Yöneylem Sosyal Araştırmalar Merkezi tarafından, Türkiye Siyaset Panelistleriyle 27 ilde 3605 görüşme yapılarak gerçekleştirilen araştırma, bir haftadır açıklanan anketleri doğrulayan ortak noktalar olmakla birlikte yeni ve ilginç bilgileri de ortaya koyuyor.

Yurttaşın darbe olasılığına bakışı, 128 Milyar TL’nin siyasete yansıması, yoksullaşma ve elbette Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusu ana gündem maddelerini oluşturuyor. Yöneylem Sosyal Araştırma Merkezi Araştırmalardan Sorumlu Genel Koordinatörü, siyaset bilimci Doç. Dr. Derya Kömürcü, açıkladıkları araştırmanın sonuçlarını Cumhuriyet’ten İpek Özbey’e değerlendirdi.

ARTIK GÜNDEM BELİRLEYEMİYOR

- Merkez Bankası’nın buharlaşan 128 milyar Dolar’ı çok tartışıldı. Erdoğan’ın açıklamalarını tatmin edici bulmayanların oranı yüzde 58,1. Bu oran bize siyaseten ne söylüyor?

Her şeyden önce muhalefetin “128 milyar dolar nerede?” kampanyasının, beklenenin de ötesinde bir etkisi olduğunu, yalnızca Erdoğan ve AKP karşıtlarının değil, AKP-MHP ittifakına oy vermiş olanların da fazlasıyla dikkatini çektiğini söyleyebiliriz. Öyle ki 24 Haziran 2018’de AKP’ye oy verenlerin yüzde 43’ü, MHP’ye oy verenlerin yüzde 30’u bu açıklamaları tatmin edici buluyor. Aslında bu konu da diğer pek çok konu gibi, son dönemde Erdoğan’ın, kendi oluşturamadığı gündemleri idare etme sıkıntısını, açıkça ortaya koyuyor. Görmezden gelmeyle başlayıp, inkâra ve çekingen açıklamalara uzanan bir tutarsızlıklar siyaseti içinde, seçmen artık Erdoğan ve diğer yetkililerin açıklamalarını inandırıcı bulmuyor.

İŞSİZ SAYISI 12 MİLYONUN ÜZERİNDE

- Türkiye’nin en acil çözülmesi gereken meselesi ekonomi. Yoksullaşma oyların düşmesinde ne kadar etkili oldu?

Evet, Türkiye’nin en acil çözülmesi gereken meselesi, seçmen tarafından farklı biçimlerde dile getiriliyor olsa da “ekonomi.” Ekonomik kriz, geçim sıkıntısı, hayat pahalılığı, enflasyon ya da işsizlik gibi başlıklarla dile getirilen tüm şikayetler bir arada ele alındığında, ekonomiyle ilgili sorunlar, vatandaşlar tarafından yüzde 80’in üzerinde bir oranda en önemli sorun olarak değerlendiriliyor. Doğal olarak tüm bu sorunlar, bizzat yaşayarak da gördüğümüz üzere, “derin bir yoksullaşma”yı beraberinde getiriyor. Bugün Türkiye’deki hanelerin yarısı, geçtiğimiz ay içinde karşılayamadığı bir temel ihtiyacı ya da ödeyemediği bir faturası olduğunu dile getiriyor. Yine TÜİK tarafından yüzde kaç olarak açıklanırsa açıklansın, işsiz sayısının 12 milyonun üzerinde olduğu, yaptığımız araştırmalarda ortaya çıkıyor. Her dört kişiden üçü Türkiye ekonomisinin son bir yılda daha kötüye gittiğini söylüyor. Gelecek yılın daha kötü olacağını düşünenler, yüzde 50’nin üzerinde. Böyle bir tablonun, oy tercihlerine yansımaması düşünülebilir mi? Peki “Yeterli seviyede mi?” derseniz, kesinlikle “hayır”. Ama o noktada da Türkiye siyasetinin özgünlükleri devreye giriyor. Türkiye’nin aşırı ve bilinçli bir biçimde kutuplaştırılarak konsolide edilmiş seçmen tabanlarındaki oynaklık, beklenenden çok daha yavaş gerçekleşiyor. Bunda konsolidasyondan kaynaklı çözülememe durumu kadar, kopmaya hazır seçmeni ,kendisine çekecek bir muhalif çekim merkezinin oluşamamış olması da önemli bir rol oynuyor.

