köken” ve isimler üzerinden siyaset yapmak zordur.
Dahası, partileri CHP ile bu isimler ve gelenek arasında bir ilişki kurmak da mümkün değildir. Ortada tuhaf bir durum vardır. Çünkü CHP, Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, İttihat ve Terakki Fırkası, Kuvayi Milliye, Müdafai Hukuk Cemiyetleri çizgisinden gelen, daha başka, ulusal kurtuluşçu, halkçı, modernleşmeci, kalkınmacı, aydınlanmacı (laik) ve bu anlamda “devrimci” ve demokratik bir damarı temsil eder.
CUMHURİYETİN SOLU
Cumhuriyetin kurulması, inşa sürecindeki bütün kusurlarına ve tarihsel bakımdan -diğer bütün burjuva devrimleri gibi- yol açtığı kaçınılmaz kimi sorunlara /kötülüklere karşın, bu topraklarda (Doğu-İslam dünyasında) gerçekleşen en büyük tarihsel atılımdır. Bu nedenle siyasal islamcılığın en büyük nefret öznesidir.
CHP’nin kaynağında Marksizm değil, Kemalizm vardır. Sınıf mücadelesi geleneğine değil; emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı, feodaliteye karşı halkçı bir modernleşme ve aydınlanma/ laiklik mücadelesine dayanır. Doğası böyledir.
Çok açık ki, ulusal kurtuluş mücadeleleri ve halkçı devrimler, tarihsel bakımdan çok daha prestijli atılımlardır. Bu bakımdan, devrimci demokratik bir parti ya da harekete “sosyal democrat” demek, ne tarihsel ne siyasal ne de bilimsel bakımdan doğru olmadığı gibi, gereksiz bir zorlamadır.
Ulusal bağımsızlıkçı devrimci demokrat partiler, sınıfsal değil, halkçı örgütlerdir. Bu nedenle, ulusal burjuvazi dahil bütün halk sınıflarını içerir. Halkçı ya da devrimci-demokratik partilerin ulusal burjuvaziyle ilişkileri ise, bir “uzlaşma” siyasetinden çok, ortak bir mücadele tarihine dayalı, görece daha organik bir tarihsel bağa dayanır.
LATİN AMERİKA ÖRNEĞİ
Sosyal demokrat partiler ve devrimci demokratik hareketler arasındaki farkı daha iyi ortaya koymak için Latin Amerika örneğine de kısaca bakmakta yarar var. Latin Amerika’daki bağımsızlık mücadelelerinin içinden doğan Simon Bolivarcı partiler de genellikle "sosyal demokrat" adını kullanmaz. Marksizm dışı sol akımlar olarak da bilinen bu siyasi hareketler ve partiler için, daha çok, “devrimci demokrat” kavramı kullanılır. Doğrusu da budur.
Bu nedenle Latin Amerika’da birçok örgüt, kendi tarihlerindeki ulusal kurtuluşçu bir devrimci liderin adını alır. Dolayısıyla bu parti ya da siyasal hareketler; bağımsızlıkçı, laik, halkçı ve demokratik bir çizgiyi temsil eder. Latin Amerika’da İspanyol sömürgeciliğine karşı ilk mücadele bayrağını açan efsanevi devrimci lider, Albay Simon Bilovar’dan (1783-1830) adını alan çok sayıda devrimci parti ve örgüt vardır.