‘MİT haberi’ davası başladı: İşte savunmalar

Yayın tarihi: 9 Eylül 2020 Çarşamba 12:14 pm - Güncelleme: 9 Eylül 2020 Çarşamba 5:46 pm

Libya’da hayatını kaybeden MİT personelinin cenaze törenine ilişkin haber yaptıkları için yargılanan gazetecilerin olduğu davada kararın açıklanması için duruşmaya saat 19.00’a kadar ara verildi.

Duruşmayı CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek, CHP Milletvekilleri Sera Kadıgil, Mahmut Tanal, Sibel Özdemir, Sezgin Tanrıkulu, Ünal Demirtaş, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun da aralarında bulunduğu çok sayıda siyasetçi, avukat ve milletvekili takip ediyor.

Duruşmanın başlamasıyla dün mütaalasını mahkemeye sunan savcı, tüm sanıkların cezalandırılmasını, Kılınç, Pehlivan ile Ağıerl’in tutukluluk halinin devamını ve Erk Acarer’in dosyasının ayrılmasını istedi.

HÜLYA KILINÇ: ‘SADECE GAZETECİLİK YAPTIM’

Mütalaanın okunmasının ardından savunmasına başlayan Hülya Kılınç, “Mahkemeniz huzurunda vermiş olduğum savunmayı tekrar ediyorum. Benim yaptığım iş sadece gazeteciliktir. Şehidin Manisa’da resmi törensiz defnedilmesini haber yaptım. Haberde yayınlanan fotoğrafta MİT personelinin olduğunu bilmiyordum. Bilmem de mümkün değildir” dedi.

Kılınç, savunmasına şu şekilde devam etti:

“Herhangi bir iz, emare de bulunmamaktadır haberde. Yaptığım gazetecilik faaliyeti gizli, gizemli gibi yansıtılmıştır. Bu fotoğraflar gizlice çekilmemiştir. Akhisar Belediyesi’nden temin edilmiştir. Bu fotoğrafları haber değeri taşıdığı için kullandım. Bu fotoğrafa bakarak karede MİT personeli olduğunu anlamam mümkün değildir. Ben cenazeyi taşıyan köylülerin fotoğrafı diye kullandım. Bu fotoğrafta MİT personeli var diye ifşa eden ben değilim, savcılıktır. Teşkilat Başkanı yazılı çelenk de benim haberimden önce sosyal medyada yer almıştır ve haber değeri vardır. Ben yalnızca gazetecilik yapmak, kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla haberi hazırladım. Tutukluluğumun kaldırılması ve beraatimi talep ediyorum”

BARIŞ PEHLİVAN: KOĞUŞTAN ÇIKINCA BİR SES DUYDUM…

Kılınç’ın ardından Barış Pehlivan savunmasını yaptı. Pehlivan savunmasına, “Sayın Başkan, değerli üyeler… Dün akşam televizyonda Hababam Sınıfı vardı. Ne acı… Hababam’ın ünlü yazarı Rıfat Ilgaz, Sınıf kitabının mimli yazarı olarak yan koğuşumdaydı” diyerek başladı.

“Sabah oldu… Koğuştan çıkınca bir ses duydum. ‘Benim bu memlekete ihanet etmeme imkân yoktur’ diyordu. Sabahattin Ali belli ki savunmasına hazırlanıyordu” diyen Pehlivan, savunmasına şöyle devam etti:

“Uzaktan Nâzım Hikmet’i ve Orhan Kemal’i gördüm. Cezaevinin dokuma atölyesine gidiyorlardı. Kadınlar koğuşunun yanından geçtim. Sevgi Soysal sabah sayımı sonrası avluda şarkı söylüyordu.
Cezaevi aracına bindim. Bir yayıncı içinde dövülüyordu. Adı İlhan Erdost’tu. Adalet Sarayı’na giden yolda insanlar öldürülüyordu. Gördüm, arabasının içinde kurşunlandı Abdi İpekçi. Meşale elden eleydi ya…

O cinayeti işleyenlerin peşini bırakmayan bir “Sakıncalı Piyade” vardı. “Atatürkçüyüm, öyleyse vurun” derdi. Uğur Mumcu’ydu. Şehrin içinden geçti cezaevi aracı. Küçücük penceresinden izledim; bu ülkeye sevdalı bir gazeteci yerde yatıyordu. Hrant Dink’ti adı.

