Tele 1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın mahkeme savunmasının bant çözümleri yayımlandı. Savunmasında, yargılananın sadece kendisi olmadığını belirten Merdan Yanardağ, "Bu bir düşünce ve ifade özgürlüğü davasıdır. Anayasal bir hakkın gasp edilmesini talep eden bir savcılık makamı olamaz." vurgusu yaptı.

Gazeteci ve Tele 1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ’ın yargılandığı İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi gerekçeli kararını yayınladı. İlk duruşmada (4 Ekim 2023) tahliye edilen Yanardağ hakkında verilen 2 yıl 6 aylık hapis cezasının nedenlerini, bu gerekçeli kararda açıklamaya çalıştı. İstanbul (Çağlayan) Adliyesi’nde yapılan karar duruşmasının bant kayıtlarının çözümü de bilirkişi tarafından yapılarak dosyaya konuldu.  Haberde altta, mahkeme tutanaklarının tam metnini okuyabileceksiniz. Ama önce Merdan Yanardağ'ın  savunmasından öne çıkan çok çarpıcı bölümler:
‘Hukuksuzluğa boyun eğmeyeceğim, Türkiye boyun eğmeyecek, bu halk boyun eğmeyecek’!
https://tele1.com.tr/mahkeme-merdan-yanardag-davasinda-gerekceyi-acikladi-ic-acitici-936323/
  • “Bu dava esas olarak basın ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırma, Türkiye'yi baskıcı ve totaliter bir rejime sürükleme operasyonunun bir parçasıdır. Bu dava normal bir ceza davası değildir. Bu dava Türkiye'de demokratikleşme mücadelesi veren insanların, çevrelerin susturulması ve sindirilmesi davasıdır. Öncelikle davanın bu niteliğini tespit etmek, anlamını saptamak gerekir. Benim tutuklanmamın nedeni; bağımsız medyaya gözdağı vermek ve onu geri çekilmeye zorlamak, topluma korku salarak sindirmeye çalışmaktır. Bu alamda, 14-28 Mayıs seçimlerinin ilk somut siyasal sonucu benim tutuklanmamdır. Bunun başka hiçbir anlamı yok.”
  • “Şöyle bir tezgah kurulmuş durumda; sosyal medyada bir troll ordusu var; ahlaksız, ağzı bozuk, küfürbaz… Onları millet yerine koyan bir savcılık makamı var. Onları millet zannediyor. Onlar (sosyal medyada) bir yaygara başlatıyorlar, -Ayşenur ASLAN'ın başına gelen de budur- bir kampanya yürütüyorlar. Western filmlerinde olduğu gibi ellerinde “asın asın” diye dolaşan bir güruh bunlar. Kim oldukları belli değil, hesaplar fake, yani büyük bir bölümü sahte. Çünkü, dava açmaya çalışıyoruz, hesabın gerçek isimlere kayıtlı olmadığı ortaya çıkıyor.. İşte bunları ‘toplumsal infial’ diye değerlendiren bir savcılık var. Sözüm ona toplumsal infiali engellemeye çalışıyor ve bir soruşturma başlatıyor. Açık ve yakın bir tehlike var mı, yok! Kimse sokağa çıkmış mı, hayır.”
  • “İddia makamı AKP politikalarının savunucusu, onun fedaisi gibi davranıyor. Bunu yapamaz. Yargılama Türk milleti adına yapılıyorsa eğer, sadece bir kesimi, hele hele ahlaksız, ağzı bozuk, sosyal medya trollerinin kışkırtmasıyla hareket eden bir kesimi millet yerine konulamaz. Böyle Cumhuriyet Savcılığı olamaz. Milletin tamamı adına bir yargılama yapılıyorsa eğer; en kötü ihtimalle bu milletin yarısı da bizi destekliyor. Öyle değil mi? Seçim sonuçları %48'e %52 oldu. Bugün o seçimlerin ahlaki ve siyasi meşruiyetini tartışıyoruz. İftira, kara propaganda, yalan, bunların hepsi havada uçuşuyordu. Programda bunu da söyledim. Savcılık, iktidar yanlısı kesimleri millet sayıyor.”

          NAZİ HUKUKU

  • “Bu bir Nazi hukukudur. Ama biz Cumhuriyet mahkemelerinde yargılandığımızı zannediyoruz. Burayı bir Cumhuriyet Mahkemesi olarak görmek istiyorum. Nazi hukuku; fiile değil faile bakmaktır. Fiilden hareketle değil, failden hareketle suç icat etmektir. Profesör Günther JAKOBS bu konuda ayrıntılı bir şekilde çalışmış. Düşman hukuku diye de bilinir. Yani birine bakarsınız, o kişi muhalif, iktidar için bir tehdit oluşturuyor ise onun suç işleyip işlemediği önemli değildir. Bertaraf etmek için onun yargılanabileceği bir ceza maddesi ararsınız. Bulamazsanız uydurursunuz, icat edersiniz. Benim için yapılan budur.. İddianame suç icat etmeye çalışıyor, mahkeme tutuklayarak Mussolini’in ön infaz hukukunu uyguluyor.”
  • “Ben görünür gerçeğe işaret ettim; Bir iktidara devletin infaz hukukunu uygulayın, tecridi kaldırın ya da avukatlarıyla, ailesiyle görüşsün, bu hükümet (İmralı’yı) bir siyasi araç olarak kullanmasın demek, nasıl suç olabilir. Bu bağlamda, seçimlerde iktidarın izlediği iki yüzlü siyaseti teşhir etmeye çalışan bağımsız bir gazeteci, yüreği solda atan 38 yıllık bir medya mensubu olarak, iktidarın anti demokratik uygulamaları için her araç ve yöntemi kullanma siyasetine itiraz ettim. “

        'BOYUN EĞMEYECEĞİM'

  • “Bu mahkeme Türkiye için önemli. Vereceği kararla; ya demokratikleşme ve hukuk tarihine geçecek ya da Türkiye'nin baskıcı ve totaliter bir rejime sürüklendiği yolunu döşeyecek. Dünya için de önemli. O bakımdan mahkemenin vereceği kararın ilk yönde olacağını, hukuk ve demokratikleşme tarihine geçme yönünde bir irade kullanacağını umuyorum. Değilse, yolu açık olsun. Ben hiçbir hukuksuzluğa boyun eğmeyeceğim. Türkiye de boyun eğmeyecek, bu halk da boyun eğmeyecek.”
  • “Bu bir düşünce ve ifade özgürlüğü davasıdır. Anayasal bir hakkın gasp edilmesini talep eden bir savcılık makamı olamaz. Dolayısıyla, Anayasa'da ilgili maddelerde yani 25, 26, 28. Maddelerle teminat altına alınan düşünce ve ifade özgürlüğü kullanılmıştır. Gazetecilik mesleğinden kaynaklanan ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü çerçevesinde yapılan bir programdır bu.”

         TÜRKİYE'Yİ TOTALİTER BİR REJİME SÜRÜKLEME ÇABASI

  • “Bu davada savcının talebi; Türkiye'de demokratik hak ve özgürlüklerin daraltılmasıdır. Açıkça demokrasinin daraltılmasını talep ediyor. Türkiye'de totaliter ya da patrimonyal sultanizm dediğimiz kuralsız, yasasız, anayasasız bir rejimin yolunu döşeyen bir taleptir bu. Dolayısıyla bu dava sadece benim davam değildir.”
  • “Yapılmak istenen Merdan Yanardağ'ın cezalandırılması değildir sadece, Türkiye'de demokratik hak ve özgürlükleri daraltmaktır. Türkiye'yi totaliter bir rejime sürükleme çabasıdır. “
  • “Siz toplumun en az yarısını temsil eden insanları duyarlılıklarıyla, sempatileriyle, yaklaşımlarıyla temsil eden insanları söylediği sözler ve savunduğu fikirler nedeniyle, gazetecilik mesleği nedeniyle yargılayıp mahkum etmeye kalkarsanız, bu ülkede ne toplumsal uzlaşma olur ne de toplumsal barış olur. Adalet yoksa bir ülkede barış da olmaz.”
  • “Siz toplumun en az yarısını temsil eden insanları duyarlılıklarıyla, sempatileriyle, yaklaşımlarıyla temsil eden insanları söylediği sözler ve savunduğu fikirler nedeniyle, gazetecilik mesleği nedeniyle yargılayıp mahkum etmeye kalkarsanız, bu ülkede ne toplumsal uzlaşma olur ne de toplumsal barış olur. Adalet yoksa bir ülkede barış da olmaz.”

          YARGILANAN GAZETECİLİK FAALİYETİ

  • “Savcılık makamı Türkiye'nin totaliter bir rejime doğru, patrimonyal sultanizm dediğimiz bir rejime doğru evrilmesini talep ediyor.”
  • “Burada bir gazetecilik faaliyeti yargılanıyor. Ne yaptım ben, fiilim ne? Bir televizyon programı.. Televizyon programından sonra insanlar sokağa çıkıp sağa sola mı saldırdı, şiddet eylemleri mi yaptı? Toplumsal infial nedir? Yine burada esas hakkındaki mütalaada, ayın (Haziran) 25'inde sosyal medyaya yüklenen videodan sonra infial oluştuğu söyleniyor. Kimmiş bu infiale kapılanlar, niye biz görmedik? Ben gazeteciyim, haberleri izliyorum infial halinde tek bir kişiyi görmedim. Troller ise ortaya çıkamazlar, cesaret edemezler. Çünkü ahlaksızlar, çünkü terbiyesizler… Ağızları bozuk bir güruh onlar.”
  • “Savcılığın yaklaşımı geleceğe yönelik bir içtihat oluşturma tutumudur. Eğer bu davadan, bu yargılamadan bir ceza çıkarsa, bundan sonraki düşünce ve ifade özgürlüklerine ilişkin çok esaslı bir sınır konulmuş olacaktır. Bu iddianamenin bağlamı yok, bu iddianame gerçek değil, bu iddianame sanal, bu iddianame iktidar politikalarını savunuyor. İktidar partisinin adını bile geçiremiyor.”
  • “Bu bir iddianame değildir, bu AKP bildirisi gibi bir mütalaadır. AKP’nin adını bile geçiremiyor.. İktidar politikalarını eleştirdim ben, o programın esası budur. Katılırsınız, katılmazsınız, buna vereceğiniz cevap bu değildir. Bu Mütalaa geleceğe dönük bir içtihat oluşturma teklifidir. O içtihat da şudur; bir daha böyle bir program yapmayın, tartışmayın, sözlerinize dikkat edin, ayağınızı denk alın demektir.”

