‘Seçim sürecine ilişkin birkaç not’

Yayın tarihi: 9 Mayıs 2019 Perşembe 4:50 pm - Güncelleme: 9 Mayıs 2019 Perşembe 4:50 pm

Lafı fazla uzatmadan birkaç noktaya değinelim.

1) CHP yönetimi seçime girme kararı aldıktan sonra artık boykot tartışması bitmiştir.
Öncesinde tartışılabilirdi. O kadar açık bir haksızlık ve hukuksuzluk yaşandı ki boykot ciddi
olarak düşünülebilirdi.

Fakat boykot gibi bir politik karar sadece haksızlığa ve vicdansızlığa isyan duygusuyla
verilemez. Boykot, duygusal değil politik bir karardır. Boykot, evde oturmak da değildir. Çok
daha sert ve eylemli bir mücadele pratiği gerektirir, seçimi engellemeyi (en azından
anlamsızlaştırmayı) hedefler. Herhalde, gerek mevcut önderliğin gerekse kitlelerin böyle bir
süreci kaldırıp kaldıramayacağı tartılmış ve böyle bir karar alınmıştır. Evet, bu tür keskin bir
mücadele önünde sonunda gerekmeyecek midir, büyük olasılıkla gerekecektir. Ama demek ki
bu mevzide ve bu yapıda değil.

Haksızlığın asıl muhatabı olan ve günün mücadele mevzisinin önderlik konumunda bulunan
örgüt ve adayı seçime girme kararı aldıktan sonra boykot tartışması nesnel olarak biter. Bu
noktadan sonra muhalefet saflarında boykot tartışması yapanlar ve boykot önerenler -bilinçli
veya bilinçsizce- iktidar tarafına hizmet etmiş olurlar. Yapılması gereken, bütün muhalefet
odaklarının -elbette bağımsız politik konumlarını koruyarak- haksızlığa uğramış adayın
seçimi kazanması için var güçleriyle çalışmasıdır. Daha ileri hedefler ancak bu mücadele
içinden yeşerebilir; bu noktadan sonra evde oturmak anlamına gelecek bir boykot tutumundan
değil.

2) 31 Mart seçimine katılmış olan sosyalist örgütlerin (TKP, TKH, EHP) adayları seçime
girmeyeceklerini açıkladılar; doğru tutum da buydu.

VP yönetimi ise seçime girme kararı aldı ve gerekçesi de şöyle: AKP yönetemiyor, bir seçimi
bile beceremiyor, muhalefet ise ABD projesi. Yani kazanma olasılığı olan (VP adayının iki ay
içinde oyunu 250 kat artırabileceği hayalini kurmadıklarını varsayıyorum) iki kesimden biri
beceriksiz, diğeri ise ABD projesi. Bu iki “eleştiri” herhalde eşit ağırlıkta değil. Beceriksizlere
küçük bir “beceri katkısı” yapabilirsiniz; ama ABD projesi içinde yer alınamaz.
O halde VP yönetimi neden -ABD projesini engellemenin gereği olarak- Binali Yıldırım
lehine adaylıktan çekilmemiştir (gerçi bunu seçim sürecinin bir aşamasında hâlâ yapabilirler)?
Tek bir nedeni var: VP yönetimi, eğer seçime girmezlerse, aldıkları 17 bin küsur (% 0,2 ama
böyle bir seçimde bu bile önemli) oyun büyük çoğunluğunun -en azından mahalle baskısı
nedeniyle- Ekrem İmamoğlu’na gideceğinin farkındadır ve bunu engellemeye çalışmaktadır.
Yani VP yönetimi, AKP’yi desteklemenin tabanı tarafından kabul edilebilir yolunu düşünmüş
ve bulmuştur. Kanımca bu kararıyla VP yönetimi gaflet ve delalet aşamalarını geçmiştir.

3) HDP yönetiminin tutumu önemlidir, çünkü bu partinin İstanbul’da % 10 civarı muhalif oyu
var. AKP’nin bu geniş kitleyi kendi lehine tırtıklamaya çalışacağı, bu hedefle bazı
“açılımları” gündeme sokacağı bellidir.

HDP yönetiminin bu seçimler bazında AKP ile bir pazarlığa girişeceğini sanmıyorum.
Neden? Birincisi, iktidarın İstanbul’da yaptığı haksızlığın benzerleri (hatta daha da ağırları)

HDP’nin kazandığı güneydoğu il ve ilçelerinde yapılmaktadır. İkincisi, ivmesinin baş aşağı
gittiği belli olan ve kendi derdine düşmüş iktidarın, hükmü olabilecek bir “Kürt masası”
kurma potansiyelinin kalmadığı ortadadır. Üçüncüsü HDP -eğer niyeti buysa- ilk kez ciddi bir
Türkiyelileşme ve Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesine katkıda bulunarak ülkenin
aydınlık yüzüyle barışma (elbette bunun kolay almadığı, PKK ile kalın bir ayrım çizgisi
çizmek gerektirdiği bilinerek) fırsatı bulmuştur. Umarım bu fırsatlar değerlendirilir.

4) Bu bir İstanbul seçimi değil, Türkiye seçimi. Zorlu olacağı belli olan AKP’nin yıkılış
sürecinin kritik bir dönemeci. Gelecek için önemli bir mevzi kazanma ve güç biriktirme
olanağı. İktidar bunu bildiği için her türlü yöntemi kullanarak dalganın önüne set çekmeye
çalışıyor. Fakat nafile! Siyasette en zor (hatta olanaksız da denilebilir) şey aşağıya doğru
yönelen ivmenin tekrar yükseltilmesidir.

Neden zorlu bir süreç olacak diyoruz? Bunun nedeni sadece AKP-Erdoğan iktidarının her şeyi
göze alarak direnecek olması değil. Bu süreci saptırmaya, el koymaya, halkın inisiyatif
koymasını engellemeye çalışacak odaklar olacaktır; emperyalist projeler devreye girecektir.
Başka ülkelerde yaşandı, biliyoruz. Bu tür müdahaleleri engelleyecek ve süreci emekçiler
lehine yönlendirecek devrimci bir politik önderlik ihtiyacı hiç bu kadar yakıcı olmamıştı.

“Her şey çok güzel olacak” halkın içini ısıtan bir umut sloganı. Bu umuda sarılmak, parçası
olmak çok önemli. Bu duyguya soğuk yaklaşanın hiçbir öncülük olanağı kalmaz. Ama her şey
gibi umut da sınıfsal bir olgu. Halkın bu yakıcı umudunu kurda kuşa yedirmemek görevi ile
karşı karşıyayız. Yakın bir zamanda asıl tartışma (ve çatışma) sanırım bu noktada olacak.