Pastırma yazı romanı; "Dünyanın uğultusu"

Dil

Behçet Çelik’te dil bilinci gelişmemiş… Yazarken aklına ne düşerse o kelimeyi kullanıyor. Dilden kimi örnekler. -Mühim -Seyir -Bazen -Mahcubiyet -Elzem -Statü -İlahi -Müsait -Aşikar Kelime düzeyinde böyle, dil bilinci yok. Dilin yapısına geldikte… Türkçe etkin bir dildir. Ama Türkçe Behçet Çelik’in elinde edilgenleşiyor. Dilenci dili oluyor. Selim İleri, Türkçe’yi dilenci diline dönüştürdü… birçok yazar bu yöntemi benimsedi. Behçet Çelik'te bu yazarlardan biri.

Roman Değil, Bir Çarpıtma

Behçet Çelik, karşı gerçekçi… doğalcı bir romanla karşımıza çıkıyor. Sorarım size. Kırk yaşlarında işten atılmış bir erkeğin dünyası, Ayla’yı mı, değilse Aynur’u mu arasam kadar kısır mıdır. Behçet Çelik’e bakarsanız Ahmet’in iç dünyası bu kadar dardır. Bu, insana bakış açısı gerçekçi değil, doğalcıdır. Lukacs, bu konuda şöyle der, “Demek ki Engels’in metafizik düşünce için göstermiş olduğu gibi, doğalcılık ve gerçekçiliğin fotokopi kuramına sıkı sıkıya bağlı olanı özdeşleştirilmesi, doğalcılığın şişirilerek gerçekçilik karşısında temel, ilkel (sanatsal benzeri) bir tutuma dönüştürülmesi de ortaya bir söylence (efsane) niteliğiyle çıkmaktadır. Doğalcılık da gerçekçiliğin kendiliğinden diyalektik sanatsal yaratılmasının, kaynağını toplumsal gelişmede bulan bir çarpıtmasıdır."**** Söylence olmayanı var göstermeyle başlar. Behçet Çelik’in zayıf anlatımı, kuvvetli anlatım olur. Dilin kısırlığı saklanır. Dünyanın Uğultusu, karşı gerçekçi, doğalcı bir romandır. Bu romanda gerçekçi romanın kategorileri yoktur. -Nesnelerin Birliği -Canlandırma - Çatışkı -İzlek -Karakter-Tip -Kaçakçılar Son dönemde üstünde çalıştığım romanlarda şunu gördüm. Yazarlar, gerçekçilikten kaçırıyor romanlarını… Bunu tek bir nedene bağlamak doğru olmaz. Gerçekçilikten kaçışın nedeni ne olabilir. Eğitim olabilir. Klasik mantıkla sorunları çözümlüyoruz sanıyoruz. Akıp giden yaşamın mantığı maddeci diyalektik mantıktır. Gerçekçilik değişimi zorunlu kılar… Yeni toplumda yazarın konumu da kimi yazarları korkutur. Bu yüzden düzen sürsün isterler. Kimi yazarların gelecekten umutları yoktur… Belki hepsi birden…

