Rüzgara karşı yürümek

Yayın tarihi: 8 Mayıs 2022 Pazar 2:07 pm - Güncelleme: 8 Mayıs 2022 Pazar 2:07 pm

Necdet Saraç

Bazı dönemler vardır, söylemeniz gereken sözü, almanız gereken tavrı o an almanız gerekir. İş işten geçtikten sonra alacağınız tavrın bir hükmü kalmaz, bazen çoğunluğun söylediklerinin tersini söylemek, yazmak, konuşmak gerekir. Bunun hem biz de, hem de dünya da sayısız örneği vardır…

Behice Boran’ın Başkan, Adnan Cemgil’in Genel Sekreter olduğu Türk Barışseverler Cemiyeti’nin 28 Temmuz 1950’de Kore’ye Türk askeri gönderilmesine itiraz etmek için yayınladığı ve “Aziz Türk Halkına” diye başlayıp, “Adnan Menderes Hükümeti, Kore’de harp etsin diye 4500 Türk çocuğunu General Mac Arthur’un emrine veriyor” diye devam eden ve “Milli menfaatlerimize ve dünya barışının korunmasına tamamen aykırı olan bu kararı şiddetle protesto ederiz” diye biten bildiri buna örnektir…

Aralarında Aziz Nesin, Prof. Dr. Bahri Savcı, Prof. Dr. Fehmi Yavuz, Prof. Dr. Hüsnü Göksel, Bilgesu Erenus, Uğur Mumcu, Vedat Türkali, İlhan Selçuk, Esin Afşar’ın olduğu aydınlar 15 Mayıs 1984 tarihinde Evren’e ve Özal’a karşı yayınladıkları ve “Aydınlar Dilekçesi” olarak bilinen “Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstekler” başlıklı bildiri böyle bir bildiridir…
1996 yılında cezaevlerinde yaşanan açlık grevlerinin bir an önce sona erdirilmesi için devreye giren ve açlık grevindeki tutuklularla Adalet Bakanlığı arasında “arabuluculuk” yapan ve “Adalet Bakanı Şevket Kazan cihada hapishaneden başlamış. İnşallah sonu gelmez. Bu cihada karşı koyacağız” diyen Yaşar Kemal’in, Zülfü Livaneli’nin, Orhan Pamuk’un tavrı böyle bir tavırdır…
Geçen hafta Almanya’da 28 aydının Almanya Başbakanı Olaf Scholz’a “Ukrayna’ya ağır silahların tedarik edilmesi, Almanya’yı savaşın bir tarafı haline getirebilir ve bir Rus karşı saldırısı, NATO Antlaşması uyarınca bir dünya savaşı tehlikesini tetikleyebilir” diye yazdıkları ve “tüm farklılıklara rağmen, dünya çapında barış için çaba sarf etmek gerekmektedir. Avrupa’nın kültürel çeşitliliğe yaklaşımı bunun için bir örnek oluşturmaktadır” diye bitirdikleri ve dün itibariyle 150 bini aşkın kişinin imzaladığı “Açık Mektup” böyle bir bildiridir…

Bugünlerde bizde de adına ne derseniz deyin, ister sığınmacı, ister göçmen, ister mülteci için böyle bir çıkışa ihtiyaç var: AKP iktidarının öngörüsüzlüğü ve siyasi yanlışları sonucu Türkiye’ye “sığınan” 5 milyona yakın Suriyeli, Afganistanlı, Pakistanlı sığınmacı tümüyle hedefe oturtulmuş durumda. Siyasi parti tercihi ne olursa olsun, ülke nüfusunun ezici bir bölümü neredeyse bütün suçu sığınmacılarda görmeye başlamış durumda. Göçmen karşıtlığı ile başlayıp, kin ve nefretle yoğrularak yabancı düşmanlığından ırkçılığa evrilen müthiş bir dalga ile karşı karşıyayız.

Türkiye’nin göçmenler tarafından istila edildiği bir senaryo üzerine kurulmuş ve Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın finanse ettiği “Sessiz İstila” adlı kısa filmin yarattığı havayla da “Suriyelileri hemen gönderelim” dalgası giderek büyüyor ve dalga büyüdükçe de ne yazık ki “itiraz” sesleri küçülüyor! Mülteci düşmanlığı yarışı yaşandığı için, sağduyu yerini nefrete, akılcı çözüm yerini gerçek dışı önerilere bırakıyor. Yazılı ve görsel medya dahil, sosyal medya sığınmacı görüntüleri ile dolunca “toplumsal lincin” ucu bucağını görmek bile zorlaşıyor. Irkçılık, kin ve nefret bir insanlık suçu olsa da bir çok kişi “ırkçı” olduğunu “övünerek” açıklıyor!

“Bu kadar kontrolsüz sığınmacının nedeni sistemin kendisidir, Türkiye’nin sınırlarının kevgire dönmesini ve bir göç ambarı haline gelmesini de sağlayan bu iktidardır” dense de, toplumun ezici bir bölümü bunu duymak bile istemiyor, siyasi partiler tartışmayı buradan sürdürmüyor. Sistem yerine sığınmacıyı mahkum etmek, bütün dünyada olduğu gibi bizde de işin en kolayı oluyor!

Tam da şimdi yapılması gereken zoru tercih etmek, aklı, vicdanı ve siyasi çözümü öne çıkararak gerçeğin yanında yer almak, örneğin ilk adım olarak AB ile karşılıklı “rıza” ile imzalanan “Geri Kabul Antlaşması” iptal etmek, sınır güvenliği sağlamak, güvenlik kontrolü yapmak ve Türkiye’deki sığınmacıları Ukraynalı sığınmacılar gibi uluslararası koruma altında devletlere paylaştırmak…
Artık günü bile kurtaramayan bir iktidarın orta ve uzun vadeli çözüm için “Göç ve Uyum Bakanlığı” kurması gerektiğine inanmak zor olsa da, böyle bir bakanlık kurulmasını zorlayarak, uluslararası boyutu olan bu konuyu Birleşmiş Milletler eşliğinde uluslararası alana taşımak ise başka bir hamle olmalı…

Bunu yapabilmenin yolu ise rüzgara karşı yürüyebilme cesareti olan güçlü bir toplumsal çıkıştan, bildirgeden, tavır alıştan geçiyor!