İŞTE MAHKEME TUTANAĞININ TAM METNİ

Mahkeme tutanaklarından, gazeteci Merdan Yanardağ’ın, adeta bir karşı iddianame niteliğindeki, kendisini tutuklayan iradeye meydan okuyan, onları yargılayan savunmasını yayımlıyoruz. Aşağıda verdiğimiz savunma, mahkeme tutanaklarından bire bir alınmıştır. Sadece küçük imla düzenlemeleri yapıldı ve mahkeme atmosferinde kaçınılmaz olan küçük tekrarlar çıkarıldı. Ara başlıklar bize aittir. İşte, Merdan Yanardağ ile Avukatları Başar Yaltı, Duygu Gizem Öcalan ve Bilgütay Hakkı Durna’nın tutanaklardan bire bir alınan savunmalarının tam metni: T.C. İSTANBUL 30. AĞIR CEZA MAHKEMESİ DOSYA NO : 2023/173 ESAS GÖREVLENDİRME: İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesinin 2023/173 Esas sayılı dosyasının 04/10/2023 tarihli 1. CELSESİNE ait SEGBİS kayıtlarının çözümünün yapılması için SEGBİS kayıtlarının bulunduğu 1 adet CD'nin tarafıma tevdii edildiği görülmüştür.

- 1. OTURUM –

MAHKEME BAŞKANI : Savunmanıza başlayabilirsiniz, buyurun. SANIK MERDAN YANARDAĞ : Öncelikle şunu belirtmek istiyorum; bu dava esas olarak basın ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırma, Türkiye'yi baskıcı ve totaliter bir jejime sürükleme operasyonunun bir parçasıdır. Bu dava normal bir ceza davası değildir. Bu dava Türkiye'de demokratikleşme mücadelesi veren insanların, çevrelerin susturulması ve sindirilmesi davasıdır. Öncelikle davanın bu niteliğini tespit etmek, anlamını saptamak gerekir. Benim tutuklanmamın nedeni; bağımsız medyaya gözdağı vermek ve onu geri çekilmeye zorlamak, topluma korku salarak sindirmeye çalışmaktır. Bu alamda, 14-28 Mayıs seçimlerinin ilk somut siyasal sonucu benim tutuklanmamdır. Bunun başka hiçbir anlamı yok. Ben 38 Yıllık gazeteciyim. Gazetecilik hayatım boyunca her kademede çalıştım. Adliye muhabirliği dahi yaptım. Çeşitli gazete ve televizyonlarda muhabir, editör, haber müdürü, yazı işleri müdürü, genel yayın yönetmeni olarak çalıştım. Köşe yazarlığı yaptım. Ben şu anda Türkiye'de yaygın izlenen ve yine yaygın ifade ile muhalif diye bilinen ya da benim doğru tanımlama olarak bağımsız bir medya dediğim bir basın kuruluşunun, Tele1'in hem Yönetim Kurulu Başkanıyım hem Genel Yayın Yönetmeniyim. Tam 7 yıldır yayın yapan bir televizyon kanalı bu. Benim burada tutuklu yargılanmamın nedeni herhangi bir terör örgütünün propagandasını yapmak ya da suçu ve suçluyu övmek değildir. Savcılık Makamı ikinci bir montaj video adeta üreterek iddianamede böyle bir suç uydurmaya çalıştı. Benim burada olmamın sebebi esas olarak benim burada olmamın nedeni Tele1'in yaptığı yayınlar, benim gazetecilik anlayışım, bağımsız medyayı sindirime girişimidir. Öncelikle bunun tespit edilmesi gerekiyor. Bir programdan dolayı, ben bir programda yaptığım bir değerlendirme ve yorum nedeniyle tutuklanmış durumdayım. Şimdi bu programın toplam süresi 50 dakika. (Tale 1’de) yaklaşık 3 bin program yaptım. Bu 3 bin programın hiçbirinde ben herhangi bir terör örgütünü övmemişim. Çünkü, bu konuda açılmış tek bir soruşturma yok. Suçu ve suçluyu övmemişim veyahut bir propagandasını herhangi bir terör örgütünün propagandasını yapmamışım. Ne olmuşsa Türkiye bayrama giderken ya gündem de boş ben de çılgın bir gazeteciyim, dur ben bir terör örgütünü öveyim demişim. Böyle bir şey olabilir mi? Benim yaptığım şudur; AKP iktidarının izlediği politikaları eleştirmektir. Program 50 dakika.. Programın adından anlaşıldığı gibi esprisi 4 soru 4 yanıttır. Gündemdeki 4 konuyu ele alıyoruz, o 4 konuya ilişkin o gün ana haber bültenimizi hangi arkadaşımız sunuyorsa soru soruyor, ben de bültenden sonra saat 20.00'de o 4 soruya ilişkin yorumları yapıyorum. Süre eğer dolmazsa bir 5. soru soruluyor. O gün 5 soru ele almışız 50 dakika içinde. En az yer verdiğimiz konu ise şu anda tutuklanmama neden olan meseledir. Şimdi hiçbir şey yokken durduk yere, sanki ben durduk yere “Abdullah ÖCALAN'ın tecrit konusunu bir gündeme alalım” veyahut işte “bir terör örgütünün, herhangi bir terör örgütünün eylemlerini ya da fiillerini övelim” demişim gibi bir muamele ile karşı karşıyayım.

"TROLL ORDUSUNU MİLLET YERİNE KOYAN SAVCILIK MAKAMI VAR"