Girdik sonunda adliyenin eksi 7’nci katına. Aşağısı spor salonu gibiydi. Oracıkta boynunda fotoğraf makinesiyle bir genç adam vardı, Metin Göktepe idi o. Yukarı çıkmaya başladık. Davalar görülüyordu salonlarda. Savcıların kendilerinden emin seslerini duydum. Ne var ki, onların bugün söylediklerini, ben yıllar önce Necip Hablemitoğlu’ndan okumuştum. Sonra koridorda, askerlerin arasında İlhan Selçuk’la karşılaştım. İşkenceyi akrostişle yazmıştı ifadesinde.

Ve şimdi… Siz de duyuyorsunuzdur; yandaki duruşma salonunda Aziz Nesin darbecilere karşı Aydınlar Dilekçesi’ni savunuyor. Sayın Heyet hayal mi bu anlattıklarım? Adını andığım tüm isimlerin bugün mezarda olması, anlattıkları gerçeğin de gömülü olduğu anlamına mı gelir? Kuşkusuz hayır!

Birgün hepimiz olmayacağız ama onların uğrunda bedel ödedikleri harfler yaşayacak. O halde… Onları görerek geldiğim bu davada, hiç sevilmiyor diye de gerçeği aramaktan vaz mı geçeyim? Farkındayım, benden bunu isteyenler var. Ama, hayır!

Altında ezilmektense, gerçekleri sırtlamaya devam edeceğim. Bu yüzden başlıyorum.

‘CUMHURBAŞKANI, MUHTAR CEMALİ MERTER, ONLARCA SOSYAL MEDYA HESABINDAN ÖĞRENDİK’

Somut gerçeği 5 maddede özetlemeliyim:

1- Şehit cenazesi haberi yayınlayarak suç işlediğim söyleniyor. Biz, Libya’ya TSK ve MİT mensuplarının gittiğini, Libya’da şehitlerimiz olduğunu, şehitlerimiz arasında MİT mensuplarının da olduğunu, şehit olmalarının nasıl gerçekleştiğini, şehitlerin açık kimliklerini/ fotoğraflarını/ memleketlerini/ mezarlarının nerede olduğunu, hangi görevlerde ne kadar süre çalıştıklarını ve ailelerinin kimlik bilgilerini… Sırasıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan, Muhtar Cemali Merter, onlarca sosyal medya hesabı, Milletvekili Ümit Özdağ ve onlarca haber sitesi ile gazeteden öğrendik.

Özetle; şehit MİT mensubuna dair fotoğraflar ve bilgiler, Odatv’den çok önce açıklandı, yayınlandı ve yayıldı. Yani bizim yayınladığımız haberde şehit MİT mensubuna dair bize özel hiçbir yeni olgu yok.

2- Bu gerçeğe rağmen biz hem şehidin ailesini hem de MİT Kanunu’nu düşünerek ekstra bir hassasiyet gösterdik. Ve daha önce ifşa olmasına rağmen, şehidin soyismini, ailesinin isimleri ile soyisimlerini, cenazenin kaldırıldığı köyün adını yayınlamadık.

‘MİT MENSUBU OLDUĞUNU İLK KEZ İDDİANAMEDEN ÖĞRENDİK’

3- İddia makamı da bu yadsınamaz gerçeğin farkında olarak, bizi asıl şehit cenazesinden bir kareyle suçladı. Gizli çekilmediği ortaya çıkan, şehidin tabutunun taşınma karesinde MİT mensuplarının da olduğunu iddia ettiler. Ve biz, ilgili bir adet fotoğrafta MİT mensubu olduğu iddiasını ilk kez iddianameden öğrendik.