İMAMOĞLU MU YAVAŞ MI?

- Bu pazar seçim olsa Erdoğan’ın karşısında kimin şansı daha fazla?

Erdoğan’ın oyu, karşısında kim olduğundan bağımsız bir biçimde yüzde 37-38 aralığında seyrediyor. Buna karşılık “Erdoğan’a asla oy vermem” diyenler her ay biraz daha artıyor. Araştırmamıza göre bu oran, yüzde 48’e çıkmış durumda. Öte yandan muhalefetin Erdoğan karşısında kesinleşmiş bir adayı olmadığı için, sağlıklı bir sonuca ulaşabilmek amacıyla seçmenlere “Bu Pazar cumhurbaşkanlığı seçiminin 2. turu yapılsa, şu iki adaydan hangisine oy verirsiniz?” şeklinde bir soru yöneltmeyi tercih ediyoruz. Bugüne kadar Erdoğan karşısında 2. tur adayı olarak sorduğumuz farklı isimler arasında, düzenli olarak iki isim, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu, Erdoğan’ı geçmeyi başarıyor. İmamoğlu’nun avantajı, net bir biçimde gençlerden, kadınlardan ve Kürtlerden daha fazla oy almayı başarıyor olması; dezavantajı ise milliyetçi-muhafazakâr seçmen kitlesinden sınırlı sayıda seçmeni kendisine çekebilmesi. Buna karşılık Yavaş, milliyetçiler ve muhafazakârlardan aldığı destekle kendi oyunu arttırırken; Erdoğan’ın oy oranını da aşağı çekmeyi başarıyor. Bana öyle geliyor ki, önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu, muhalefet açısından ikinci turundan çok daha kritik. Bu yüzden ilk tur için, doğru bir stratejinin geliştirilmesi, son derece önemli.

KUTUPLAŞTIRICI VE ÇATIŞMACI DİL

- Bu hafta sizinle birlikte üç kamuoyu araştırması da AKP’nin oyunu yüzde 27 bandında veriyor. Oyunu kime kaptırıyor AKP?

Seçmenlerin oy tercihlerinde bir değişim yaşanmakta olduğu bir gerçek. Ama bu adeta çıplak gözle görülemeyen, belirli bir zaman dilimi içinde sürekli gözlemlediğinizde, toplamda fark yaratan bir değişim. O yüzden AKP’den radikal kopuşlar halinde, belirli bir partiye yönelen seçmen kümelerinden bahsetmek mümkün değil. Yine de bu değişimi analiz etmemiz mümkün. Birincisi, Türkiye demografik olarak değişiyor. Genç nüfus o kadar güçlü bir biçimde seçmen havuzuna dahil oluyor ki, AKP hiç oy kaybetmese bile toplam seçmen içindeki oy oranı düşüyor. Çünkü önümüzdeki seçimde ilk kez oy kullanacak genç seçmenler arasında AKP’nin oyu ülke ortalamasının altında. İkincisi, AKP’ye oy vermiş olanların 24 Haziran 2018’den bugüne değişen tercihlerini incelediğimizde CHP, İYİ Parti, DEVA Partisi, HDP gibi partilere kısmi geçişler görüyor, ancak kararsızlar ve oy kullanmayacağını ifade edenler arasında da azımsanmayacak oranda AKP’li olduğunu tespit ediyoruz. Örneğin son araştırmamızın bulgularına göre “kararsızım” diyen her beş kişiden biri 24 Haziran’da AKP’ye oy vermiş. Türkiye siyasetine hâkim olan kutuplaştırıcı ve çatışmacı dil, bazı seçmenlerin tercihlerini açıklamasını engellediği için araştırmalarda kararsız ve oy kullanmayacak seçmen oranı, gerçekte olduğundan yüksek çıkıyor. Genel anlamda muhalefet partilerine oy vermeyi düşünenlerin, kendilerini daha fazla kararsız ve oy kullanmayacaklar içinde gizlemeye çalıştıkları da görülüyor. Dolayısıyla kararsızlar içinden, iktidardan çok muhalefete oy çıkacağını varsaymak gerekir.

