Siyaset kıskacında Ayasofya

Yayın tarihi: 12 Haziran 2020 Cuma 11:41 pm - Güncelleme: 12 Haziran 2020 Cuma 11:49 pm

Zeynel Lüle

Fatih Sultan Mehmet, siyasi tarih açısından dünyanın gelmiş geçmiş en önemli liderlerinden biridir. Hukuk sisteminden askeri teknolojilere, toprak mülkiyetinden etnik unsurlarla ilişkilere, eğitimden vergi sistemine, imar faaliyetlerinden imaj yönetimi ve propagandaya kadar pek çok alanda kalıcı reformlar yaptı. Üstelik genç yaşına rağmen…

Fatih’in bu şekilde yetiştirilebilmesi, babası 2’inci Murat’ın sarayının farklı milletlerden gelen ve farklı geçmişlere sahip entelektüel insanlar arasında o dönemin en zengin fikir tartışmalarının yaşandığı bir ortam olması sayesindedir.

İstanbul’un fethi elbette büyük bir askeri başarıdır. Ama 1453’te şehri kısıtlı imkânlarla 60 gün boyunca savunanlar da unutulmamalı. Zaten Osmanlı ailesinin kanaati de bu yöndeydi ve 2’inci Abdülhamid’in Çanakkale Savaşı sırasında İstanbul’u terk edip Anadolu’ya çekilmeyi düşünen kardeşi 5’inci Mehmet Reşad’a “halefimiz Konstantin Paleologos bu şehri son ana kadar savundu ve canını feda etti, bizim de gerekirse aynısını yapmamız şarttır” dediği hatırlanmalı.

Roma İmparatorluğu’nun mirasçısı olan Rum Ortodoks milleti, Osmanlı’nın asli unsuruydu.  Osmanlı ailesi Roma İmparatorluğu’nu yok ettiğini değil Roma mirasını artık onu taşıyamayacak olanlardan devraldığını söylüyordu.

Bu nedenle İstanbul’un resmi adı Osmanlı dönemi boyunca Kostantiniyye olarak kaldı. Fatih Rum Ortodoks kilisesini himayesine alarak nüfusunun en az üçte biri Rum Ortodoks olan devletin de istikrarını teminat altına aldı. Ermeni ve Yahudi cemaatlerine de özel statü verdi ve İstanbul’a yerleşmelerini teşvik etti.

Şimdi Ayasofya’nın ibadete açılması konusu neden iktidarın ‘başı sıkıştığında’ başvurduğu bir ‘tezgâh’ haline geldi? Halbuki Erdoğan, bizzat ‘tezgah’ kelimesini kullanarak bundan tam bir yıl önce, “Önce Sultanahmet’i bir doldurun. Bu oyunlara gelmeyelim. Bunların hepsi tezgâh…’ dememiş miydi? Bu nedenle şu anda oturup konuşmamız gereken konu iktidarın gündeme getirdiği ‘Ayasofya’nın statüsü’ değil, tam aksine bu konunun neden şimdi gündeme geldiğidir.

Ayasofya, 1923’te Cumhuriyetin ilanından sonra kullanılmaya devam etse de, 1931’de kapatıldı ve Amerikalı arkeolog Thomas Whittemore, mozaiklerin tekrar ortaya çıkarılması için çalışma yaptı. Çalışmalara başladıktan bir süre sonra da, 24 Kasım 1934’teki Bakanlar Kurulu kararıyla müze olarak yeniden açılmasına karar verildi. Müze aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası listesinde…

Ayasofya üzerinden siyaset yapılmasına artık son verilmeli. Üstelik bu siyasetin getirisi de kalmadı.