Yani ifşayı savcılar yaptı. Ki Odatv’nin haberinde o fotoğrafta kaymakam, siyasi parti temsilcileri ve vatandaşların olduğu yazıyordu. Sözün özü, yazmadığımız hatta ima dahi etmediğimiz bir şeyle suçlanıyoruz.

‘SAVCILAR, MİT MENSUBU OLDUĞUNU BİLMEDEN PAYLAŞIMLARI AKLADI’

4- Kaldı ki savcılar kaleme aldıkları iddianamede, MİT mensubu olduğunu bilmeden yapılan paylaşımları akladı. İddia makamının kendi oluşturduğu bu suçsuzluk karinesini ve kıstasını kullanıp net olarak söyleyebiliriz ki; Odatv’nin yayınladığı tabut taşıma karesinde de bir suç olmadığı tartışmasız bir gerçektir.

5- Nihayetinde basit denklem şu: Hülya Kılınç ya da şehidimiz Manisalı olmasaydı bu haber yapılmayacaktı. Diğer MİT mensubunun cenaze haberinin Odatv’de olmaması da bunun kanıtı. Bu ayrıca, savcıların iddia ettiğinin aksine bizim MİT mensubu ifşa etmek gibi bir planımız ve kastımız olmadığının da delilidir. Sadece gazetecilik saikıyla hareket ettik.

MURAT AĞIREL: AMACIMIZ MAHKEMENİZİ TÖHMET ALTINDA BIRAKMAK DEĞİL, UYARMAKTIR

Pehlivan’ın ardından Murat Ağırel ise, “Elime aldım iddianameyi pardon mütalaayı arkasından istenen cezayı görünce yine boşa umutlandığımı anladım. Bütün hakkımdaki suçlamanın sadece bir kelimeye indirgendiği bir yerde tekrardan mütalaanın içinde böyle bir şeyin yer almasını anlamıyorum. Sputnik’te kitabım hakkında yaptığım 15 dakikalık görüşme iddianamede yer aldı” diyerek savunmasına başladı.

“Bir gazeteci olarak; yaşadığım adaletsizliği, hukuksuzluğu adalet ve hukuk ile savunmak için yeniden huzurunuzda bulunuyorum” diyen Ağırel savunmasına şöyle devam etti:

“İnsanları adalet cezalandırıyor’ inancının, ‘insanlar insanları cezalandırıyor’ inancına dönüştüğü, ismi yüz yıl önce hürriyet isteyen ve sonucunda kapıları ‘mim’ harfi ile işaretlenen zabitler gibi, yani ‘mimlenen’ bir gazeteci olarak; yaşadığım adaletsizliği, hukuksuzluğu adalet ve hukuk ile savunmak için yeniden huzurunuzda bulunuyorum.”

‘MÜTALAAYI GÖRÜNCE BOŞA UMUTLANDIĞIMI ANLADIM’

“Elime aldım iddianameyi pardon mütalaayı arkasından istenen cezayı görünce yine boşa umutlandığımı anladım. Bütün hakkımdaki suçlamanın sadecce bir kelimeye indirgendiği bir yerde tekrardan mütalaanın içinde böyle bir şeyin yer almasını anlamıyorum. Sputnik’te kitabım hakkında yaptığım 15 dakikalık görüşme iddianamede yer aldı.

Savcılık mütalaasında da aynısı yer alıyor. Ben bunları yaşadım. Ergenekon davasında da yaşadım. Biz bunları adaletle aşacağız. Siyasi gücün mahkeme salonlarına girmeseni engelleyerek yapacağız bunu. İnsanlık tarihi boyunca üzerinde durulan en önemli konulardan biri adalettir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, adaleti bağımsızlık ile eşdeğer görmüştür. Mahkeme kavramı, Arapçadan gelir, akla başvurmak suretiyle muhakeme edilen, hüküm verilen yer demektir. İnsan, diğer canlılardan farklı olarak aklıyla öne çıkar. Akıllı olmak, mevcut doneleri kafamızdaki şemalara göre değil olduğu gibi değerlendirmektir. Adalet ise, adil olmaktan, yani dengeli ve ölçülü olmaktan gelir. Adaleti uygulamak demek doğruluğu hâkim kılmaktır.”

