Mesele 'Simurg' olabilmekte
Ferîdüddin Attâr namında bir şair, 1187 yılında bu cehaletten doğan kargaşayı anlatmak için bir kitap yazmış; Mantıku’t Tayr* “Kuş Dili…”
Perslere göre Simurg; Türk Mitolojisinde Tuğrul Kuşu yahut Zümrüdü Anka, Batılı kaynaklarda Phoenix, Arap Mitolojisinde Rukh; bilgi ağacının dallarında yaşar ve akıllara gelebilecek her şeyi bilirmiş. Öyle ki, bütün kuşlar ona inanır, başları sıkıştıkça Simurg’un kendilerine yardım edeceğini, onları hep zor durumlardan kurtaracağını düşünürlermiş.
Bir gün kuşların başına öyle büyük bir talihsizlik gelmiş ki, kuşlar ülkesi öyle karmaşık, öyle adaletsiz bir zamana ermiş ki kuşlar, Simurg’tan yardım istemeye karar vermişler. Beklemişler… Beklemişler… Her gün göğe yükselip yakarmışlar fakat Simurg bir türlü gelmemiş. Tam da umutların tükendiği bir anda, çok uzak ülkelerin birinde bir kuş, Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Kuşlar Simurg’un yaşadığını öğrenmenin sevinciyle ondan yardım istemek için bir toplantı düzenlemişler. Bütün kuşlar bu toplantıya katılmış… Hüthüt kuşu sırtında süslü kıyafeti ve başında tacı ile ortaya atılıp, kuşlara; uzun uzun geçtikleri karanlık süreçten kurtulabilmelerinin yollarını anlatmış. Sonra kuşlar hep beraber, Simurg’u bulmak için göğe uçmaya karar vermişler.
Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üstünde olan, görkemli Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya ulaşmak için yedi dipsiz, zorlu vadiyi geçmek gerekiyormuş ve bu vadilerden ilki “nefs” vadisiymiş: Burada hiçbir şeye sınır yokmuş. Zevke, sefaya, zenginliye hemen kavuşabilmek mümkünmüş. İnsanları anlatan masallardaki gibi; çalışmadan, uğraşmadan mevki makam sahibi bile olunabilirmiş. Öyle çok kuş vadinin sihrine kapılmış, öyle çok şey istemiş ki… Başta papağan tüylerini bahane ederek uçmaktan vazgeçmiş ve pek çok kuş bu vadiden ayrılmamış, burada çok kayıp vermişler…
İkincisi “aşk” vadisiymiş: Bu vadiye ulaştıklarında bütün kuşların gözü pembe bir iksirle kör edilmiş sanki. Gördükleri her biçimsiz şekli, taşları birer sülün, birer kuğu, değişik öten güzel tüylü canlılar sanmışlar. Her yan gül bahçesiymiş… Ve bülbül uçmaktan vazgeçmiş; güle olan aşkını hatırlayıp.
Üçüncüsü “cehalet” vadisiymiş: Her şey güzelmiş. Düşünmek, öğrenmek yokmuş. Simurg’u bile unutmuşlar. Nereye gittiklerinin ne önemi varmış ki. Gökyüzü işte her yerde aynıymış. Ağaç olsa, bulut olsa, taş olsa ne fark edermiş ki… Böyle böyle hiçbir şeyi önemsememişler; önemsemedikçe, düşünmemişler, düşünmedikçe unutmuşlar, unuttukça yükleri hafiflemiş… Ve balıkçıl kuşu bataklığı dünyanın en güzel yeri sanmış ve uçmaktan vazgeçmiş…
Dördüncü vadi “inançsızlık” vadisiymiş: Bu vadinin üstünden uçarlarken her şey anlamını yitirmiş. Ne olacakmış ki Simurg’u bulsalar, ne değişecekmiş! Zaten her yaşamın sonunda ölüm yok muymuş? Hem yol çok uzunmuş, tamamlanması mümkün değilmiş, tamamlasalar bile hiçbir işe yaramazmış, deyip geri dönmüş sülün ve daha bir sürü kuş…
Beşinci vadi “yalnızlık” vadisiymiş: Bu vadiye girince bütün kuşları bir korku sarmış. Bunca kuş arasında sadece kendileri varmış gibi endişeye kapılmışlar. Bir sürü kuş, yalnızca kendi karnını doyurmayı düşünmüş ve tek başına avlanmaya çıktığı için, daha büyük hayvanlara yem olmuş. Kalanlar tek başına hareket ettiği için yönünü kaybetmiş. Sanki kimse yokmuş gibi yapayalnız hissetmişler kendilerini ama milyonlarca kuş olduklarını unutmuşlar… Tavus kuşu “tek” ve herkesten güzel olduğunu söyleyip geri dönmüş yalnızlık vadisinden, burada da ziyadesiyle azalmışlar!