Beni niye tutukladınız ya? Türkiye'de yaygın izlenen bir kanalın yönetim kurulu başkanıyım, genel yayın yönetmeniyim, yayınlanmış 14 tane kitabım, binlerce makalem var, adresim belli, bugüne kadar yapılan bütün çağrılara uymuşum, adli kontrol tedbirleri daha önce de uygulandı, yine gazetecilik nedeniyle.. Bunların hiçbirinde herhangi bir aksama olmamış ve siz beni tutukluyorsunuz. Şöyle bir tezgah kurulmuş durumda; sosyal medyada bir troll ordusu var; ahlaksız, ağzı bozuk, küfürbaz… Onları millet yerine koyan bir savcılık makamı var. Onları millet zannediyor. Onlar (sosyal medyada) bir yaygara başlatıyorlar, -Ayşenur ASLAN'ın başına gelen de budur- bir kampanya başlatıyorlar, Western filmlerinde olduğu gibi ellerinde “asın asın” diye dolaşan bir güruh bunlar. Kim oldukları belli değil, hesaplar fake yani sahte büyük bir bölümü. Çünkü, dava açmaya çalışıyoruz hesabın gerçek isimlere kayıtlı olmadığı ortaya çıkıyor.. İşte bunları “toplumsal infial” diye değerlendiren bir savcılık var. Sözüm ona toplumsal infiali engellemeye çalışıyor ve bir soruşturma başlatıyor ve yine sosyal medyada dönüyor. Açık ve yakın bir tehlike var mı, yok! Kimse sokağa çıkmış mı, hayır. Bir yeri taşlamış mı, cam çerçeve kırmış mı, örneğin Tele1 yayınları nedeniyle bu dava açılmışsa Tele1'in önüne gelip bir protesto gösterisi mi yapmışlar, bir protesto eylemi var mı, yok. Ama bir toplumsal infial tespiti var halkı kin ve düşmanlığa kışkırttığımıza dair.. Bu iddianamenin bizzatihi kendisi halkın bir bölümünü kin ve düşmanlığa kışkırtıyor. Neden savcılık benim lehime atılan binlerce tweeti bir toplumsal infial olarak değerlendirmiyor? Beni destekleyen, tutuklanmamı ya da gözaltına alınmamı protesto eden binlerce tweet var sosyal medyada. Bunların hiçbirini dikkate almayan bir savcılıkla karşı karşıyayız. Olay şudur; seçimlerden önce seçim günü ve seçim sonrası yaptığınız yayınlar belli ki birtakım siyasi odakları, iktidarı son derece rahatsız etti. Bunun üzerine bir fırsat kolladıkları anlaşılıyor. Söz konusu programın adını koyalım, AKP'nin izlediği politikaları eleştirmek amacıyla yapıldı. Şimdi ben size programda hangi konuları ele almışız tek tek onları çıkartmaya çalışayım. Döküm şey dosyadaki döküm.. 5 konudan birincisi aklımda kaldığı kadar hemen söyleyeyim uzatmayalım, birincisi CHP'deki değişim tartışmaları.. Sayın CHP'li milletvekilleri de burada, sağ olsunlar geldiler. Çok gerilimli olacağı belliydi bu duruşmanın, ben bugün Adliyeye dayanışma için gelen herkese hem çok teşekkür ediyorum hem de özür diliyorum, bu sıkıntıya neden olduğum için. Çünkü çok büyük çoğunluğu duruşma salnuna giremedi. Şimdi bakıyoruz birinci konu neymiş; Kılıçdaroğlu'nun o gün yapmış olduğu grup toplantısındaki değerlendirme ele alınmış. Ayın (Haziran) 20'sinde. En uzun bölümü bu konuya ayırmışız, birinci soru o. Üstelik, Sayın Kılıçdaroğlu'nu eleştirmişiz. İkincisi Ekrem İMAMOĞLU konusu. Programda ele almış, onu da tartışmışız. Oradan bir birini tamamlayan iki soru gelmiş. Üçüncü konu, Sayın Özgür ÖZEL ile ilgili bir soru. Sayın Özgür ÖZEL’in yaptığı o tarihe özgü bir açıklamasını sormuş arkadaşımız, onu kısaca değerlendirmişiz. Dördüncü konu ise, bu davaya tutuklanmama neden olan konu. Konu ne, AKP milletvekili Galip ENSARİOĞLU'nun Kürt sorununun alacağı yeni biçime ve niteliğe ilişkin açıklamaları. Yani Kürt sorun ve yeni çözüm sürecinin alacağı rotaya ilişkin yaptığı açıklamalar. (Programdan) Bir gün önce bir internet sitesine, Galip ENSARİOĞLU röportaj veriyor ve o röportajda diyor ki; “Yeni bir çözüm süreci olabilir devletimiz isterse. Aslında Kürt sorunu da % 90-95 oranında çözülmüştü, ama Selahattin DEMİRTAŞ ve Kandil yüzünden çözülemedi. Abdullah ÖCALAN çok anlayışlı, çok iyi niyetliydi, İmralı'da uygulanan tecrit de aslında bu Selahattin DEMİRTAŞ yüzünden yapıldı. Yani devletimiz, hükumetimiz çok istemiyordu böyle bir tecrit uygulanmasını”. Programımızda süre kısa kalmış, bir de 5. konu olarak enflasyonu işlemişiz. Yani 5 ayrı konuyu ele almışız. Peki neden bu konuyu (tecriti) görüştük? İddianamede olmayan ne? İddianamede olmayan AKP… İktidar partisi AKP'nin izlediği ya da hazırlığını yaptığı yeni açılım siyaseti, biz onu tartışıyorduk. Ben programda onun sözlerini tartışıyor ve değerlendiriyorum, ancak iddianame ENSARİOĞLU'ndan hiç söz etmiyor. Savcılık iddianamede ikinci bir montaj yapmış. Tıpkı ahlaksız, ağzı bozuk sosyal medya trolleri gibi. Bugüne kadar sadece Tele1'de yaklaşık 3 bin tane program yapmışım. En son programlardan birinden 62 saniye, avukatlarımız 63 saniye hesaplamışlar, ama benim bildiğim kadarıyla 62 saniyelik bir video kesilmiş, üstelik de üzerinde 5 gün çalışılıp yapılmış bu iş.. Evet, 5 gün. Program 20 Haziran'da, 25 Haziran gecesi sosyal medyaya yüklenmiş, o gün sabaha kadar bir yaygara koparılmış, bir linç girişimi başlatılmış.. Her şey tamamen sanal ortamda olup bitiyor. Yani şu Ebabil grupları falan var ya işte onlar.. Son olarak İçişleri Bakanlığı'na, daha doğrusu eski bakana saldırdıkları için kapatılan hesaba benzer bir dizi troll hesap.. Her nedense toplum o beş gün fark etmemiş bizim programı, infiale falan kapılmamış. Ama o beşinci gün birden bire infial ortaya çıkmış.

"BAĞLAMI YOK"

Öyle montaj bir yapılmış ki iddianamede, bold adı verilen, yani siyah dizilen kelimeler yan yana getirilerek bir algı yaratılmaya çalışılmış. Öyle ki, bazen cümleyi de değil, neredeyse kelime bile ortadan bölünmüş. Önü ve arkası yok, bağlamı yok. Özetle; bağlamından koparılmış 62 saniyelik videoyu izleyerek beni tutukladınız. Evet 62 saniye… Üstelik o 62 saniyede söylenen hiçbir şey de suç değil. Bir eylem övülmemiş, silahlı bir eylem için iyidir ya da doğrudur denilmemiş. Bir terörist saldırı övülmemiş, onu teşvik edecek, özendirecek herhangi bir söz yok. Çok basit ve somut bir şey söyleyeceğim; hepimizin evinde klasikler vardır. Dostoyevski romanı olmayan bir klasik seti düşünülemez değil mi? Dostoyevski dünyanın en büyük yazarlarından biridir. Benim de tek geçtiğim yazar diyebiliriz. Dostoyevski Çar’a suikast yaptı. Kendisi askeri mühendistir ve idama mahkum oldu. Arkadaşları kurşuna dizildi, kendisi kurşuna dizilmek üzereyken Çar tarafından kalan tutuklular affedildiği için son anda ölümden döndü ve Sibirya'ya sürgün edildi. Şimdi ben, “Dostoyevski dünyanın en büyük yazarıdır” dediğim zaman onun içinde yer aldıı siyasi suikasti övmüş mü oluyorum? Türkiye'den bir örnek verelim; Sağdan bir örnek olsun bu kez, Necip Fazıl KISAKÜREK… Kendisi kumarbazdır, alkole düşkündür, kaçak kumar oynadığı için birçok kez gözaltına alınmıştır, gazetelerde fotoğrafları var. Hükümetin kapısında ki besleme basın kavramının ortaya çıkma nedenidir. Menderes'in Yassı Ada'da verdiği görüntülü-sesli ifadesi var. TRT kayıtlarında var. Ben izledim belgesel hazırladım çünkü.. “Kapınızda, -çok affedersiniz- bir it gibi titriyorum, bana destek olmanız lazım” diyen yalvaran mektuplar yazan bir adam. Ancak, diğer taraftan Necip Fazıl şairdir, karşı olsanız bile bir fikir adamıdır. Ben Necip Fazıl üzerinde çalıştım. Birçok kitabını okudum onun, özellikle İdeolocya Örgüsü önemlidir. Denilebilir ki, Türkiye'de ve dünyada Nazizmi, İslami terminolojiye aktaran ve islamo-faşist diyebileceğimiz ideolojik anlayışı inşa eden, böyle rejimlerin teorik arka planını hazırlayan biridir. Diğer taraftan şairdir, iyi şiirleri de var. Bana göre büyük bir şair değildir, ama iyi şiirleri de vardır. Biz Necip Fazıl büyük şairdir, iyi şairdir, önemli bir fikir adamıdır dediğimiz zaman kumarbazlığını övmüş mü oluyoruz? Böyle bir şey olabilir mi? Veya birisi hem hırsız hem de iyi bir ressam olduğu zaman, çok iyi resimler yaptığını söylemek onun hırsızlık fiilini övmek mi oluyor? Yılmaz GÜNEY'in iyi bir sinemacı olduğunu söylemek, onun bütün özel hayatına sahip çıkmak anlamına mı geliyor? Böyle bir yaklaşım olamaz, ama savcının mantığı bu. Benim yorumlarımda bir eylemi, yani adı geçen PKK örgütünün herhangi bir eylemini öven herhangi bir yaklaşım yok. Diğer taraftan görülür bir gerçeklik var; AKP iktidarı, İmralı'yı siyasasete müdahale etmek için bir araç olarak kullanmaya çalışıyor. Seçimlere müdahale için kullanmaya çalışıyor. Daha önce kullandı; 2019 yerel seçimlerini hatırlayın. Bir Doçent İmralı'ya gitti, Abdullah ÖCALAN ile görüştü. Sonra bir mektup getirdi elinde; “Öcalan bana verdi. okumamı istedi” dedi. Kimse onun hakkında dava açmadı, ama benim hakkımda açtılar davayı. Adamla mahkemeliğiz. Dava galiba istinafta.. Çok çarpıcı bir davadır, o bakımdan örnek vereceğim; Ali Kemal ÖZCAN doçentin adı. Munzur Üniversitesi öğretim üyesi Ali Kemal ÖZCAN geldi ve “İmralı diyor ki, yerel seçimlerde İmralı sandığa gitmeyin, -İstanbul'da Ekrem İMAMOĞLU'nun seçildiği, Ankara'da Mansur YAVAŞ'ın seçildiği yerel seçimlerden söz ediyorum- seçimleri boykot edin.” Bunun üzerine ben de o günlerde yaptığım programda dedim ki; yani yine Tele1'de yaptığım yorumda, “Bir dakika, sen avukat değilsin, ailesine mensup değilsin, bir yargı görevlisi de değilsin. Hangi sıfatla gittin İmralı'ya, ailesi ve avukatları görüşemezken sen nasıl görüştün? Nasıl bir mektup vermiş olabilir size?” Bana yanıt olarak, “Kitap yazıyorum o yüzden özel izin aldım gidiyorum” dedi. Enteresan! Ben, “Siz kitap mı yazıyorsunuz yoksa bir istihbarat örgütüne mi çalışıyorsunuz, yoksa örgütle bağlantınız mı var” diye sordum. Adam beni şikayet etti. Tunceli asliye ceza mahkemelerinden birinde yargılanıyoruz. Dava istinafta. Niye? Çünkü İmralı üzerinden siyasete müdahale eden bir mektup getirdi. Benim son programda da tartıştığım konu budur. Son olayda tablo şudur; ben bir gazeteci olarak fikri takip içinde bu olaya bakıyorum. Görünür gerçeklik; İmralı'da tutulan Abdullah ÖCALAN'ın avukatları ve ailesi ile görüşemediği değil midir? Ben de dedim ki programda; bırakın avukatlarıyla ve ailesiyle görüşsün. Biz de ne dediğini, ne söylediğini bilelim, kamuoyu da bilsin. Ben şunu merak ediyorum; bir iktidara devletin infaz hukukunu herkese eşit ve adil bir şekilde uygula demek nasıl suç olabilir? Evet, ne zamandan beri suç, niye suç? MAHKEME BAŞKANI : Keşke zamanında uygulasalardı. SANIK MERDAN YANARDAĞ : Evet. MAHKEME BAŞKANI : Bugün bunları tartışmıyor olurduk. SANIK MERDAN YANARDAĞ : Aynen öyle. Ben de aynen sizin gibi düşünüyorum Sayın Yargıç. MAHKEME BAŞKANI : 99'dan, 2001 değişikliğinden önce.. SANIK MERDAN YANARDAĞ : Bütün iktidarlar için geçerli. Zaman zaman avukatlar ve aile ile görüş yapmayı açtılar, neler olduğunu öğrendik. (Kamuoyu) ne söylediğini o dönemde biliyordu. Hapishanede ancak bir şartla, ancak avukatınızla, ailenizle, ziyaretçilerle görüşemezsiniz; disiplin cezası aldığınız zaman.. O da sürelidir. Gardiyanla kavga etmiş olabilirsiniz, cezaevinde başka birine saldırmış olabilirsiniz veyahut başka bir suç işlemiş olabilirsiniz, her neyse. Cezaevi Disiplin Kurulu toplanır ve sizin hakkınızda bir karar verir, der ki; bir ay ziyaretten men, mektuplaşma yasağı, avukat görüşme yasağı konulabiliyor mu bilmiyorum ama avukatlarla görüşmeye yasağı konulabilir. Ben şimdi şunu merak ediyorum; İmralı'da ayrı bir ceza hukuku ya da infaz hukuku mu uygulanıyor? AKP iktidarının izlediği İmralı siyasetini eleştiren bir program yaptım ben. PKK ile veya Abdullah ÖCALAN ile ilgili bir program yapmadım. Dolayısıyla, burada bir makas farklılığı var.