‘FETÖ’NÜN BOŞALTTIĞI YERE PETÖ MÜ GELDİ DİYE…’

“Akıllanmıyoruz, düşünmüyoruz, ders çıkarmıyoruz. Adil olanın güçlü, güçlü olanın da adil olmadığı sürece biz tekrar tekrar bu durumları yaşayacağız. Dün yargıda örgütlenen FETÖ’den bahsediyorduk. Bugün adaletten, yargının bağımsızlığından, hukukun üstünlüğünden bahsetmemiz gerekirken, oturmuş FETÖ’nün boşalttığı yere METÖ mü geldi, PETÖ mü geldi diye tahminler yürütüyoruz. Yarın daha başka bir yapıdan bahsedeceğiz. Yargı bağımsız, adil ve cesur olmadıkça yargıyı ele geçirmek isteyen siyasi güçlerin desteklediği yapılar ve bu yapıların emir eri olmuş savcı ve hâkimlerden bahsetmeye devam edeceğiz.

Amacım mahkemenizi töhmet altında bırakmak değildir. Aksine uyarmaktır. Çünkü FETÖ kumpas davaları döneminde ne yaşadıysak bu dava sürecinde de noktası ve virgülü ile aynısını yaşadık ve yaşıyoruz. Kumpas davaları düzmece belge, sahte delil, gizli tanık, yalan ve iftiraya dayalı zorlama yorum ve varsayımlarla üretilmiş suçlamalardan oluşuyordu. Bugün yargılandığımız bu dava da aynı özellikleri taşıyor.

O günkü davalarda da masumiyet karinesi yok sayılıyordu. Bugün de yok sayılıyor. O gün de tutuklamalardan önce gazetelerde hedef gösterilip linç ediliyorduk bugün de. O gün iddianameler teknelerde, kapalı kapılar ardında hazırlanıyordu ki bu ortaya çıktı. Bugün de yalılarda hazırlandığı konusunda bir algı var. O gün gazeteler iddianame yazıyor, TV kanallarında yargılama yapıyor, köşe yazarları hüküm veriyordu bugün de böyle bir algı var. O gün de mahkemelerde savcılar, yargıçlar bizi dinlemiyor, dilekçelerimizi okumuyordu bugün de bizleri dinlemiyor ve dilekçelerimiz okunmuyor. O gün de kararlar kes kopyala yapıştır şeklinde veriliyordu bugün de böyle bir algı var. Yani biz aynı Kumpas davaları sürecini yaşıyoruz.”

‘SİYASİ BİR DAVA’

“Ben bunun siyasi bir dava olduğunu düşünüyorum. Eğer hukuki bir dava olsaydı ilk duruşmada kovuşturmaya yer vermeden hepimizi gönderirdi. İlk celsede de anlattım benim amacım ifşa değildir, sadece şehidimiz yad ettim bütün amacım budur. Geçtiğimiz aylarda AKP Medya İletişim Başkan Yardımcısı Emre Cemil Ayvalı, katıldığı bir programda bir itirafta bulundu. “Biz, Kemalistler ile Fethullahçıları birbiri ile çarpıştırdık” dedi. O çarpıştırma dediği kumpas davaları oluyor. O davalarda Türk Ordusunun şerefli subayları, gazeteciler, yazarlar yargılandı hapsedildi. Murat Özenalp, Cem Aziz Çakmak, Kuddusi Okkır, Ali Tatar, Kaşif Kozinoğlu, Emcet Olcaytu, Türkan Saylan, İlhan Selçuk o günlerde hayatlarını kaybettiler. O davalarda ben de yargılandım.”

