Köy Enstitüleri’nin 79. kuruluşu kutlamaları nedeni ile Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’nce bu yıl 13. kez verilen “Aydınlanma Onur Ödülü” Muzaffer İlhan Erdost’a sunuldu. Yapılan konuşmalarda cumhuriyet gerçeğimizin nasıl tahrip edildiğine, içlerimiz kanayarak tanık olduk. Bunun için, geçen yıl “Eğitimde Geleceği Düşünmek Sempozyumu” için yazdığım yazıyı bir kez daha yayınlama ihtiyacı duydum…
Bir zaman önce yayınlanmış uluslararası bir rapor çok ilginçti. Bu rapor, neden “muasır medeniyet“ seviyesine ulaşmakta bu denli zorlandığımızın en doğru karşılığıydı sanki. “Birleşmiş Milletler İnsani Gelişim Raporu”ndan söz ediyorum... Efendim bir türlü rayına oturmayan ve artık ray demirlerinin bile satıldığı eğitim sistemimizin içinde bulunduğu duruma biraz da buradan bakalım ve bu”cahil cesareti”nin nereden geldiğini düşünelim. Sonrasında eğitim ve kültürü böylesine parçalayarak, aslında yurdumuzu nerelere getirmek istediklerini bir de bu cepheden görelim istiyorum.
Bu İnsani Gelişim Raporu’ndan öğreniyoruz ki bizim insanımız ortalama 10 yılda bir kitap okuyor. Yani 80 yaşına gelmiş bir insan 6-7 kitap okumuş oluyor ömrünün sonuna dek, takdir edersiniz ki bu kitapların içinde ders kitapları da mevcut. 2012 bilgilerine göre; Türkiye‘de toplam 45 çocuk kütüphanesi, 14 yazma eser ve 55 gezici kütüphane olmak üzere toplam 1152 kütüphane var. Buna karşılık Almanya‘da 10.531, İngiltere‘de 4.620, İspanya‘da 5.209 kütüphane bulunuyor. Üstüne üstlük bizim kütüphanelerin 52’si çeşitli nedenlerle kapalı.
Baştan belirmeliyim ki AB ülkelerinde yıllık kitap harcaması ortalama 500 dolar iken, Türkiye’de 2 dolar (elbette ders kitapları dahil.)
Türkiye’deki 1152 kütüphanede toplam 13 milyon kitap bulunuyor. Bu sayı Bulgaristan‘da 46 milyon, Rusya’da 739 milyon, Almanya‘daki kütüphanelerde 104 milyon kitap mevcut.
Türkiye‘de kütüphanelere kayıtlı üye sayısı 493 bin 500 iken, İran‘da 7 milyon, Fransa’da 16 milyon, İngiltere‘de 35 milyon kütüphane üyesi bulunuyor.
Almanya‘da 7 bin 500 kişiye 1 kütüphane düşerken, Türkiye‘de 68 bin 500 kişiye 1 halk kütüphanesi düşmekte.
Almanya‘da halk kütüphanelerinde çalışan kütüphaneci sayısı 8 bin 337, Fransa‘da 7 bin 88, İngiltere‘de 6 bin 978, İspanya‘da 3 bin 794, Türkiye‘de sadece 333 kişidir.
Japonya‘da toplumun yüzde 14 ü, Amerika`da yüzde 12 si, İngiltere ve Fransa‘da yüzde 21 i düzenli kitap okurken, inanması güç ama bizde on binde 4 kişi kitap okuyor.
Bir Japon yılda ortalama 25, bir İsviçreli yılda ortalama 10, bir Fransız yılda ortalama 7, bir Türk ise 10 yılda ancak 1 kitap okuyor.
Bu rapora göre, Türkiye kitap okuma konusunda çoğu Afrika ülkesinin gerisinde kalmış durumda. Okuma alışkanlığında, aralarında Uganda, Tanzanya gibi ülkelerin de bulunduğu 173 ülke sıralamasında 86. sırada yer alıyoruz...
Bir yılda, ders kitapları hariç Amerika’da 72 bin, Almanya’da 65 bin, Brezilya’da 13 bin, Türkiye’de ise 6 bin 31 kitap yayımlanıyor.
İnsani Gelişim Raporu’nda; öğrencilerin ders kitaplarından başka kitap okumadıkları, hatta ders kitabı bile okumadıkları belirtiliyor. Okunan kitapların pek çoğu da dinci kimi kurumların bastığı ve içi tamamen hurafelerle dolu, akıl ve bilim dışı “mecmualar”dan ibaret. Büyük oranda ücretsiz dağıtılan bu adı sanı bilinmedik kendinden menkul “yazar”ların kitapları da sanırım “on binde dört” okuma oranımız içinde...
