‘Özür dilenmelidir!’

Yayın tarihi: 7 Ağustos 2020 Cuma 5:06 pm - Güncelleme: 7 Ağustos 2020 Cuma 5:06 pm

Tuğrul Keskin

Son yıllarda hani neredeyse toplumca, garip bir konuşma, yazı üslubu edindik. Her söz afaki, her eylem de. Özneler yok olmuş sanki boşluğa konuşur gibiyiz.

Sözgelimi ‘2010 Referandumu’ denilen sürece katkı koyanlar, karşı çıkanlar -isim isim- kimlerdi? Şimdi konuşulurken, sanki ‘cumhuriyeti yok oluş sınıra’ getiren eylemleri uzaylılar yapmış gibi konuşuyoruz. Sanki ‘2010 Anayasa Referandumu’nda ‘Yetmez ama Evet’ bildirisine imza atanlar Mars’lılardı! Kişiler, sıfatlar, metinler buhar olmuş! Ama yok böyle bir şey; o bildiriye imza atanların birçoğu şimdi ‘sol muhalefet’ içinde yeniden gelecek arayan insanlardan oluşuyor. Ama o cepheden hiç kimse eskinin üstünü açıp da söylemiyor yanılgının büyüklüğünü; yetmez ama evetçi olduğunu!

Fakat o sonbahar (2010); ‘solcu olmanın onurunu’ birlikte yaşadığımız arkadaşlarımızla yollarımızın ayrıldığını ve artık ‘Hayırcılar’ olarak bizlerin; ‘cuntadan yana, orducu, ırkçı ve ilerleme karşıtı faşistler’ olduğumuzu öğrendiğimiz son/bahardı… Burada, sahip olduğumuz tarihsel bilgiyi bir kez daha yinelemek isterim: Gericiler, ilerleme kültürünün kavramlarını (kardeşlik, özgürlük, barış, adalet gibi)ele geçirerek, istismar ederek, kullanarak, kendilerine alan açmak isteyebilirler. Fakat her zaman en büyük sorunu; bütün bu tarihsel öngörüye sahip olduğunu sanan aydınların yanılgısı oluşturur… Nitekim böyle oluyordu ve yalnızca kavramlarımızın değil, ülkemizin de ele geçirilişine tanıklık ediyorduk. O sonbahar, ömrümüzün kalanında yaşayacağımız acıları prova ediyorduk aslında…

Nasıl unuturum; ‘Aliağa Emek Şenlikleri’nde yetmez ama evet’i cansiperane savunan Halil Ergün’le ‘olağanüstü şiddetteki’ tartışmamızı ve ‘darbeci bir faşist’ olduğumu ilk kez ondan öğrendiğimi! Adları bende saklı kimi şair kardeşlerimle yaptığımız ‘sert’ tartışmalardan sonra ‘Evet’ yanlışından dönüşlerini… Yılmaz Odabaşı ile CNN Türk’teki bir program sonrası yaptığımız telefon konuşmasının ardından, 1981’den beri süregelen dostluğumuzun bitişini… Sonradan çok pişman olduğunu söylemesine ve dünyamızdan ayrılmasına karşın, Adalet Ağaoğlu’nun Varlık Dergisi’ndeki bir soruşturmaya verdiği yanıtta söylediği ‘son 60 yıldır ilk kez sivil bir ortamda özgürce nefes alıyorum’ değişindeki gerici yandaşlığını, aydın körlüğünü nasıl unutacağız!

Sözgelimi Abdüllatif Şener; şimdi CHP’de siyaset yapıyor, milletvekili… Yahut Mithat Sancar; HDP’nin eş genel başkanı ve o HDP ki, günümüz koşullarında en sert muhalefeti yapan ve en ağır bedelleri ödeyen bir parti… Üstelik şuan eş genel başkanı olduğu parti, 2010’da ‘boykot’ gibi bir başka yanlış içindeyken, kendisinin açıktan AKP’ye destek olduğunu… İşte bütün bunları bunları bunları, isimleri ve eylemleri konuşmadan, nasıl bulabiliriz yeni yönelimleri ve nasıl taşıyabiliriz ülkemizi gerçek 2023’e, gerçek demokrasiye!