‘SORUYORUM ŞİMDİ SAYIN BAŞKAN…’

“Soruyorum şimdi Sayın Başkan. Acaba şimdi kiminle kimler çarpıştırılıyor ki, biz yine böylesi bir davada yargılanıyoruz? Yine ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ diyerek bir uzlaşma sonucu mu tutuklandık? Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve ben FETÖ ile mücadele eden, kumpas davalarında yargılanmış ve yeni 15 Temmuzlar olmasın diye çalışan, yazan ve anlatan kişileriz. Şu anda yaşadığımız dava süreci ve yöntemler Kumpas davaları ile aynı demiştim. Biz yine neyin bedelini ödüyoruz? Bu soruların cevabını kim verecek?”

Murat Ağırel’in avukatı Ziya İlker Göktaş da “Eğer cenaze töreninde gizlenecek bir şey varsa MİT önlem almalıydı” dedi.

BARIŞ TERKOĞLU: SEÇİLMİŞ SANIKLAR İÇİN BÖYLE BİR ÖZELLİK VAR, ‘SORUŞTURMA BİLE AÇILMADAN HÜKÜM VERİLİYOR’

Ağırel’in ardından ilk duruşmada tahliye edilen gazeteci Barış Terkoğlu savunma yaptı.

“Sayın Başkan, Sayın Üyeler, biliyorum, hakkımda karar vereceksiniz. Beni doğrudan ilgilendirse de affedin ama merak etmiyorum” diye başlayan Terkoğlu, şunları söyledi:

“Sayın Başkan, Sayın Üyeler, biliyorum, hakkımda karar vereceksiniz. Beni doğrudan ilgilendirse de affedin ama merak etmiyorum. Hatta sonucu yine beni ilgilendirse de önemsemiyorum. Çünkü seçilmiş sanıklar için yaratılmış böyle davaların bir özelliği var. Daha soruşturma bile açılmadan hakkınızda hüküm veriyorlar. Gözaltına bile alınmadan cezanız kesiliyor. Savcılar iddianame hazırlamak için gösterecekleri çabayı yandaşlarına evrak sızdırmaya harcadıkları için, duruşmaya çıkmadan iddia tüketiliyor. Haberlerin savcı bilgisayarında mı yoksa iddianamelerin bazı gazetelerde mi yazıldığını bilmediğimiz bu davada, özür dilerim ama hüküm anına bir şey bırakmadılar. Öte yandan insan kendisine verilmiş ömrü kendi eylemleriyle dolduruyorsa asıl olan kendi yazdığı hükümdür.

Sayın Hakimler 3 ay önce tahliye kararım okunduğunda bu salonu üzüntüyle terk ettim. Zira ardımda bıraktığım adaletsizlik, önümde açılan kapılara sevinmeme engel oluyordu. Çalışma arkadaşım Barış Pehlivan vedalaşırken, ‘Sen buraya geri dönmeyeceksin ben çıkacağım ona göre’ diye beni uyardı. Tekrar içeri girmedim ama 3 ay içinde yargının kimi unsurlarıyla yine karşı karşıya geldik.

‘DOĞRU YAPTIK, İYİ Kİ YAPTIK’

“Mutlaka okumuşsunuzdur. Yıllardır devlet protokolünde gördüğümüz, önemli kişilerin önünde eğildiği, elini öptüğü bir tarikat şeyhi 12 yaşında bir çocuğu istismar etmişti. Günlerce olayın izini sürdük. Şeyh öyle güçlüydü ki insanlar yaşadıklarını anlatmaya çekiniyordu. İstismar edilen çocuğun aynı tarikatın müridi olan babası jandarmanın önünde kemikleri kırılıncaya kadar dövülmüştü. Trajedi yaşayan aile tehdit ediliyordu. Bir ses çıkarmak gerekiyordu. Haber yaptık, çığlık oldu. Bütün ülke duydu. Hakkımızda yine soruşturma açıldı ama biz ‘Doğru yaptık, iyi ki yaptık’ dedik.”

Sayın Hakimler, yıllardır halkımızın dini duygularını sömüren, insanları dini kullanarak peşinden sürükleyen bir şeyh büyük bir günah işliyor. Fakat Tanrı’dan korkmuyor. Yıllardır kamu görevlilerinin en yakınında olan bir şarlatan büyük bir suç işliyor. Fakat yargıdan korkmuyor. Buna karşın her türlü hakareti ettiği Odatv’den korkuyor.”