“Okur“ olmak ilişkimiz bu durumdayken, bir de yakın geçmişte 4+4+4 diye bir sistem uygulamaya koydular hatırlayacaksınız! Kız öğrencileri eğitimin daha da uzağında tutmak için bir sistem üretilse ancak bu denli başarılı olunabilirdi! Bu sistem uygulamaya konduğu yılın bir ertesinde başlayarak, eğitimin içinden çıkılamaz haline şunları da ekledi: 8. sınıftan mezun olup, açık liseler de dahil, bir ortaöğretim kurumuna kayıt yaptırmayan öğrenci sayısı 49 bin 449... Bu sayı bir önceki yıl 25 bin 453 imiş. Bu 49 bin 449 çocuktan kaçı kız öğrenci biliyor musunuz? Tam 37 bin 277’si... Yani bunca kız çocuğu zaten bir türlü olduramadığımız “okuma“ eyleminin tamamen dışına itilmiş oldular... Bu adaletsiz uygulamanın her yıl ne kadar kız öğrenciyi eğitim dışına ittiğini bir düşünün?
Kızları/kadınları böylesine karartılmış bir yurdun geleceği olur mu? Okumaya ve okutulmaya karşı bu gerici saldırıların başladığı her ülkede öncelikle kadınlar kaybediyor yazık ki.
İşte Afganistan… Khaled Hosseini’nin, (Halid Hüseyin) 2008’de yayımlanmış “Bin Muhteşem Güneş” adlı kitabından yapacağım alıntı (Syf.325-26) sizi ürpertir mi bilemem? Beni fazlasıyla ürpertiyor. Bu güzel yurdun geleceğine ilişkin isyanda haksız mıyım? Aşağıdakileri okuyun sizler karar verin.
Bin Muhteşem Güneş’in aktardığına göre, Taliban Afganistan’a egemen olduktan sonra, yapacaklarını şöyle buyurmuş radyodan ve bildirilerle:
• “Vatanımızın adı bundan böyle Afganistan İslam Emirliği’dir. Bunlar da bizim koyduğumuz sizin uyacağınız yasalardır:
• Bütün vatandaşlar, günde beş vakit namaz kılacaklardır. Namaz vakti başka bir iş yaparken yakalanan kırbaçlanacaktır.
• Bütün erkekler sakal bırakacaktır. Meşru ölçü, çenenin altında, en az bir sıkılı yumruk uzunluğundadır. Bu emre uymayanlar, kırbaçlanacaktır.
• Bütün erkek çocuklar türban takacaktır. Birinciyle altıncı sınıf arasındakiler siyah, daha yukarı sınıftakiler beyaz türban takacaktır. Bütün erkek çocuklar İslami kıyafet giyeceklerdir. Gömlek yakaları düğümlenecektir.
• Şarkı söylemek yasaktır.
• İskambil oynamak, satranç oynamak, kumarın her türü ve uçurtma uçurmak yasaktır.
• Kitap yazmak, film izlemek, resim yapmak yasaktır.
• Evinizde kuş beslerseniz kırbaçlanacaksınız. Kuşlarınız öldürülecektir.
• Çalarsanız eliniz bilekten kesilir. Bir daha çalarsanız ayaklarınız kesilir.
• Müslüman değilseniz, Müslümanların görebileceği bir yerde dua etmeyin. Bunu yapanlar kırbaçlanacak ve hapse atılacaktır. Bir Müslümanı kendi dinine döndürmeye çalışan kişi idam edilecektir.
Kadınların dikkatine:
• Evinizden dışarı çıkmayacaksınız. Kadınların sokakta amaçsızca dolaşması caiz değildir. Dışarıya çıkarsanız yanınızda mutlak bir mahrem, erkek akrabanız bulunacak, sokakta tek başına yakalanan kadın, dövülecek ve evine gönderilecektir.
• Her ne şart altında olursa olsun, asla yüzünüzü göstermeyeceksiniz. Dışardayken, burka ile örtüneceksiniz. Aksi halde, şiddetle kırbaçlanacaksınız.
• Makyaj malzemeleri yasaktır.
• Mücevher yasaktır.
• Çekici, gösterişli giysiler giymeyeceksiniz.
• Sizinle konuşulmadan, konuşmayacaksınız.