"İDDİA MAKAMI AKP POLİTİKALARININ SAVUNUCUSU GİBİ"

Ama iddia makamı AKP politikalarının savunucusu, onun fedaisi gibi davranıyor. Bunu yapamaz. Yargılama Türk milleti adına yapılıyorsa eğer, sadece bir kesimi, hele hele ahlaksız, ağzı bozuk, sosyal medya trollerinin kışkırtmasıyla hareket eden bir kesimi millet yerine konulamaz. Böyle Cumhuriyet Savcılığı olamaz. Milletin tamamı adına bir yargılama yapılıyorsa eğer; en kötü ihtimalle bu milletin yarısı da bizi destekliyor. Öyle değil mi? Seçim sonuçları %48'e %52 oldu. Bugün o seçimlerin ahlaki ve siyasi meşruiyetini tartışıyoruz. İftira, kara propaganda, yalan, bunların hepsi havada uçuşuyordu. Programda bunu da söyledim. Savcılık, iktidar yanlısı kesimleri “millet” sayıyor. Bir konuyu ya da iddiayı bağlamından koparmak ne demek biliyor musunuz? Biz stajyer gazeteci arkadaşlarımıza, mesleğe yeni başlayanlara bazı fotoğraflar gösteririz. Şu fotoğraf nedir (eline aldığı bir fotoğrafı gösteriyor) bir asker bir yaralı bir bayka askerin başına silah dayanmış. Muhtemelen Irak savaşında çekilmiş bu fotoğraf. Bu bir kadraj. Şu nedir; bir yaralıya yardım eden, savaşta yaralanmış bir askere yardım eden bir başka asker, Amerikan askeri belli ki. Ancak bu ikisi de gerçeği tam ifade etmiyor. Ne birinin başına silah dayanmış ne de sadece bir Amerikan askeri bir yaralıya su veriyor. Gerçek ise şu fotoğraf.. Gerçek bu; evet, bir asker yaralı, 2 Amerikan askerinden biri ona su veriyor, diğeri ise başına silah dayamamış, silah omuzunda asılı. Savcılık şu fotoğrafı gösteriyor ve diyor ki; siz devletin kafasına silah dayadınız, askerin kafasına silah dayadınız, birini silahla tehdit ettiniz. Ya biz bunların arasında farkı görmeyen bir stajyer gazeteciyi işe başlatmıyoruz. Ama, savcılık makamında bulunan birileri tam bunu yapıyor. Hem de bunu o kadar acemice yapıyor ki, bakın bir tane daha örnek vereceğim, çok çarpıcı bir örnek. Galiba iddianamenin ilgili bölümünü almamışım, özür dilerim. İddianameyi o bölümünü alabilir miyim sizde varsa acaba? SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. GİZEM DUYGU ÖCALAN : Merdan Bey, atlanan bölümleri mi okuyacaksınız? SANIK MERDAN YANARDAĞ : Evet.. Önemli çünkü, cümleyi bile tamamlamamış. Evet, buldum. Şimdi, bana 27 Temmuz'da tebliğ edilen iddianame, cezaevinde tebliğ edilen iddianame.. Şimdi bu iddianamenin bir yerinde diyor ki Sayın Savcı; “PKK'nın ya da Abdullah ÖCALAN'ın eylemlerinden övgüyle bahsettiği ve bu kişiyi siyasi mahkum olarak nitelendirdiği şüphelinin açıklamalarının yer aldığı ve farklı sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılan videonun internet ortamında çok sayıda etkileşim alması, kamuoyuna yansıyan tepkilerden ve etkileşimlerden de anlaşıldığı üzere kullanılan sözlerle toplumsal infial uyandırdığının anlaşılması..” Yani montaj videoyu esas alarak beni tutuklanmaya sevk ettiğini savılık makamının kendisi söylüyor. İtiraf ediyor. Şimdi bakın arefe günü gözaltına alınıyorsunuz, 1 gün emniyette bekletiyorsunuz hiç gerek yokken, hiç lüzumu yokken, ama güç gösteriliyor. Sonra burada savcılığa çıkıyorsunuz, savcılıkta bekliyorsunuz saatlerce. Ama savcı hanımefendinin işleri var, dışarıda, gelemiyor bir türlü, saatlerce bekliyorsunuz. Sonra geliyor, içeride sorgu yapılacak ama güç göstermesi gerekiyor, içeriye polisleri çağırıyor. Oysa siyasi bir dava bu. Ama Terörle Mücadele Şubesinin polisleri tecrübeli, bunun bir siyasi soruşturma olduğunu biliyorlar ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde kolluk görevlilerinin yanında ifade verilemeyeceğini genel kabul gören bir uygulama. Ne diyelim, böyle bir gelenek olduğu için (polisler) dışarı çıkmışlar. Ancak, Savcı Polis görevlisini içeriye çağırıyor. Burada iki durum var galiba; bir güç gösterisi, ikincisi korku herhalde. Hukuksuz ve talimatla iş yapma korkusu. Başka bir şey olabilir mi? Karşınızda 38 yıllık bir gazeteci var, bir televizyonun genel yayın yönetmeni, bir yayın kuruluşunun yönetim kurulu başkanı.. Bu kimlikle orada kendisine saldıracağımdan korkuyor olabilir mi? Böyle bir atmosferde tutuklanmaya sevk ediliyorum. Biz orada hızla programın tamamının flash diskini verdik. Tutuklama kararına bakın.. Tutuklama kararında flash diskte bizim program çözümünün tamamını verdiğimiz metin esas alınmadı. Ne esas alındı? 62 saniyelik video.. Ayıptır ya. Daha da önemlisi, tutuklanma gerekçesi olarak, önce “katalog suç” olduğu ileri sürüldü. Ben Hakimler Savcılar Kurulu'na şikayet etmeyi düşünüyorum. Çünkü mesleki yetersizlikleri söz konusu olan bir sulh ceza hakimi ve ağır ceza savcısı var. Oysa suçlama konusu “katalog suç” değil. Sonra dendi ki deliller toplanmadı, delilleri verdik. Sonra dendi ki, “kaçma şüphesi var” başka bir tutukluluk itirazında. Bugüne kadar kaçmamışım, hiçbir davadan kaçmamışım, adresim belli, işim belli vesaire… Adli tedbirleri uygulamak da yetersiz kalacakmış, iyi mi? Ondan sonraki gerekçe ne biliyor musunuz, savunmamın alınmaması... Böyle bir gerekçe olabilir mi?

