Rüzgar fırtınaya dönüşür mü?

Ekonomik krizin de etkisiyle sokakta ciddi bir değişim rüzgarı esiyor. 17 yıllık zenginleşme sürecinin kenarında veya dışında kalan AKP ve MHP seçmeni, CHP ve HDP seçmeni kadar olmasa da mutsuz! Nitekim SODEV’in yaptığı araştırma bunu doğruluyor: Araştırmaya göre son bir yıl içinde ekonomik durumu bir önceki yıla göre “kötü ve çok kötü olan” AKP seçmeninin oranı yüzde 28. Bu oran MHP seçmeninde yüzde 40, CHP seçmeninde yüzde 49,5, HDP seçmeninde ise yüzde 60. Dün “aynı yollarda birlikte yürüyen” AKP seçmeni bugün “aynı yollarda” olmadığını görüyor. Dünkü yol arkadaşı zengin ve mutlu azınlığın bir parçası olurken, o son bir yıl içinde işsiz listesine yeni eklenen 1 milyon 300 bin işsizin içinde. Kendisi değilse de, oğlu, kızı, eşi, dostu işsiz kaldı. Parası olmadığı için çocuğunu bırakın özel okula göndermeyi, çocuğun yol masrafını bile karşılamakta zorlanıyor… AKP iktidarı bu gerçeğin yarattığı memnuniyetsizliği gördüğü için, bu gerçeği ertelemeye ve görünmez yapmaya çalışıyor. Beka ve terör tartışmalarının asıl nedeni de bu gerçek… Gerçek böyle olunca, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bekadan anladığı da aslında kendi bekası. İstanbul ve Ankara’yı kaybederse, kim ne söylerse söylesin sonun başlangıcı olacağını biliyor. Bu nedenle her iki ilde de adaylar değil asıl olarak kendisi yarışıyor. 31 Mart’ta yenilmesi durumunda, neredeyse tam bir kişi partisine dönüşen AKP’nin hızla erimeye başlayacağının farkında. Bu yüzden 1989 yerel seçimlerindeki ANAP gerçeği sürekli gözünün önünde duruyor! Yalnız 1989 mu? 2002’de kendisini iktidara taşıyan ekonomik krizin, 17 yıl sonra bir başka ekonomik krizle kendisini iktidardan uzaklaştırabileceğini de görüyor. Erdoğan ve AKP bunu gördükçe korkuyor, korkusu arttıkça da sertleşiyor…

AŞK, SEVGİ VE NEFRET YAN YANA

Türkiye siyasal tarihinin bu ölçüde görmediği, sert ve kutuplaştırıcı dilin nedeni bu. Evet, Türkiye siyasal tarihinde 1950’lerin ikinci yarısında, 1970’lerin ortalarından sonra, 1980’lerin sonunda, 1990’ların başında sert ve kutuplaştırıcı söylemlere hep rastladık. Ancak o söylemlerin neredeyse tamamı, neredeyse solculara, sosyalistlere ve özel olarak da Kürtlere yönelikti… Şimdi durum farklı; Mevcut iktidar her tarafı “Aşk ve Sevgi” sözlerini içeren afişlerle, pankartlarla donatsa da, yalnızca solcular değil, tam anlamıyla Türkiye’nin yarısı, yani en az yüzde 50’si, solcusu, dincisi, kendisine benzemeyen milliyetçisi, muhafazakarı, iktidarın bilerek, isteyerek ve planlayarak devreye soktuğu kutuplaştırıcı, ötekileştirici, nefret dilinden fazlasıyla nasibini alıyor. İktidara övgü dizmeyen, biat etmeyen herkes, bir anda hain ve terörist oluyor. AKP-MHP blokunun dili tam bir küfür diline dönüşmüş durumda: Zillet ittifakı, ihanet ittifakı, dörtlü çete ve terörist lafları sürekli havada uçuşuyor. Yetmiyor, tam bunlara “alıştık” derken, bu kez de “bu adilere cevabı sandıkta verin” talimatı geliyor… Tehdit, baskı ve şantaj, Akşener ve Kılıçdaroğlu gibi parti liderlerine, Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu ve Tunç Soyer gibi büyükşehir belediye başkan adaylarına kadar uzanmış durumda. HDP yöneticilerine ise yapılanları saymaya gerek bile yok. Onlar bütün cümlelerin ya başında ya da sonunda zaten varlar!