• Erkeklerle göz göze gelmeyeceksiniz.
• Uluorta gülmeyeceksiniz. Gülenler, kırbaçlanacaktır.
• Tırnaklarınızı boyamayacaksınız. Boyarsanız, bir parmağınız kesilecektir.
• KIZLARIN OKULA GİTMESİ YASAKLANMIŞTIR. Bütün kız okulları derhal kapatılacaktır.
• Kadınların çalışması yasaklanmıştır.
• Zinadan suçlu bulunursanız taşlanarak öldürüleceksiniz...”
Eğitim ve okumaya ilişkin bu cümleleri kurarken, Afganistan üstünden “paranoya” mı yapıyorum sizce? Her şey böyle başlamaz mı? İnsan bu sessizlik içinde yitirmez mi insanlığını?
Şiirini, resmini, heykelini yitirmez mi? Hatırlayın, bu eğitim sistemini dayatanlar değil miydi o tuhaf demokrasi tanımını yapanlar. Hikmetyar’ın dizinin dibinden kalkıp, devletin başına geçenler bunlar değil miydi? Afganistan’a gidişlerini, orada gördüklerinden nasıl etkilendiklerini anlatmadılar mı medya üstünden uzun bir zaman. Bütün seçmeli derslerin din dersine çıkması, öğretim kurumu olarak yalnızca İmam Hatiplerin yüceltilip, korunması boşuna mı? Bilim ve teknik özel okullarının kapatılması, ilerici, aydın, aydınlık öğretim üyesi ve öğretmenlerin okullardaki, üniversitelerdeki durumları her şeyi anlatmıyor mu size de? Şu an tutuklu kaç öğrenci, eğitimci, akademisyen olduğunu bilenimiz var mı? Üniversite rektörlerinden bir teki karşı söz üretebiliyor mu?
Buna benzer daha yüzlerce karşılıksız soru çoğaltabiliriz elbette... Fakat yine de, bütün saldırılara karşın, cümlesi, sözü olan eğitimciler, sanatçılar ve kültür insanlarıyla Balçova’da bir araya gelip, “Eğitimde Adaleti ve Geleceği” konuşabilmek de, ülkenin aydınlık aklının hâlâ sapasağlam saklı kaldığını ve burdan başlayacak bir eğitim ve kültür seferberliğinin, ülkemizi bu karanlık döngüden çıkartacağını göstermiyor mu?
İşte bu inançla, bu uluslararası eğitim sempozyumuna katkı koyan, başarıyla gerçekleştiren kişi ve kurumlara teşekkür ediyorum.
YA BOKO HARAM YA ÇAĞDAŞLIK
Yukarıda söylediklerime; Pakistan İslamabad Üniversitesi'nden Dr. Faruk Saleem'in araştırmasını da eklemeliyim. Çünkü bu araştırmanın sonuçları laik cumhuriyetle savaşan bir iktidarın Türkiye Halkını hangi ülkelerin ve toplulukların yanına sürüklemeye çalıştığını çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor. İslam dünyası içindeki laik Türkiye'nin her zaman neden bir adım önde durduğunu ve bu iktidarın yaptıkları ile bir adım sonrasını nasıl göremediğinin de altını kalınca çiziyor. Çünkü Yeni Osmanlıcı ruh hali, din merkezli bir eğitim öngörüyor. Bunun sonucu olarak Mısır'da Mursi'yi, Suriye'de El Nusra'yı destekleyenler, sözgelimi Nijerya'da Boko Haram (Eğitim Haramdır) gibi çağdaşlık düşmanı kanlı örgütleri desteklemek zorunda kalabiliyor... Suyunu, insanlığın binlerce yıldır akıttığı bilgi pınarından içmezsen, Boko Haram benzeri, b.. batmış örgütlerin döktüğü kandan içersin. Bunun ortası yoktur. Ya çağdaş yaşamın ışığından yana olursun, ya da Boko Haram’ın karanlığından. Bu araştırmada göreceksiniz ki İslam ülkelerini yönetenler her zaman Boko Haram’ın karanlığından yana durmuşlar. Antiemperyalist ulusal savaştan bu yana, yani 100 yıla yakın bir zamandır cehalet ve karanlıkla savaşan Türkiye insanını, yeniden o karanlığa sürüklemek için ellerinden geleni yapanlar bilmeli ki, karanlıkla aydınlığın savaşını her zaman gün kazanır.. İşte o araştırmadan kimi çarpıcı başlıklar:
İslam Konferansı Örgütü’nün (OIC) 57 üyesi var ve bu ülkelerin tümünde sadece 500 üniversite bulunmaktadır. Yani üniversite başına 3 milyon Müslüman düşmektedir. Başka bir deyişle 3 milyon kişi için bir üniversite yapılmıştır (Bunların kalitesi de başka bir sorundur!) Fakat sadece ABD’de 5 bin 758 üniversite vardır.