"SOSYAL MEDYA TERÖRİSTLERİ"

Şöyle bir tezgah var; sosyal medyada bir trol ordusu oluşturuluyor, maaşlı bunlar. İllegal bir çete.. Sosyal medya teröristleridir onlar. Belli bir siyasal motivasyonla hareket eden bir organizasyondur. Sayın Özgür ÖZEL onları deşifre etti zaten. Mecliste bütün sicillerini koydu ortaya, bir bölümü o nedenle kapandı. Özetle; bir suç örgütü lideri gibi sizi tehlikeli görecekler ve polis eşliğinde savcılık ifadesi vereceksiniz. Sosyal medyadaki troll yaygarasını toplumsal infial sayacaksınız, ama ona karşı bizim lehimize yapılan hiçbir destekleme açıklamasına dikkat edilmeyecek, onları toplamaya özen gösterilmeyecek, sonra bir sulh ceza hakimliği ve RTÜK çıkacak size ceza kesecek. Böyle dörtlü biri yapı var. Troller, savcılık, sulh ceza hakimliği ve RTÜK. Gece yarısı RTÜK başkanı bir mesaj yayınlayarak ihsas-ı reyde bulunacak, suçluyu ilan edecek, Tele1 7 gün kapatılacak, ekran karartılacak, Merdan YANARDAĞ tutuklanacak. Türkiye'de şu anki hukuk düzeni budur. Bu bir Nazi hukukudur. Ama biz Cumhuriyet mahkemelerinde yargılandığımızı zannediyoruz. Burayı bir Cumhuriyet Mahkemesi olarak görmek istiyorum. Nazi hukuku şu demektir; fiile değil faile bakmaktır. Fiilden hareketle değil, failden hareketle suç icat etmektir. Profesör Günther JAKOBS bu konuda ayrıntılı bir şekilde çalışmış. Düşman hukuku diye de bilinir. Yani birine bakarsınız muhaliftir, iktidar için bir tehdit oluşturur, onun suç işleyip işlemediği önemli değildir, bertaraf etmek için onun yargılanabileceği bir ceza maddesi ararsınız. Bulamazsanız uydurursunuz, icat edersiniz. Benim için bugün yapılan budur.. İddianame suç icat etmeye çalışıyor, mahkeme tutuklayarak Mussolini’n ön infaz hukukunu uyguluyor. Çünkü, 3,5 ay sonraya mahkeme (duruşma) veriyorsunuz. 3,5 ay sonraya verilen duruşma günü ile zaten cezayı uygulamış oluyorsunuz. Dolayısıyla Günther JAKOBS'un dediği gibi, vatandaşlarının bir bölümünü düşman sayan, bir bölümünü millet saymayan, onları bir siyasi hasım olarak gören ve mahkemeleri, adliyeyi bir siyasi enstrüman olarak kullanan, toplumu ve siyaseti düzenleme aracı haline getirmeye çalışan bir anlayıştır bu. Bugün bu davada da olan budur. Şimdi tecrit konusuna gelelim. Tecriti ben uydurmadım. İlgili röportajda Galip ENSARİOĞLU söylüyor bunu. Galip ENSARİOĞLU, bir de Selahattin DEMİRTAŞ'ı suçlayarak, tecrit onun yüzünden uygulandı diyor. Şimdi Galip ENSARİOĞLU kim? Sıradan birisi değil, bir bakmak lazım ona. Çünkü biz gazeteci olarak iktidar Kürt sorununa ilişkin bir açılım mı yapmaya çalışıyor, bu konuda harekete mi geçecek, yeni bir durum mu var diye baktığımızda, izlediğimiz birkaç isimden biridir. Ne diyor diye bakarız. Galip ENSARİOĞLU’na. Diyarbakır Dicle Üniversitesi'nden mezun olmuş, Diyarbakır Sanayici ve İş Adamları Derneği Başkanlığı yapmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 24. ve 26. Dönem Diyarbakır Milletvekiliğinde, ayrıca AKP Merkez Karar Yürütme Kurulu üyeliğinde bulunmuş. Son seçimde de yine Diyarbakır Milletvekili oldu. Böyle birinden söz ediyoruz ve onun konuşmasından söz ediyoruz. Ayrıca tartıştığımız şey, gündemdeki bir konudur. Örneğin, Meral AKŞENER 02/05/2023 tarihinde İmralı ile bir görüşme olduğunu iddia etti. Haber burada, her yerde var. Bana gelen yazı Medyascope sitesinden alınmış. Hatta AKŞENER İmralı'yla görüşen kişiyi tanıdığını ve bunun yüksek bir yargı mensubu olduğunu söylüyor. İsterseniz tanık olarak bile dinleyebiliriz burada, gelsin açıklasın kim olduğunu. Dolayısıyla seçimler sırasında da konu gündemde. Seçimlerden hemen önce, 2 Mayıs tarihli bir söyleşide Galip ENSARİOĞLU İmralı'yı gündeme getiriyor. Diyor ki; “Yeni bir açılımı devlet isterse yapabilir ve tecriti uygulayan biz değiliz. bu Selahattin DEMİRTAŞ’ın yüzünden, onun açıklamaları yüzünden konuldu. Zaten ‘seni başkan yaptırmayacağız’ diyerek işleri de berbat etti, bu yüzden de onun sözleri nedeniyle devletimiz istemeden tecrit uyguluyor”. Burada doğrudan Galip ENSARİOĞLU'nun sözlerini alıyorum; “Yani Öcalan'ı tecrite mahkum eden devlet değil. Öcalan'ın tecrite mahkum eden bizatihi Kandil'dir, bizatihi HDP'nin kendisidir, Selahattin DEMİRTAŞ'ın kendisidir. Çözüm sürecini boşa çıkaran, sabote eden, Öcalan'ın rolünü boşa çıkarmaya çalışan yine kendileridir.” Bunları söylüyor Galip ENSARİOĞLU. Tecrit kavramı burada da var. O halde ben de dedim ki; siz iktidarsanız, kaldırın tecriti, Abdullah ÖCALAN'ın ne dediğini kamuoyu öğrensin. Bu konuda spekülasyon yapılmasın. Benim programımdan bir gün önce, 19 Haziran'da Galip ENSARİOĞLU, “Çözüm sürecinde PKK ile belki sadece şiddet konusu konuşulur. Yeni bir süreç olur, başlayabilir, yeni bir süreç ve biz PKK ile şiddet konusunu konuşuruz” diyor. Bir dava açıldı mı? Savcılık makamı açtınız mı Galip ENSARİOĞLU hakkında bir soruşturma? Bayağı bir “terör örgütü propagandası” yapıyor ciddi bir biçimde. Ama demokratik bir partinin, mecliste temsil edilen bir partinin eski genel başkanını terörist ilan ediyor neredeyse. Söyleşide ENSARUİOĞLU’na sorulan soru şöyle, “Bu dönemde katkınızı olası bir çözüm süreci içinde görebilir miyiz, siyasette böyle bir gündem var mı?” Galip ENSARİOĞLU şöyle yanıt veriyor; “Çözüm süreci çok klişe bir laf oldu, çözüm süreci bitti ama bittiği yerden tekrar başlayabilir. Sürecin muhatabı kim diye bir soru soruluyor, PKK şiddetin muhatabıdır. Onunla şiddet konuşulur, yani şiddetin durdurulması konuşulur, ama Kürt sorununu veya demokratikleşmenin muhatabı bu ülkede yaşayan herkestir.” İkinci olarak; “Size göre Kürt sorunu çözüldü mü?” diye soruluyor. Yanıt olarak; “% 95 çözüldü” diyor. “Kalan % 5 neyi içeriyor” diye sormuş devamla muhabir. Ensarioğlu da devamla, “Fark IRA ve ETA ile onları yasal partileri arasındaki ilişkiye benzetmekti” diyor. En sonunda “Öcalan ile Kandil arasında bir fark olduğunu düşünüyor musunuz?” sorusuna ise “Var elbette” demiş, “Bu fark çözüm sürecinde çok bariz bir şekilde ortaya çıktı. Öcalan daha samimiydi, iyi niyetliydi.” Buyurun. Savcılık Makamı normal şartlar altında sanık lehine olan delilleri de toplamaz mı, toplar. Niye bunlar iddianamede yok, niye bunlar dosyada yok. Ben dosyaya bakıyorum benim aklımda açık kaynak araştırması yapılmış. Fakat her nedense aleyhime olabilecek bazı tweetler konmuş, üstelik onların da bağlamından kopartıldığı anlaşılıyor. Askerin kafasına silah dayadığı görülen fotoğraf gibi.. Benim lehim olan tweetleri aleyhimde zannederek koymuşlar. Her nedense savcılık makamı bu davaya konu olan hiçbir delili dosyaya koymamış. Bunların hiçbirisi yok. Usul yönünden hatalı iddianame. Girişte PKK hakkında bir bilgi verilmiş. Herhangi bir siteden elde edeceğiniz bilgiler.. Ama iddianame şöyle başlamış oluyor; Türkiye'nin en temel sorunlarından biri PKK örgütünü anlatıyorsunuz.. İddianame anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor.. Sonra bir gün birdenbire çılgın bir gazeteci çıkıyor bu örgütü övmeye karar veriyor. Böyle bir hukuk mantığı olabilir mi? Mümkün değil. Yani doğrudan suçla, suçlamayla ilgisi olmayan bir bilginin veya bir evrakın veya bir belgenin iddianameye konması hukuken doğru değil. Bu kadar temel usul hatalarıyla dolu bir iddianame ile karşı karşıyayız.

İRONİ KONUSU; YANDAŞ MEDYA ÜZÜLECEK!