‘BİR USLANDIRMA DAVASI’

“Ben huzurluyum. ‘Çok şükür’ diye iç geçiriyorum. ‘Gazetecilik budur’ diyorum. Otoritelerle savaşmadan, yerleşik olanla kavga etmeden, güç sahiplerini karşınıza almadan çürümüş dallara baltayı vuramazsınız. Emin olun; sözün, harfin, kelimenin yayını her gerdiğinizde size “Sslu dur” diyen bir savcı karşınıza çıkıyor. Bugün yargılandığımız dava da bir uslandırma davasıdır. Benim için bu nedenle de hükümsüzdür. Kendim için değil, ülkem için, adalet için tek dileğim; kararınız başından sonuna suç olan bu soruşturmanın, bu iddianamenin, bu davanın, bu mütalaanın devamı olmasın. Bırakın bu suç, bu kağıttan kuleyi kuranların üstüne devrilsin.”

FERHAT ÇELİK: 7 AYDIR GAZETECİ OLDUĞUMUZU İSPAT ETMEYE ÇALIŞIYORUZ

Terkoğlu’nun savunmasının ardından duruşmaya 10 dakika ara verildi. Duruşmanın tekrar başlamasıyla tutuksuz yargılanan gazeteci Ferhat Çelik savunma yaptı.

Çelik’in savunması şu şekilde:

“İlk duruşmada savunmamı etraflıca verdiğim için iddia makamının mütalaasına cevaben bazı hatırlatmalarda bulunmak isterim. Biz tam 7 aydır casus değil de gazeteci olduğumuzu ispatlamaya çalışıyoruz.

Tutuklandığımız günleri biraz hatırlatmayı önemli buluyorum. İdlib’de müttefik denilen Rusya’nın havadan bombalaması sonucu 33 Türk askeri yaşamını yitirmişti. İnanılmaz militarist bir söylem tutturulmuş, bu koroya katılmayan veya eleştiren medya organları ise açık hedef haline getirilmişti. Tüm bu etkilerle birlikte masa başında acemice üretilen ve nereden tutarsanız tutun elinizde kalacak olan bir suçlamalar silsilesiyle itham edildik.

Defaatle vurguladığımız gibi ne bu haberden istihbari bir suç oluşturulabilir ne de Yeni Yaşam gazetesinden casusluk faaliyeti çıkar.

‘HABER İLK KEZ YENİ YAŞAM GAZETESİNDE ÇIKMADI’

“Önceki duruşmada da söylemiştim. Biz Yeni Yaşam gazetesi olarak bu haberi Yeni Çağ gazetesi ve yazarlarından alan T24 internet sitesinden derleyip kullandık. Yani iddia edildiği gibi bu haber ilk kez Yeni Yaşam gazetesinde çıkmadı. Haberin içinde zaten hangi kaynaklardan temin edildiği açıkça yazılıyor. Kaldı ki internet yoluyla ya da başka bir şekilde kamuoyuna açıklanan bir bilginin daha sonra yazılı basında yer alması özel bir suç oluşturamaz.

“Yayıncılıkta oldukça sıradan kabul edebileceğimiz bir faaliyettir bu. Senin ulaşamadığın bilgilere başka gazeteciler ulaşabilir, sen de gündemden geri kalmamak adına kaynak göstererek bu haberlere sayfanda veya internet sitende yer verebilirsin. Savcılık bizden önceki yayın organlarını es geçip doğrudan Yeni Yaşam gazetesinin ifşa suçunu işlediğini ileri sürüyor. Tabii ki bizim yaptığımız gibi diğer yayın organlarının yaptığı gazeteciliktir. Bu gözle olaya yaklaşılması daha doğru olur.

‘HABERLERİMİZİN NERESİNDE MİT MENSUBU YAZIYOR?’