Shanghai Jiao Tong Üniversitesi tarafından 2004 yılında hazırlanan “Dünya Üniversitelerinin Akademik Deger Listesi” ne Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerin hiç birinden ilk 500’e giren tek bir üniversite yoktur. UNDP tarafından toplanan verilere göre Hıristiyan dünyasında okuma-yazma bilenlerin oranı % 89 dur. Bunların %98 i ise en az ilkokul mezundur ve 100 kişiden 40 ı üniversite mezunudur. 15 Hıristiyan çoğunluğa sahip ülkedeki okuma-yazma oran ise %100’dür. Yani bu 15 ülkede okuma-yazması olmayan tek kişiye rastlamak olası değildir.
Müslüman ülkelerde durum bunun zıddıdır:100 kişiden sadece 40 ı okuma-yazma bilir ve herkesin okuryazar olduğu bir tek Müslüman ülke bulunmamaktadır. Bunların %50’si ilkokul mezundur ve sadece %2’si üniversiteyi bitirmiştir.
ABD’de toplam bilim insanı sayısı 4.000, Japonya’da 5.000’dir. Müslüman çoğunluğa sahip 57 ülkedeki toplam bilim adamı sayısı ise sadece 230 kişidir. (Akademisyenlerin hepsi bilim insanı değildir. Bilim insanı demek, pozitif bilimlerle aktif olarak uğraşan kişi demektir.) Ve her 10 milyon Müslüman kişiye sadece 1 bilim insanı düşmektedir.
Teknisyenler bakımından Müslüman çoğunluklu Arap ülkelerdeki durum daha da kötüdür: Her 1 milyon Müslüman Arap nüfus içinde 50 teknisyen bulunmaktadır. Hıristiyan dünyasında ise her bir milyon kişi içinde 1000 teknisyen bulunmaktadır.
N E D E N? Yanıt: Kalitesiz-ezberci eğitim ve ARGE’ye (araştırma geliştirmeye) yeterli kaynak ayrılmaması. Çünkü Müslümanlar gayri safi milli gelirin yalnızca % 0,2 sini araştırma-geliştirme bütçesi olarak ayırıyor. Buna karşın Hıristiyan dünyası araştırma-geliştirmeye % 5 oranında, yani 25 kat daha fazla fon ayırmaktadır.
SONUÇ: İslam dünyası yeni bilgi üretebilecek kapasiteden yoksundur. Ayrıca dünyanın ürettiği bilgiyi kendi halklarına öğretmekte de başarısızdır. Bunun kanıtı ise ileri teknoloji ihracat rakamlarında saklıdır: Pakistan’ın ileri teknoloji ihracatının toplam ihracatın içindeki oran %1’dir. Suudi Arabistan, Kuveyt, Fas ve Cezayir’in ise % 0,3’tür. Singapur’da bu oran % 58′dir.
İlginçtir, Müslüman 57 ülkenin gayri safi milli hâsılalarının toplamı 2 trilyon doların altındadır. Buna karşın 310 milyonluk ABD tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretmekte; Çin 8 trilyon dolar, Japonya 3,8 trilyon dolar ve Almanya 2,4 trilyon dolarlık üretim yapmaktadır. (Satın alma gücü eşitlenerek hesaplama yapılmıştır.)
Mal ve hizmet üretimi İspanya’da 1 trilyon doların üzerindedir. Katolik Polonya 489 milyar dolarlık mal ve hizmet üretimi gerçekleşmektedir. Budist Tayland 545 milyar dolar değerinde mal ve hizmet üretimi yapmaktadır. İşin daha acıklı tarafı ise şudur: İslam Dünyasının gayrisafi milli hâsılasının tüm dünya gayri safi milli hâsılası içindeki oranı hızla azalmaktadır...
Evet kimi sonuçlar böyle... İnsanlığın ortak değerlerine ne pahasına olursa olsun sahip çıkmamız gerektiğinin altını bir kez daha çizebildim mi bilemem. Fakat karanlıkla savaşımın asla durmaması gerektiğini kesinlikle ve yeniden söyleyebilirim.