Savcılık siyasi hükümlü vesaire gibi kavramlara takılmış. Şimdi ben ironi yaptığımı söylemiştim. İroniler bununla ilgili değil. Söz konusu yayının yapıldığı gün Evren Hanım, Evren ÖZALKUŞ anahaberi sunduğu için soruları da o sormuştu. Dedi ki soruda; “Galip ENSARİOĞLU'nun, böyle böyle bir açıklaması var, ne diyorsunuz?” Ben dedim ki, iki ihtimal var; “Ya Galip ENSARİOĞLU Apocu oldu ya da AKP ikinci bir çözüm süreci başlatıyor. Örtülü bir çözüm sürecinin zeminini yaratmaya çalışıyor yerel seçime doğru.” Benim ironi dediğim Galip ENSARİOĞLU'nun Apocu olma olasılığına ilişkin sözlerimdir. İroni, Türk Dil Kurumu'na göre ters bir kavram kullanarak karşısındakiyle hafif alay etmektir. Söylediğim ironi budur. Diğer sözlerimde ironi yoktur. Yandaş medyaya da buradan duyurulur. Gelelim siyasi tutuklu ya da hükümlü meselesine.. Şimdi ben Silivri Cezaevi'nde yatıyorum, rejimin simgesidir. Burada hemen belirteyim; Silivri Cezaevi'ndeki personelle ilgili hiçbir sıkıntım yok. Fakat savcılıkta vardı, adliyede vardı ve ben Silivri'ye gittiğim zaman bayramda tutuklandığım için bir peçete bile yoktu koğuşta. Battaniye yoktu, çamaşırım yoktu. Kantin kapalıydı. Çünkü yetkili görevliler izindeydi. Zamanı bile bilmiyorduk, saat yoktu, gazete ve televizyon yoktu. Ben savcılıktan daha sorumlu davranarak toplumu bir infiale sevk etmemek için, başlangıçta bu sorunların üzerine çok gitmedim. Bayram bitene kadar Kerbela gibiydi orası. İyi ki orada (Silivri) iyi niyetli, sorumluluğunun bilincinde personel var. Onların desteğiyle ve oradaki diğer tutuklu arkadaşlarımızın Can ATALAY, Osman KAVALA gibi arkadaşlarımızın ulaştırdığı malzeme ile 7 günü geçirdim. Orada yani cezaevinde herhangi bir gardiyana, yeni ismiyle “infaz koruma görevlisine” sorduğunuz zaman adi suçtan yatmayan herkese siyasi derler. Galat-ı meşhur gibi. Yani herkes siyasidir orada. FETÖ'cülere de siyasi diyorlar, bana da diyorlar, Osman KAVALA'ya da diyorlar, DHKP-C'lilere de diyorlar. Ama işte diğerlerine adi tutuklu ya da hükümlü diyorlar, biz adli demeyi tercih ediyoruz, kelimeden bir alınganlık olmasın diye. Adli suçlu olmayan herkese siyasi tutuklu derler. Sözünü ettiğimiz suç çeteleri siyasi bir motivasyonla hareket etmez, çıkar amaçlı örgütlerdir. Ama dünyada terör örgütü olarak nitelendirilen bütün yapılanmaların arkasında bir siyasi motivasyon vardır, bir siyasi gerekçesi vardır, bir siyasi amaç vardır ve bu nedenle öyle denir zaten. Dolayısıyla cezaevlerinde yerleşik bir kavramdır. Siyasi tutuklu dememin nedeni budur, Onun ötesinde, tutun ki, bu kavramı bilinen yerleşik amacıyla değil de sizing ifade ettiğiniz öznel niyetlerle kullandım. Yine de o 62 saniyelik videodaki hiçbir söz suç değildir. Öcalan’ın çok okuduğunu söylemişim ben, evet öyle. Bunu sadece ben söylemiyorum. Bunu medyada uzunca süre söylemişler zaten. Çok okuyor, adeta filozof oldu demişim. Bakın size birkaç örnek vereceğim. Güneri CİVAOĞLU, 20 Şubat 2015, yazısının başlığı; “Kitaplarla Apo”. Başka bir başlık, “Kitap listeleri”, yazarı Taha AKYOL o dönemde kitap listesini veriyor. Bir haber başlığı; “Öcalan yakın tarihi araştırıyor”, neresidir bu, hangi gazete? Türkiye Gazetesi. Yakın tarihi araştırıyor. Bir başkası, Öcalan içeride okuya okuya filozof oldu olacak neredeyse demiş. Yine gazete başlığı; “Öcalan İmralı'da en çok Osmanlı Tarihi okuyor”, kim diyor, Taha AKYOL. Hatta Taha AKYOL Öcalan'ın okuduğu kitapları tek tek değerlendirerek, “Demokratikleşme çoğulculuk konusunda değil de genellikle Ortadoğu konusunda okuyor. Keşke onları da okusa” diyor. Yeni Şafak Gazetesi, Öcalan siyaset kitapları okuyor, 300 kitap okudu diye yaçmış. Ben gazetecilik hafızayla hareket ettim. İktidar yanlısı medyanın Abdullah ÖCALAN'a ilişkin övgülerini hatırlatmaya gerek var mı bilmiyorum. Ama istiyorsanız birkaç örnek verebilirim. Bunlardan biri Galip ENSARİOĞLU, tesadüf değil. Ne zaman konuşmuş 2012'de. Demiş ki; yerel yönetimlerin güçlendirildiği bir modelde PKK seçime girsin, PKK legalleşsin demiş. Seçime girsin ve seçilsin. Seçilerek gelsin. Yine Galip ENSARİOĞLU (27/09/2012. 01/10/2012tarihlerinde, “Abdullah ÖCALAN'ın PKK üzerindeki hakimiyeti, gücü, sembolleşen liderlik konumu devlet için bir şanstır” demiş. MAHKEME BAŞKANI : Çok seviyormuş. SANIK MERDAN YANARDAĞ : Demek ki.. Bir başkası, “Öcalan şu anda en güçlü konumda ve devlet için en iyi aktör haline geldi” açıklamayı yapan, Abdurrahim BOYNUKALIN.. AKP Gençlik Kolları Başkanı; “Şu anda binlerce Türkoğlu Türk Abdullah ÖCALAN'ın mesajıyla duygulanıyorsa artık gerçekten yeni bir dönem başlamış demektir” diye ilan etmiş. Yasin AKTAN, Yeni Şafak yazarı; “Öcalan dünyanın geleceğini çok iyi okuyor, siyaseti çok iyi okuyor”. Bülent ARINÇ; Sayın Öcalan demeyi, Öcalan posterleri taşımayı, PKK bayrağı açmayı suç olmaktan biz çıkardık. Beşir ATALAY; İçişleri Bakanlığı da yaptı Başbakan yardımcısıymış o dönemde, 06/06/2014; “Öcalan'ın düşünceleri bizim de düşüncelerimiz”. Demişler, iyi mi. Ortada bunlar varken, beni niye yargılıyorsunuz ya siz? MAHKEME BAŞKANI : Su-i misal emsal teşkil etmez de o yüzden.

“BOYUN EĞMEYECEĞİM”