ALTERNATİFİNİ BULAMAMIŞ OLSA DA ÖFKE BÜYÜYOR

AKP-MHP blokunun onca hamlesine, teslim alınmış medyaya rağmen beka ve terör üzerine inşa etmiş korkutma politikası tutmuyor. Toplum korkutulmayı sevmiyor. Seçimin kaderini belirleyecek en az yüzde 5-6’lık bir seçmen kitlesi belli ki tepkisini ve öfkesini koruyor. Bundan önceki seçim döneminde olmadığı kadar sokağın bir bölümü AKP’ye mesafeli. Aynı laflardan yorulmuşlar… Henüz yeni siyasal alternatifini bulamamış olsa da bu tepki, AKP’de “ceketimi assam seçtiririm” dönemini de en azından bir bölüme kapatmış… Sokaktaki öfke, oy olarak belki doğrudan CHP’ye değil ama adayına yöneliyor. Örneğin İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun tek tek ilçelerde, ilçe belediye başkan adaylarından daha fazla oy alması sürpriz olmaz… Aynı şekilde Beyoğlu, Esenyurt, Sancaktepe gibi bir çok ilçede de ilçe adaylarının klasik CHP oylarının çok üzerinde oy alacakları kesin gözüküyor… AKP-MHP blokunun dili sertleştikçe, ters tepkiyi örgütlüyor; Yüzde 50’yi aşan bir gücün tercihi ve sandığa gitme eğilimi kesinleşiyor. Örneğin CHP’de 24 Haziran sonrası süreci kötü yönetilmesine kızan, sonrasında da aday belirleme yöntemine itiraz eden, sandığa gitmeyi düşünmeyen hatırı sayılır bir CHP seçmeni yeniden sandığa yönelmiş durumda. Bu tavır, CHP adaylarının halka dokunan, kent yoksulluğuyla, işsizlikle mücadeleyi öne çıkaran, anlaşılır ve inandırıcı olan kamucu ve halkçı projeleri ile de birleşince motivasyon ve kendine güven artıyor…

YENİ BİR SİYASAL İKLİM İHTİYAÇ

Sistem ekonomik, hukuki açıdan tıkanmış durumda. Tarım çökmüş, iflas ve işsizlik çok artmış durumda. Üretimden kopan ekonomide Türk lirasının değer kaybını artık yalnızca “dış mihraklarla, üst akılla” izah etmek mümkün değil… 2014’den bu yana kurgulanan iki partili sistem de tutmamış durumda. AKP ve CHP dışında İYİ Parti, MHP, HDP de önemli siyasal aktörler. Adına “ittifak” da dense neredeyse “bütün kötülüklerin anası” olarak gösterilen “koalisyon” muhtarlıkların seçimine kadar inmiş durumda. Bu sistem de, iktidarın neredeyse toplumun yarısını terörist ilan etmek için geliştirdiği nefret söylemi de sürdürülebilir değil. Türkiye’nin artık yeni bir siyasal iklime ihtiyacı var. Bunun için de normalleşmek ve değişmek gerekiyor. Değişimin ilk adımı ise sokağın biriken öfkesini 31 Mart’ta sandığa taşımaktan geçiyor. Dışarıda bir tek küskün seçmen bırakmadan, öfkeler sandığa akıtılırsa değişim olur. Özellikle CHP seçmeni “parti içi sorunların çözüleceği yerin seçim sandığı olmadığını” görmüş durumda. Çünkü, CHP seçmeni de biliyor ki, fiili olarak “iki adaylı” bu seçimin kaderini küskünü en az olan taraf belirleyecek! Küskün AKP seçmeni sandığa gitmez veya gidip tercihini muhalefet adayından yana kullanırsa 31 Mart’ta rüzgar fırtınaya dönüşür! İstanbul ve Ankara başta olmak üzere, Antalya, Adana, Mersin ve Bursa gibi kentlerin el değiştirmesi, dolayısıyla 17 yıllık iktidar olmanın ortaya çıkardığı kibire, şımarıklığa, en önemlisi de ideolojik-politik hegomanyaya dur demek olur!