“Her şeyi bir kenara bırakıp, bu haberin ilk kez bizde yayınlandığı savı üzerinden gidelim. Peki haberlerimizin neresinde yaşamını yitirenlerin MİT mensubu olduğu yazıyor? Adı geçen personellerin önlerine eklenen sıfatlar, açık biçimde bu kişilerin asker olduğu varsayımına dayanıyor.

MİT Kanunu’nda buna dair çok açık bir tanımlama var. Kanun diyor ki; Bir MİT personelinin kimlik bilgilerinin veya fotoğrafının bu niteliğini bilmeksizin veya eylemlerine yansıtmaksızın yayımlanması, yayılması veya açıklanması suç oluşturmayacaktır.”

‘MİT PERSONELİNİ İFŞA ETMEK GİBİ BİR KASTIMIZ YOKTU’

“Bu madde tam da bizim gazetemizde yayınlanan haberin durumunu özetliyor. Evet Libya’da birileri yaşamını yitirdi. Ve ülkenin en tepesindeki isim olan Cumhurbaşkanı kendi ağzıyla ilk kez bunu duyurdu. Bununla birlikte bir çok kesimden açıklamalar geldi. Genel kanı yaşamını yitirenlerin ordu mensubu askerler olduğu yönündeydi. Biz de gazete olarak bu iddiaları haberleştirdik. Hiçbir biçimde MİT personelini ifşa etmek gibi bir kastımız yoktu.

Kaldı ki mütalaada da iddianamedekine benzer bir yorumda bulunulmuştur. Bu yorum da tıpkı MİT Kanunu’ndaki ifade gibi biz Yeni Yaşam gazetesindeki haberimizin lehinedir. Mütalaadaki ifade aynen şöyle: ‘… Sanık (Murat Ağırel) tarafından yapılan ifşa eyleminden birkaç gün öncesinde şehitlerin MİT mensubu olduğu bilinmeksizin ve beyan edilmeksizin bir kısım paylaşımların yapıldığı tespit edilmiş ise de söz konusu paylaşımların hiçbirinde şehitlerin MİT mensubu olduğuna yönelik herhangi bir ibare veya ima bulunmadığı, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olduklarının belirtildiği anlaşılmıştır…’ ”

Çelik’in avukatı Özcan Kılıç söz aldı. Kılıç “Ne MİT yasası ne de TCK’ye göre bir suç işlenmiş değil. Ortada bir ihmal var. Gazetecilere yüklenen suçlarının oluşmadığını düşünüyoruz. Müvekkilimin adli kontrol şartının kaldırılmasını ve beraatini talep ediyorum” dedi.

Aydın Keser’in avukatı Sercan Korkmaz ise, “Suçun maddi unsurlarının gerçekten ortada olmadığı açık. Burada hayatını kaybeden görevlilerin askeri görevli oldukları özellikle vurgulanıyor…” diyerek, “…Buradaki muhattap Milli Savunma Bakanlığı olarak görülüyor ve görüşlerine yer veriliyor. Müvekkilimin adli kontrol şartının kaldırılmasını ve beraatini talep ediyorum” diye konuştu.

EREN EKİNCİ: MUHTAR İLE AYNI KONUMDAYIM AMA O TANIK BEN SANIĞIM

Duruşmaya SEGBİS ile bağlanan CHP Akhisar Belediyesi Basın Birimi görevlisi Eren Ekinci ise savunmasında şunları söyledi: “Hülya Kılınç dışında kimse tanımıyorum. Kasten suç işleme gibi bir düşüncem kesinlikle yoktur. Böyle bir düşüncem olsa fotoğrafları Whatsapp üzerinden değil, başka bir yolla gönderirdim.

“O gün belediye başkanı ve milletvekilimiz ile cenazeye katıldık. Herkesin gözü önünde çektim, gizli çekim yapmadım. Görevim gereği fotoğraf video ister gazeteciler benden. Ben de gönderirim kullanmak isterlerse değerlendirirler. Odatv ile hiçbir bağlantım yoktu. Tanık Muhtar Cemali Merter ile aynı konumdayım o tanık ama ben sanığım. Beraatimi talep ediliyorum”

Savunmaların ardından duruşmaya 45 dakika ara verildi.