Solun saflığı, kitlelerin uyanıklığı-II

Yayın tarihi: 22 Ağustos 2021 Pazar 1:00 pm - Güncelleme: 23 Ağustos 2021 Pazartesi 11:00 am

Erdoğan-AKP iktidarı ve onun temsil ettiği zihniyet dünyasını sadece siyasal parametrelerle açıklamak yetmez. Aynı zamanda topluma dayatılan bir kültür, yaşam tarzı, ideoloji ve ahlak anlayışı olduğunu hep akılda tutmak gerekir. Çünkü vasatın egemenliği, görgüsüzlük ve cehaletin övülmesi, paranın ve kaba gücün yüceltilmesi demektir.

Çağımızın en karanlık dinci örgütlerinden biri olan Taliban’ın, Batı’nın bir enkaz haline getirdiği Afganistan’a el koyması nedeniyle, ara verip bu konuyu mu yazayım diye tereddüt ettim. Ancak, geçen hafta ilk bölümü yayımlanan yazımın ikinci ve son kısmını hazırlamanın doğru olacağını düşündüm. Çünkü, belli bir soyutlama düzeyinden bakınca, tam da bu konuyu, yani güncel olanı yazdığım sonucuna vardım. O halde devam ediyorum…

İslamcı hareketin yarattığı en büyük yıkım belki de insan ruhunun karanlık yanını kışkırtması, kötülüğü toplumsallaştırması ve örgütlemesiydi. AKP iktidarı bu ülkede cehaletin, ilkelliğin, yalanın, siyasal ve kültürel rüküşlüğün, sahtekarlığın ve riyanın “kutlu dava” adına temelini genişletirken, asıl önemli olan şey buna meşruiyet kazandırmasıydı. Daha da kötüsü, bu ülkede söz konusu “kötülüğün” yayılmasına zemin oluşturan ciddi bir toplumsal kesimin bulunmasıydı. Sorunun önemli yanı budur.

O nedenle, Erdoğan-AKP iktidarı ve onun temsil ettiği zihniyet dünyasını sadece siyasal parametrelerle açıklamak yetmez. Aynı zamanda topluma dayatılan bir kültür, yaşam tarzı, ideoloji ve ahlak anlayışı olduğunu hep akılda tutmak gerekir. Çünkü, vasatın egemenliği, görgüsüzlük ve cehaletin övülmesi, paranın ve kaba gücün yüceltilmesi demektir.

VASATIN EGEMENLİĞİ

Ülke şizoid bir yarılma yaşıyor. Parçalanmış bir kişiliği olan, iki kimlikli, bir birinden uzaklaşan ve düşmanlaşan kanatlarının bulunduğu bölünmüş bir toplum oluştu. Gericilik Türkiye’yi çürütüyor. Toplumun ciddi bir kesimi, ülke kıytırık bir Körfez Emirliği’ne dönüştükçe daha iyi olacağını sanmak gibi bir akıl dışılığa sürükleniyor.

Oysa, dünyada daha fazla dinselleştiği ya da daha çok İslami ilkelere (şeriata) göre yönetildiği için gelişen ve kalkınan tek bir ülke bile yok. Dünyada Ortaçağı’nı aşan hiçbir Müslüman ülkenin bulunmaması bir tesadüf olabilir mi? Yeryüzündeki tek istisna olan Cumhuriyet Türkiyesi ise uğradığı büyük ihanetin bedelini ödüyor. Erdoğan-AKP iktidarı, toplumsallaştırdığı “kötülüğün” adına, milli irade diyor. Üstelik, bu “irade” kendi karşısına geçince, ondan kaçmakta da hiçbir sakınca görmüyor.

AKP’ye destek veren toplum kesimleri arasında yoksulların ve alt sınıfların bulunması, sözünü ettiğimiz kötülüğün niteliğini değiştirmiyor. Tam tersine, onu meşrulaştırarak, “demokratik” bir boyut bile kazandırmıyor. Çünkü bu durum, yani yoksulların ve alt sınıfların iktidara verdiği destek, kötülüğü büyüten ve daha da acımasızlaştıran bir rol oynuyor.

Tıpkı Hitler’i ve Nazileri, katıldıkları her seçimde, artan oranlarda destekleyen Almanların, faşizmin ve kötülüğün bir parçası haline gelmesi gibi, totaliter bir iktidarı din ya da başka bir “kutlu dava” adına destekleyen kalabalıklar da o kirlenme ve suçun ortağıdır.

Tamamını okumak için tıklayın.