Neden Roman Olamıyor

Yazar, roman yazmak için masanın başına geçiyor. Aylarca uğraşıyor. Sonunda “Roman yazdım” diyor. Yayınevi romanı basıyor… Ama bir bakıyorsun, roman, roman olamamış… Kagan, bu konuda şöyle der, “Sanatsal imge, bu şekilde, tikel-olan-ı yeniden yaratarak tikel olan yoluyla genel-olan’ı kavrar. Bireysel-olan’ı göstererek, bireysel olan’ın içinde tipik olan’ı açığa çıkarır. Rastlantısal olan’ı anlatırken, onun gerisinde yatan yasallık’ın kavanmasını sağlar. Gerçekliğin yansıtılışı, tikel-olan’ın yeniden yaratılmasıyla sınırlı olup hiçbir genellemeyi içermediği zaman, rahatlıkla belgesel bir değere taşıyabilir ama sanatsal hiçbir değer taşımaz. (tıpkı, belgesel fotoğraf’ta haftalık gösterilerde, gazete röportajında, gündelik yazılarda, anılarda ve daha başka yerlerde olduğu gibi). Buna karşıt, gerçekliğin yansıtılışı, görünüşlerin canlı somut halinden soyutlanmış olarak, sırf genel-olan’ı, özsel olan’ı, yasal-olan’ı iletiyorsa, o zaman burada, sanatsal-çizim yerine teknik çizim, bir resim değil, bir şema, sanatsal-imgesel bir model değil, bilimsel bir model vardır karşımızda. Sanatta, genel-olan ile tikel-olan birbirinin içinde kaynaşmışsa ancak o zaman gerçekliğin gerek belgesel gerekse bilimsel yaratılışından farklı olarak, dünyanın kendine özgü bir biçimi olabilir.”***** Bütün bunların yanı sıra estetikte canlandırma kategorisi önemlidir. Canlandırmaya bir örnek. Romandan bir bölüm “Ahmet içinse olağan mı olağan bir şeydi kararsızlık. Daha bir filmden çıkarken, Özlem’in beğenip beğenmediği belliydi her seferinde; Ahmet’in durup düşünmesi (…) Ama bir kez karar verdikten sonra da dünya yıkılsa zor değişirdi.”****** Ahmet’i anlatıyor. Bu anlatım için yazar olmak koşul değil, herkes bunu böyle anlatabilir. Yazarla, yazar olmayanı ayıran nokta yazarın göstermesidir. Şöyle, Ahmet evde oturmayı düşünüyordu. Yeni aldığı bir kitabı da okumayı düşündü. Ancak bir süre sonra canı sıkıldı. Sinemaya gitmek için yola koyuldu. Ama yol üstündeki kahveye girdi… Böylece okur, Ahmet’in kararsızlığını görür. Kararlılığı da yine bir olayla gösterilir… Nereden bakarsak bakalım, Dünyanın Uğultusu roman değil… Aldığı ödüllerle, boş övgülerle kendini kandırmasın Behçet Çelik.

Pastırma Yazı

Pastırma Yazı için şöyle diyor Saatli Maarif Takvimi, “Genellikle yurdumuzda Kasım ayının 11 ile 25’i arasında yaz günlerini hatırlatan güneşli günler olur. Halk arasında bu günlere ‘Pastırma Yazı’ denir. Bazı yıllar bu günler biraz daha kısa, biraz daha serin olur. Fakat genellikle günlük güneşlik geçer ancak hemen arkasından da soğuklar bastırır”. Romanda da Pastırma Yazı yaşıyoruz diyorum. 40 yıldır sürüyor bu Pastırma Yazı… Onun için Behçet Çelik “Romanım kötü” diye üzülmesin. Ayşe Kulin de, Selim İleri de dersem uzun bir dizin olur… Bu böyle gider mi… gitmez… gitmeyecek… Yakup Kadri… Orhan Kemal… Kemal Bekir ağır bombardıman uçakları gümbür gümbür gelecek… Pastırma Yazı romanları bitecek…

Dipnotlar

Behçet Çelik, Dünyanın Uğultusu, İletişim Yayınları, İstanbul 2019 G. Pospelov, Edebiyat Bilimi,Çev. Yılmaz Onay, Evrensel Basım Yayın, İstanbul 2005, y. 204 K. Marx-F. Engels, Yazın ve Sanat Üzerine, Muzaffer İlhan Erdost, Sol Yayınlar, Ankara 2009, y.84) G. Lukacs, Estetik 1, Çev. Ahmet Cemal, Payel Yayınları, İstanbul 1999, y.183 Prof. Dr. M. Kagan, Güzellik Bilimi Olarak Estetik ve Sanat, Türkçesi Aziz Çalışlar, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1982, y.272 Behçet Çelik, Dünyanın Uğultusu, İletişim Yayınları, İstanbul 2019, y.17-18