Altıncı vadi “dedikodu” vadisiymiş: Vadinin her köşesinde fısıltılar duyulmaya başlamış. En arkadaki kuş, Simurg’un yeniden doğuşta tüylerinin yandığını söylemiş. Öndeki kuş bunu duymuş, yanan tüylerin tekrar çıkmadığını söylemiş. Bir öndeki kuş bunu duymuş, yanan tüyleri çıkmadığı için Simurg’un gizlendiğini söylemiş. Bir öndeki kuş bunu duymuş, morali bozuk olduğu için Simurg’un, saklanırken, onu görenlere zarar verdiğini söylemiş. Daha öndeki kuş bunu duyunca, herkese zarar veren Simurg’un, dayanamayıp kendini öldürdüğünü söylemiş. En öndeki kuşa, gitmeye gerek kalmadığı, Simurg’un toprak olduğu bilgisi gelmiş ve birçok kuş dedikodu vadisinden geri dönmüş…
Yedinci ve son vadi “ben” vadisiymiş: Kuşlar bu vadiye girer girmez, içlerinde değişik bir his uyanmış. Kiminin kanadı biçimsiz gelmiş kimine. Diğeri, her şeyi bildiğini iddia etmiş. Yanlış yoldan gidiliyor diye kargaşa çıkmış, her kafadan bir ses çıkıyormuş… Herkesin bir fikri varmış ve kendi fikri en doğruymuş. Sanki milyonlarca farklı yol varmış gibi… Hepsi en önde lider olmak istemiş, öne geçmek için birbirlerini ezip durmuşlar… Vadiden çıkıp “ben” den uzaklaşana değin sürmüş bu kargaşa.
Ve nihayet bütün bu zorlu vadilerden geçerek Kaf Dağı’na vardıklarında, yola çıktıkları milyonlarca kuştan geriye sadece 30 kuş kaldığını görmüşler. Yuvaya vardıklarında öğrenmişler ki “si” otuz, “murg” kuşmuş ve Simurg; “otuz kuş” demekmiş. Onların hepsi tek tek ve otuzu birden Simurg’muş. Yani kurtarıcı, bilge, bütün sorunları çözecek ve iyiliği yeniden egemen kılacak olanlar onlarmış!
Ülkemizi son 17 yıldır yönetenler; umudu, ışığı, iyiliği arayan insanları; “nefs”, “aşk”, “cehalet”, “inançsızlık”, “yalnızlık”, “dedikodu”, “ben” vadilerinde öylesine baskıladılar ki, yeni insan küllerinden doğabilme erdemini unuttu. Bunun için ki yıllardır kafeslerdeyiz, bataklıktayız, çukurdayız! İstanbul seçimleriyle başlayan uyanış; hepimizin birden ve hepimizin tek tek Simurg olduğumuzu yeniden hatırlattı, bundan vazgeçebilir miyiz artık?
*Mantıku’t- Tayr; Gülşehri’nin 1317’deki çevrisi ve Enfel Doğan’ın yeniden düzenlemesi ile Everest Yayınları tarafından Ağustos 2016’da yeniden basılmıştır.