Kılıçdaroğlu’nun ABD gezisine takılanlar, Erdoğan’ın Amerika ziyaretlerini unutuyor
NATO Bloğu’na ilişkin, “uzun yıllara dayalı münasebetleri güçlendirmeyi amaçladıkları”nı dile getirmeyi ihmal etmeyen Kemal Kılıçdaroğlu, iktidara gelmeleri durumunda Rusya ile karşılıklı ilişkilere dair düşüncelerini ise nispeten yakın zamanda şu sözlerle ifade etmişti: “Karşılıklı saygı temelinde iki ülkenin pozisyonlarını değiştirmesi için neden olmadığı kanısındayım. Aksine bu pozisyonların, yeni denemelerde bulunmak yerine, daha da güçleneceği kanaatindeyim.” Görüldüğü gibi; kıvrak, ihtiyatlı ve aynı zamanda sofistike bir dil kullanan CHP Genel Başkanı’nın, muhalefetin ortak adayı olarak gösterilmeden önce ABD’ye bir ziyaret gerçekleştirilmesi, hükümet yanlısı veya iktidar bağlantılı kimi medya organlarının, kendisini eleştirmek için yepyeni bir neden daha bulmalarına vesile olmuştu. İktidar basının saldırılarındaki başlıca iddiası, Kılıçdaroğlu’nun söz konusu Amerika gezisinde güya iktidardaki Demokrat Parti’nin desteğini aldığı biçimindeydi. ABD’nin halen Türkiye’nin en yakın ve kuvvetli askeri müttefiki olması durumunun her şeye rağmen değişmemiş olması gerçeği bir tarafa, Tayyip Erdoğan’ın henüz başbakan dahi seçilmemişken (2001) Amerika’ya gidip o zamanın başkanı oğlan Jorc Buş tarafından kabul edilmesi ve de Beyaz Saray ve Kongre’den çok sayıda önde gelen sima ile buluşmuş olması tarihsel gerçeği bu noktada bir kez daha hatırlatılmalı. Dahası; Erdoğan yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde 2013 yılında daha başbakan iken ABD’ye bir kez daha gidip, o zamanki başkan Barak Obama ile müzakerelerde bulunmuştu.
Kılıçdaroğlu’nun Suriye konusundaki çizgisi dış dünyaya güven veriyor
Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu her şeyden önce, ‘komşu devletler arası dostane ilişkilerin ehemmiyeti’ne doğrudan ve dolaylı demeçlerle defalarca vurgu yaparak Rusya ile yıllar boyu tesis edilen ilişkilerde bir gerileme olmayacağının sinyallerini vermişti. Öte yandan Kılıçdaroğlu’nun, Türkiye’yi olduğu kadar Suriye’yi de derinden sarsan zelzeleden sonra bizzat Suriye Devlet Başkanı Başar Asad’a gönderdiği taziye mektubunda Şam ile çok yönlü diyalogun yeniden kurulmasının önemine dikkat çekmiş olması da Moskova tarafından olumlu anlamda not edilerek; CHP liderinin başkan seçilmesi durumunda Rusya’nın kırmızı çizgilerine fazlasıyla hassasiyet gösterip, bölgesel jeopolitik konularda oldukça uyumlu ve yapıcı bir politika güdeceğinin kuvvetli bir göstergesi olarak algılandı. Yukarıda altı çizilenler; seçimlere sadece beş hafta kala Erdoğan’ın artık salt iç politikada değil, dış politikada da giderek ‘dersine çok daha iyi çalışmış’ bir rakip ile karşı karşıya olduğunu kanıtlıyor. Gene de bütün bunlar, hemen hemen tüm seçim anketlerine bakıldığında favori olarak gösterilen Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim zaferinin garanti olduğu anlamına gelmiyor tabii ki. Yalnız kesin olan bir şey var ki o da; CHP ve muhalefetin cumhurbaşkanı adayının soy ismindeki “Kılıç”ın, on yıllardır partisi için adeta kanayan yara konumundaki dış politika konseptindeki tıkanıklık ve çelişkiler yumağının oluşturduğu “Gordiyon Düğümü”nü çözme yolunda ilerlenmekte oluşu…