SANIK MERDAN YANARDAĞ : Şimdi her neyse.. Dolayısıyla ben görünür gerçeğe işaret ettim; Bir iktidara devletin infaz hukukunu uygulayın, tecriti kaldırın ya da avukatlarıyla, ailesiyle görüşsün, bu iktidar bu hükümet (İmralı’yı) bir siyasi araç olarak kullanmasın demek, nasıl suç olabilir. Bu bağlamda, seçimlerde iktidarın izlediği iki yüzlü siyaseti teşhir etmeye çalışan bağımsız bir gazeteci, yüreği solda atan 38 yıllık bir medya mensubu olarak iktidarın anti demokratik uygulamaları için her araç ve yöntemi kullanma siyasetine itiraz ettim. Bu mahkeme Türkiye için önemli. Vereceği kararla ya demokratikleşme ve hukuk tarihine geçecek ya da Türkiye'nin baskıcı ve totaliter bir rejime sürüklendiği yolunu döşeyecek. Dünya için de önemli. O bakımdan mahkemenin vereceği kararın ilk yönde olacağını, hukuk ve demokratikleşme tarihine geçme yönünde bir irade kullanacağını umuyorum. Değilse eğer yol açık olsun. Ben hiçbir hukuksuzluğa boyun eğmeyeceğim. Türkiye de boyun eğmeyecek, bu halk da boyun eğmeyecek. Türkiye'de hukukçular, iyi hukukçular her zaman olacak. Dolayısıyla tutukluluk halime son verilmesini, davanın düşürülmesini. Bihakkın tahliye edilmeli, beraat kararı verilmesini ve bu davanın düşürülmesini talep ediyorum. Eğer yargılama teknik sebeplerle devam edecekse, tahliye edilmeyi talep ediyorum. Ben işin garip tarafı Ergenekon soruşturmasında da yargılandım ve tutuklandım. Tam tersi iddialarla, iyi mi! Fakat o davaların yargıçları ve savcılarının bir kısmı benimle Silivri’de yatıyorlar hala. O kumpasları kuranların bir bölümü orada. Bir bölümü kaçtı. Benim sorgumu yapan Savcı firarda. Ben bir duruşmada savcımık makamında outran savcıya, “Cemaatin savcısı mısın, Cumhuriyetin savcısı mısın önce buna karar ver” dedim. Benim hakkımda suç duyurusunda bulundu, mahkeme reddetti, “Eleştiri ve savunma sınırları içindedir” dedi. Ben kabul ediyorum dedim. Çünkü, cemaat yayınlarını copy paste yaparak bir iddianame hazırlamış. Fakat copy paste yapıyorlar, sahte de olsa delil koyuyorlardı ortaya. Dijital vesaire sahte deliller.. Yahu şimdi o da yok! Bu yüzden Nazi Ceza Kanunu uygulanıyor diyorum. Yorum ve varsayıma dayalı suç icat edilmeye çalışılıyor. Neymiş Kandil'de Duran KALKAN'ın sözleri ile paralel bir program yapmışım. Duran KALKAN da tecrit kalksın demiş. Avukatlarımız baktı, sosyal medyada Duran KALKAN'IN 2 milyon 300 bin linki var. 2 milyon 300 bin açıklaması olmuş ya da onunla ilgili bir haber yapılmış ya da bir konu gündeme gelmiş. Vallahi o 2 milyon 300 bin başlık araştırılsa hükümetle paralel olan metinler de bulunur, bu iddianame ile paralel olanlar da bulunur. Peki şunu söyleyebilir miyiz? Ben de baksam IŞİD'in yayınlarına, El Kaide'nin yayınlarına, Hizbullah'ın yayınlarla, Hizbullah'ın siyasi kanadını zaten meclise taşıdılar. Laiklik ve cumhuriyet düşmanlarının yayınlarına baksam; iktidar mensuplarının sözleriyle yüzlerce paralellik kurabilirim. Bize ne? 6 ay önce bir açıklama yapmış, o açıklama paralelinde hareket ediyormuşum ben. Öyle bir şey olabilir mi? Diyelim ki bir örgütün mensubu, bir örgütün yöneticisi x örgütü, Türkiye demokratikleşsin dedi. Tersini mi söyleyeceğiz? Yani bir suç örgütü tarafından ya da herhangi bir siyasi örgüt tarafından, mesela hayatım boyunca mücadele ettiğim siyasal islamcı veya faşist bir hareketin lider kadrosundan biri Türkiye demokratikleşsin dedi, ben; hayır Türkiye totaliter bir rejim olsun mu diyeceğim? Öyle bir şey olabilir mi? Bu Orta Çağ hukukudur, kıyas yöntemidir. Muhammed Muhtar ŞANKİTİ'nin İslam Medeniyetinde Anayasa Krizi diye bir kitabını cezaevinde okudum yeni bitirdim. Büyük boy bir kitap 800 sayfa kadar. Moritanyalı bir ilahiyatçı, Katar'da da bir İslam üniversitesi rektörlüğünü yapıyor, batıda da eğitim görmüş, bir meşruiyet tarihi araştırması yapmış. 21. yüzyılın ilk çeyreği biterken Şankiti şöyle bir tartışma yapıyor; İslam medeniyetinde bir meşruiyet krizi var. Mesela bir Hristiyan ile bir Müslüman aynı mahkemede yargılanırsa ne yapacağız? Yahu bu tablo tam bir sefalet. İktidarın adalet anlayışı da bu. Kendisinden olanlar ve olmayanlar, oy verenler ya da vermeyenler. Ne diyorlardı; millet ve zillet. Nüfusun %50'sine zillet diyen bir anlayış var iktidarda. Ben bu iktidara itiraz ediyorum, itiraz etmeye de devam edeceğim. Bir İslam alimi ve ilhiyatçı olan Şankiti, zavallı, çaresiz ve çıkış arıyor. Ben ilahiyat alanında da çalıştım, benim doktora tezim de zaten bir bakıma o alanındadır. Diğer taraftan Muhammed Abid El - CABİRÎ'nin “Arap Siyasi Aklının Eleştirisi” diye iki ciltlik kitabı, onları da içeride bitirdim. Başkalarını bilmem, ama ben galiba filozof olacağım biraz daha kalırsam. O da benzer bir sorunu tartışmaya devam ediyor. İslam dünyasında, alimler aasıda bir meşruiyet tartışması var. Yani iktidarın kaynağı nedir? İktidar kılıç zoruyla ele geçirilebilir mi? Şu düşünülüyor; serbest seçimlerde Müslüman olmayanlar iktidar olursa ne yapacağız? El Nahda'nın lideri Gannuşi de bu kitaba bir önsöz yazmış. Çok beğenmiş kitabı. Biliyorsunuz kendisi Arap Baharının bu Büyük Ortadoğu Projesinin aktörlerinden biriydi. Son seçimde % 8 alıp 12. parti oldu, kaybetti iktidarı. Böyle bir dünyadan geliyor ve tartışıyoruz. Ben mahkemenin Cumhuriyet hukukuna sadık kalacağını, hukuk içinde olacağını ummak istiyorum. Çok uzadı galiba. Avukatlarım daha ayrıntılı bilgiler verecektir Son olarak iki şey söyleyebilirim. Yargıtay, mahkeme salonunda “Biji Serok Apo” diye bağıran kişileri düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirip beraat ettirmiş. Böyle yüzlerce var. Ben ÖCALAN’ın bütün görüşlerine katılıyorum demiş, benim önderimdir, halk önderimdir, liderimdir demiş. Serbest bırakılmasını istiyorum, tecrit kalksın demiş. Burada bir fiil, bir suç, bir eylem övülmedi diye bseraat kararları verilmiş. MAHKEME BAŞKANI : Övülmedi diye değil de propaganda yapılacak kitle olmadığı için. SANIK MERDAN YANARDAĞ : Efendim öyle değil. Hayır hayır. Dilekçe vermiş, gazetede çıkmış yayınlanmış. Yayınlanmış başka örnekleri var. Basın yoluyla yapılmış... MAHKEME BAŞKANI : Mahkeme salonunda karar açıklandığı sırada olan bir hadise bu dediğiniz hadise. SANIK MERDAN YANARDAĞ : Bu Biji Serok Apo diye bağıran mahkeme salonunda o doğru. Ama diğer sözünü ettiklerimin % 80'i halka açık ortamlarda ya da medya yoluyla yapılmış. Mitinglerde pankart açılmış, marş söylenmiş. Mitingde kürsüde konuşulmuş. Yani aleniyet var ve yaygınlaştırılmış. Dolayısıyla eğer içtihata da bağlı kalınacaksa davanın düşürülmesini, beraatimi talep ediyorum. Sosyal medya trolleri, bu kampanyayı başlatan troller hakkında da suç duyurusunda bulunuyorum. Teşekkür ederim. MAHKEME BAŞKANI : Vekiller burada, mecliste bununla ilgili çalışma yapsınlar. Hepimizi kurtarsınlar. SANIK MERDAN YANARDAĞ : Umarım. MAHKEME BAŞKANI : Avukat beylere söz verelim. Avukat Hanım buyurun siz de. Hanginiz başlayacaksınız kendinizi tanıtın, nasıl rahat ediyorsanız oturarak ya da ayakta. Mikrofona yaklaşın. SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. BAŞAR YALTI : Avukat Başar YALTI. Sayın Başkanım, Değerli Heyetinize ve Sayın Savcıya saygılar sunuyorum. Müvekkilimiz oldukça ayrıntılı bir savunma yaptı. Aşağı yukarı bize de söyleyecek fazla bir şey bırakmadı ama biz olayın teknik boyutuyla ilgili olarak bir takım şeyler söylüyoruz. Bildiğiniz üzere Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 225. maddesine göre hüküm ancak iddianamede unsurları gösterilen fiil ve fail hakkında verilebiliyor. İddianameyi okuduğumuz zaman dava konusu ettiği fiil 20/06/2023 tarihinde müvekkinin Tele1 programında yaptığı 4 soru 4 cevap olduğunu görüyoruz. Fail de Merdan YANARDAĞ. Bu ikisi bir arada değerlendirildiğinde ikisinin konusunun da gazetecilik olduğu anlaşılıyor. Dolayısıyla bu dava aslında gazeteciliğe karşı bir basın davası olarak görülmelidir. Aynı zamanda müvekkilin tutuklandığı dikkate alındığında da gazetecilere karşı bir gözdağı verilmesi anlamı taşımaktadır. Hele hele müvekkilin sadece tutuklanmış olması da değil, tutukluluğuna yapılan itirazlarda da kullanılan gerekçeler biraz önce bahsedildi ki arkadaşımızda aynı şekilde söz edecek ve bu gerekçelerin yasal dayanağının olmaması karşısında yapılan işin tamamen gazetecilere, özellikle muhalif gazetecilere karşı bir tehdit unsuru olduğunu görmemiz veya anlamamız gerekiyor. Bu nedenledir ki zaten bu tür davalar veya alışkanlıklar nedeniyle bugün Türkiye maalesef 180 ülke arasında basın özgürlüğü sırasında 165. sırada yer almaktadır. Ben bütün bunları dikkate aldığımızda iddianameyi bir bütün olarak değerlendirdiğimde en sonunda söyleyeceğim sözü en baştan söyleyeyim; iddianamenin tamamı baştan sona bir bariz takdir hatasıdır. Şimdi bariz takdir hatası nedir? Bu biliyorsunuz Amerikan yüksek mahkemesinin ürettiği bir kavramdır. Daha sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne geçmiş, oradan da bizim Anayasa Mahkemesi tarafından alınıp artık kararlarda kullanılan bir açık bariz takdir hatası kavramına ulaşılmıştır. Şimdi bariz takdir hatasının daha iyi anlaşılması için şu örnek yerinde olacak diye düşünüyorum; bir park düşünelim. Bu parkın girişinde taşıtlar