TÜRKİYE İYİ YÖNETİLMİYOR

- Sadece AKP-MHP ittifakının değil, Erdoğan’ın da oy oranı düşüyor. Şubat’a göre de ciddi fark var. Bu kadar kısa sürede aranın açılmasının nedeni? Aslında Türkiye siyasetinde bir süredir ilginç bir dinamik işliyor. Bu ülkede siyasal alan zaten hiç de geniş değildi, ama “Türk tipi başkanlık sistemi”ne geçildiğinden beri TBMM gibi, partiler de giderek önemini yitirmeye, liderler ön plana çıkmaya başladı. Öyle ki seçmenlere parti tercihini sorduğunuzda, yüzde 20’ye yaklaşan kararsız seçmen oranı, söz konusu cumhurbaşkanı tercihi olduğunda, yüzde 8’in altına düşüyor. Dolayısıyla insanların gözü kulağı liderlerde. Erdoğan’ın siyaset tarzı da bunu güçlendirecek nitelikte. İşler iyi giderken, bu, kendisi açısından doğru da bir strateji. Ancak rüzgâr ters döndüğünde de ne kadar güçlü olursanız olun, sorumluluktan kaçmanızı güçleştiren bir durum söz konusu. Bu açıdan bakarsanız, son üç ayda Koronavirüs salgınının yönetiminden, aşı tedariki ve aşılama konusuna, “lebalep” dolu kongrelerden Merkez Bankası döviz rezervinin buharlaşmasına kadar pek çok konu, temelde yatan ve hiç hafiflemeyen ekonomik krizin de çarpan etkisiyle, AKP kadar Erdoğan’ın da oy desteğini etkiliyor.

AKP’LİLERE GÖRE DARBE TEHLİKESİ YOK

- İktidar her fırsatta darbe konusunu gündeme taşıyor. Neredeyse 27 Mayıs’ı tartışamaz hale geldik. Ancak sizin araştırmanızda AKP’liler bile Türkiye’de bir daha darbe tehlikesi olduğunu düşünmüyor. Sürekli aynı tartışma etrafında dönmek AKP oylarını sanıldığı gibi konsolide etmiyor anlamına gelir mi bu?

Doğrusu bu bir strateji ve bu stratejinin işe yaradığı zamanlar yok mu? Var. Ama geldiğimiz nokta itibariyle Erdoğan ve AKP’nin, emekli amirallerin yazdığı bir bildiri ya da bir muhalefet milletvekilinin sarf ettiği bir cümleyle, darbe tehdidini vatandaşların gündemi haline getirebilme kabiliyetini ,yitirdiğini görüyoruz. Çünkü darbe konusu da diğer pek çok konu gibi anlamlı bir ideolojik söylem içinde, başka unsurlarla eklemlendiğinde toplumda bir karşılık buluyor. Oysa bizim, AKP’de her gün biraz daha fazla gördüğümüz şey, ideolojisini, parti kimliğini ve kadrolarını yitiren, tek adamın arkasına dizilen bir siyasetçiler grubu. Tabii ki Erdoğan’ın kendi etrafında konsolide etmeyi başardığı ve “Benden sonrası tufan” söylemine inandırdığı bir seçmen kitlesi var. Türkiye Siyaset Paneli, Mart ayı araştırmamızda özel olarak partilerin çekirdek ve sadık seçmenlerini incelediğimizde gördük ki, AKP’nin yüzde 15 civarında “asla vazgeçmem” diyen çekirdek ve “Asla vazgeçmem” demese de pratikte vazgeçmeyen yüzde 9 civarında sadık seçmeni var. Aslında bence tüm araştırmalar AKP’nin her ay biraz daha kendi çekirdek ve sadık seçmenine doğru çekildiğini gösteriyor. Bu yüzden kopuşlar yavaş ama bir süreklilik arz ediyor.

Muhabir: Alp Yanardağ