Geçen hafta dostum, şair Haydar Ergülen Birgün Gazetesi’nde son derece samimi, incelikli bir yazı kaleme aldı. Samimi, çünkü 2010 Nisan’ında, şimdiki ‘yücemiz’ o zaman daha başbakanken, İstanbul’daki bir sarayda ‘edebiyatçılara’ bir kahvaltı verdi ve o kahvaltıya bizim mahalleden de kimi insanlar katıldı. O insanlar içinde “Yetmez ama Evet” bildirisine imza koyarak, sonradan çok sert AKP’liler çıktığı gibi, ilişkisini o kahvaltıyla sınırlayanalar da oldu, Haydar gibi… Ki o kahvaltıya katılmadan birkaç gün önce Haydar’la yaptığımız bir telefon konuşmasında: “Haydar gitme. Orada ne konuşursan konuş, bu adamlar ciddiye almayacak, fakat senin o toplantıya gittiğin kalacak akıllarda” demiştim, fakat kendisince gerekçeleri vardı ve gitti. Kahvaltının hemen ardından, yani referandumdan önce yazılar yazdı; ‘Hayır Cephesinde’ durduğunu ısrarla belirtti. Her neyse işte yaşandı ve geldik bugünlere…

Bu karanlık günlerden ileriye nasıl gidebileceğimizi konuşuyoruz şimdi yeniden. Çünkü bütün yollar 2010’daki yanlış tutum nedeniyle tutulmuş, bütün geçitler karanlık; istiyoruz ki, sığınaklarımız yeniden uçurumlara açılmasın! ‘Yoldaş bildiklerimiz’ yoldaşımız olarak kalsın!

Sevgili Haydar Ergülen, yukarıda andığım yazısında, bu sürece katkı koymak adına bir öneride bulundu; bir özür metni hazırlansın ve ‘o yanlışın içinde olanlar, yüreği sızlayanlar’ imzalasın… Yazının bütünü son derece kıymetli, şurası ise çok çarpıcı, katılmamak mümkün değil:

Özür diliyorum. İkinci Cumhuriyetçi, Yetmez ama evetçi, liberal, özgürlükçü soldan pek çok insanın da özür dilemek istediğini düşünüyorum ve inanıyorum. En azından bunun bazı işaretlerini bazı açıklamalarda, yazılarda, konuşmalarda görüyorum. Pamuk’un Ayasofya demecindeki gibi… Bilmiyorum belki de birileri tarihi bir metin yazar, ‘özür diliyoruz’ diye ve özür dileme gereksinimi duyan, pişman olan, vicdanı sızlayan kim varsa bu bildiriyi imzalar, imzalarız. Sonrası mı? Sonra da yeniden demokrasi, çağdaşlık, cumhuriyet, laiklik, sosyal hukuk devleti isteyen, şeriat rejimine karşı olan, tam da hilafetin konuşulmaya başlandığı bugünlerde, dinin devlet işlerine karıştırılmasına karşı çıkan, parlamenter sisteme dönülmesini isteyen herkes, her siyasi hareket bunun için bir araya gelir, gelmelidir…”

Şimdi baştaki söylediğime geri dönüyor ve tekrarlıyorum; kim bu “Yetmez ama Evet” bildirisine öncülük eden 210 kişi ve referandumu ‘boykot’ ederek, evet’in %1’le geçmesine katkı koyanlar? Ne kadar üzgünler hepimizin her gün yaşadığı bunca acıdan? Bir özür dilemeyi çok mu görürler kendilerine bilemem ama unutmasınlar, bir özür ve samimi bir özeleştiri aydınlık bir sinerjinin açığa çıkmasına neden olabilir… Buraya ‘Yetmez ama Evet’in öncüsü 210 kişinin adlarını alacaktım ama yazıyı çok uzatır kaygısıyla vazgeçtim. Fakat sizler bulup o isimleri hafızalarınıza alın ve içinde tanıdıklarınız varsa eğer, usanmadan yüzlerine karşı tekrarlayın; Yetmez ama Evetçiler, Boykotçular, ÖZELŞTİRİ yapın; kendinizden ve geleceğimizden AÇIKÇA özür dileyin!

5 Ağustos 2020, Ejder Sokak