Mevcut iktidar zihni altyapısını “tarifler ve yasaklar” üzerine kurduğu için bunu anlamak da görmek de istemiyor. Sorun tam da burada… “Şampiyonlar Ligine” çıkmak bir yana, en geri ülkelerle kıyaslanmamızın nedenleri de burada yatıyor. Ülkede yaratıcılığın yerlerde sürünmesinin nedeni de bu!
Bu kafa yalnızca Sezen Aksu’ya tavır almakla kalmaz “Daha Allah ile cihan yok iken / Biz anı var edip ilan eyledik / Hakk'a hiçbir layık mekân yok iken /
Hanemize aldık mihman eyledik. Kendisinin ismi henüz yok idi / İsmi söyle dursun cismi yok idi / Hiçbir kıyafeti resmi yok idi / Sekil verip tıpkı insan eyledik” diyen Edip Harabi’ye ya da “Beşikler vermişim Nuha / Salıncaklar hamaklar / Havva anan dünkü çocuk sayılır / Anadoluyum ben / Tanıyor musun” diyen Ahmet Arif’e de tavır almaktan geri kalmaz, onlara alan açacağına, onlarla kavga eder!
Bu nedenle Sezen Aksu’ya, Tarkan’a ya da Nazım Hikmet’e, Ahmet Arif’e tavır almak, müdahale etmek, sanatsal üretimlerini engellemek yalnızca çoraklaşmanın önünü açar, ülkenin geleceğine kast eder…
Bu tür müdahaleler demokrasinin değil otoritenin, ifade ve inanç özgürlüğünün değil dini iktidarların olduğu ülkelerde olur… İktidarın yaydığı bu zihniyete tavır almamak, yarın bütün alanlarda teslim olmayı beraberinde getirir.
Bilinmeli ki, sanat biatı reddeder; asidir, aykırıdır ve özgürlüğü tercih eder. Aykırı olmaktan ve özgürlükten beslenir. Doğası gereği muhaliftir ve iktidar karşıtıdır. Örneğin, müzik yalnızca keyifli zaman geçirme değildir, aynı zamanda bir siyasal eleştiridir, hem siyasette, hem günlük yaşamda, aşkta da bir isyandır aynı zamanda…
Dinci ve muhafazakar çevrelerden evrensel ölçülerde sanatçı çıkmaması bu yüzden tesadüf değildir. Şiir de, edebiyat da, sinema da, müzik de aykırı olmayı gerektirir… Müzikten, eğlenceden, sanattan, siyasi mizahtan, itiraz kültüründen nefret eden bir toplum yaratma çabası da, çok kültürlülüğü tek kültürlüğe indirme çabası ülkeyi çoraklaştırıyor, kentleri karanlığa gömüyor…
Türkiye’de siyasi mizahın ölmesinin arka planında da bu zihniyet vardır. Sabahattin Alilerin, Aziz Nesinlerin, Rıfat Ilgazların 1945’lerde 60 bin satan “Marko Paşa”sını anlamadan, 1980’lerde 500 bin satan GIRGIR Dergisinin yok olmasını sorgulamadan bugünü anlayamayız! Bunu anlayamayınca Metin Akpınar’ın, Zeki Alasya’nın “Deve Kuşu Kaberası”nı da, “Yasakları”nı da, Kemal Sunal’ın, İlyas Salman’ın, Şener Şen’in siyasi içerikli komedi filmlerinin bugün bile neden bu kadar çok izlendiğini de anlayamayız!