giremez diye bir kural yazılı olsun. Şimdi bu kuralı uygulayacak bir mahkeme veya hakimin acaba bu parka bisiklet girer mi giremez mi şeklinde bir sorunla karşı karşıya kaldığını düşünelim. Burada bir bulanıklık var. Neden, çünkü taşıtlar giremez yazıyor. Bisiklet giremez yazmıyor. Orada hakime veya mahkemeye takdir hakkı düşünebiliriz. ancak buraya yani bu parka otomobil girer şeklinde bir karar verdiğini düşünelim mahkemenin hakiminin. İşte bariz takdir hatası budur. Şimdi olayı olayı bizim iddianame yönünden ele aldığımız zaman şunları görüyoruz; bariz takdir hatasının kimi yazarlara göre birkaç konu başlığı var ama 3 tane başlık altında ben değerlendirilmesini isteyeceğim. Birincisi, açık bir kuralın uygulanmaması. Yani mevzuatta bir kural var ama iddia makamı veya mahkeme aslında bu kavramı daha çok mahkemelerin kararları için kullanıyorlar. Ama ben iddia makamının da hukukçu olduğunu, hepimizin hukukçu olarak buna dikkat etmemiz gerektiğini düşünerek açık bir yasa kuralının uygulanmamasını bariz takdir hakkı olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum. İkincisi, ki Anayasa Mahkemesi veya siyasi ortam bunu sık sık yaşıyor, yüksek mahkeme kararlarının uygulanmaması, görmezlikten gelinmesi, dikkate alınmaması.. Hani bazı siyasilerimiz de diyorlar ya Anayasa Mahkemesi'ni takmıyorum amiyane deyim ile. Üçüncüsü de deliller ve maddi olayın değerlendirilmesinde hata yapılması. Şimdi iddianameye bu anlamda baktığımızda bir kere görülmeyen kuralları şöyle kabaca isim isim söyleyeceğim; Birincisi Türk Ceza Kanunu 26/1 hakkını kullanan kimseye ceza verilemez diyor. Çok açık kanun maddesi. Türk Ceza Kanunu'nun 26. Maddesi, hakkını kullanan kimseye ceza verilemez. Zaten biraz sonra söyleyeceğim cezanın unsurları bakımından da bu gerekiyor. Hakkını kullanmak ne demek? Müvekkil, basın mensubu, yaptığı iş gazetecilik. Dolayısıyla ona ilişkin haklar nerede yazıyor, Anayasanın 25. Maddesi, 26. Maddesi, 28. Maddesi. Ayrıntılara girmeyelim sizler daha iyi biliyorsunuz. Burada gazetecilik yapmanın suçu olmadığı çok açık. Hatta basın özgürlüğü ifade özgürlüğünün özel bir şekli olarak özel olarak korunmuştur. Bütün bunlara rağmen müvekkilin yaptığı iş tamamen gazetecilik olmasına rağmen Sayın İddia Makamı yaptığı düzenlemede suçlama yöneltmektedir. İkincisi Anayasa Mahkemesi veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları hatta Yargıtay kararları görmezlikten geliyor. Biraz sonra arkadaşım bunları ayrıntısıyla söyleyecek. Burada yani yöneltilen suçlarla ilgili olarak hem Anayasa Mahkemesi'nin hem Yargıtay'ın çok sayıda kararı var. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin de çok sayıda kararı olduğu biliniyor. İddianame düzenlenirken bu kararlara hiç dikkat edilmemiş, görmezlikten gelinmiş. Bu bir iddia makamının aynı zamanda görevini ihmal ettiği anlamına geliyor. Çünkü CMK'nın 170/4 gereğince hem müvekkilin lehine olan 160/ 2 ve 170/4 gereğince müvekkilin lehine olan delilleri de toplaması gerekirken veya konuyla ilgisiz delilleri dosyaya koymaması gerekirken bunları da yapmış durumda. Maddi olayı da iddia makamı yanlış değerlendirmiştir. Şimdi iddianameye göre ikisuç yöneltiliyor. Birisi Terör Propagandası Yapmak, öbürü de Suçu ve Suçluyu Övme. Şimdi bizim kanunumuzda aslında bu suçlardan özellikle Suçu ve Suçluyu Övme şartlarının hiç oluşmadığı belli. Zaten tutuklamanın da terörle propaganda suçu nedeniyle yapıldığı dosyadan belli. Dolayısıyla delillerin değerlendirilmesinde de iddia makamının açıkça yanılgıya düştüğü çok belli. Biraz sonra onlara değineceğim. Bu kapsamda İddia Makamı açık kurallardan birisi daha var, o da görmezlikten gelinmiş. Türk Ceza Kanunu'nun Fikri içtima ile ilgili 44. Maddesi. 44. Maddeye göre bir fiil ile birden fazla suç işlenirse bunun en ağır cezasını gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır demektedir. Fiil aynı, eylem aynı, söylenenler aynı, program aynı ama iki ayrı suçtan cezalandırılma isteniyor. 44. maddeyi de dikkate almamış iddia makamı. Şimdi bütün bunlardan sonra ben özellikle Terör Örgütü Propaganda suçunun bugünkü haline hangi şartlarda geldiğine değinmek istiyorum. Biliyorsunuz şu andaki kanun hükmüne göre terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini kendisini değil yöntemlerini meşhur göstermek, övmek ve özendirmek suç olarak nitelendiriliyor. Ama bu son hali bunun bu noktaya gelmeden önceki ilk hali 1991'lerden söz ediyoruz şöyleymiş; yukarıdaki fıkra uyarınca, yukarıda terör örgütlerinden bahsediyor ne olduğundan, meydana getirilen terör mensuplarına yardım edenlere ve örgütle ilgili propaganda yapanlara işte 1 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası verilir, ilk hali bu. Şimdi suçun maddi konusunu oluşturan böyle çok geniş çerçeveli bir hüküm olunca mahkemelerde tabi ister istemez önüne gelene bu suçtan ceza vermeye başladılar. Bu durum Türkiye'nin özellikle AKP'nin ilk yıllarında Avrupa Birliği'ne katılma sürecindeki ve 1980 Anayasası'nın işte darbe anayasası olduğu, hürriyetlerden yani olmadığı, özgürlükleri bastırdığı yönündeki anlayışına dayalı olarak değiştirelim deniyor ve tam ayrıntılara girmeyeceğim, tam 5 kez değiştiriliyor. Bakın bugünkü Terörle Mücadele Kanunu'nun 7/2. maddesi tam 5 kere değiştiriyor. İşte 4744 Sayılı Kanunla 06/02/2022'de, 4963 Sayılı Kanun'la 30/07/2003'te, 5530 Sayılı Kanunla 29/06/2006'da ve son olarak da 6459 Sayılı Kanunla 11/04/2003'te değiştiriliyor ve bugünkü halini alıyor. Bakın süreci izliyoruz. Buna rağmen mahkemelerde hala mahkumiyet kararları çıkıyor. Artık yasa koyucu irade bakıyor ki mahkemelere daha nasıl anlatabilirim diye 17/10/2019 tarihinde bir cümle daha ekliyor. Diyor ki; haber verme sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturamaz. Şimdi kanun koyucu iradesinin özgürlüklerden yana basın özgürlüğünün genişletilmesi ifade özgürlüğünün genişletilmesinden yana olduğu çok açık. Yani bir kanun koyucu daha ne desin? Merdan YANARDAĞ yargılanamaz mı desin? Haber sınırlarını aşmayan veya eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç olamaz. Bu kadar açık bir hükmü yasa koyucu kanuna ekliyor ama iddia makamı iddianame hazırlarken sanki böyle bir hüküm yokmuş gibi sanki kanun koyucunun iradesi bu değilmiş gibi dava açıyor. Olacak şey değil. O nedenle Merdan YANARDAĞ'ın bütün söyledikleri, programda söylediklerini kastediyorum, bir hakkın kullanılmasından ibarettir. Yani basın özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü kullanıyor bir hak olarak kullanıyor. Çünkü o hakkı yasa kendisine tanımış, Anayasa kendisine tanımış, 90/4 Anayasa gereğince de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tanımış. Buna rağmen iddianamede suç olarak değerlendiriliyor. Yine hepimiz biliyoruz Sayın Başkan, sizler hatta daha da iyi bilirsiniz, bir suçun 4 unsuru olduğunu hepimiz biliyoruz. Maddi unsur, manevi unsur, tipiklik unsuru ve hukuka aykırılık unsuru. Bu suçtaki maddi unsur biraz önce söylediğimiz gibi programın yayınlanmış olmasıdır, eylemin kendisi olarak bir programdan söz ediliyor. Bu programda söylenenler suçun maddi unsurunu oluşturuyor. Peki bu tipiklik bakımından biraz önce okuduğum kanun maddesine uyuyor mu, hayır uyumuyor. Bunu da savcılık makamı görmezlikten geliyor. Müvekkilin böyle bir kastı var mı? Yani bu programı yaparken biraz önce uzun uzun anlattı ben de hayranlıkla dinledim. Galip ENSARİOĞLU bir demeç veriyor, özel bir demeç veriyor, o demeç de alınıyor 4 soru 4 yanıt adlı programda konu ediliyor ve üstünde tartışılıyor. Yaptığı iş yorum başka bir şey değil, eleştiri. Bu da onun en doğal hakkı. Üstelik konu hani basın özgürlüğünde temel alınacak birkaç tane kriter var; 1, kamu yararı var mı yani kamu ilgisi var mı, görünür gerçekliğe uygun mudur, özellikle bunlara uyulması gerekiyor basında yer alacak bir haberin veya bir olayın haberleştirilmesinde. Tam o sırada işte Ensarioğlu bir demeç vermiş. Yani görünür gerçekliğe de uygun ve kamunun ilgisini çekebilecek bir olay, haber, o haberin yorumu yapılıyor. Bütün bunlar ortadayken kastı olmadığı aynı şekilde açıklandığından dolayısıyla ortada bir suç olduğunu düşünmüyoruz. Ben şu delil konusuna da kısaca değineceğim fazla zamanınızı almadan. Şimdi iddianamede deliller olarak iki şeyden bahsedilmiş; bir açık kaynak araştırması bir de video kaydı. Onun dışında başka bir delil yok. Şimdi açık kaynak araştırması delil olabilir mi? Yani bu Sayın Başkanım, Sayın Üyeler, maalesef mahkemelerimiz de bunu alışkanlık haline getiriyorlar. Bakın böyle bir delil olmaz. Neden olmaz biliyor musunuz? Kısaca yargılamanın tarihinden söz edelim. Biliyorsunuz tarih boyunca ceza yargılamasında 3 ana sistem uygulanmış. Biri tahkik sistemi, biri itham sistemi, biri de vicdani kanaat delil sistemidir. Şimdi bu açık kaynak araştırması bana göre tahkik sisteminin bir ürünü, bir kalıntısı olarak uygulanıyor. Dolayısıyla biliyorsunuz tahkik sistemi Orta Çağ'da uygulanan engizisyonun adı ile en çok bilinen sistemdir. Yani birisini suçlu ilan ediyorsunuz sonra ondan kendisini savunmasını ya da suçsuz olduğunu ispatlamasını istiyorsunuz. O sistem engizisyona kadar gitmiş. Şimdi ben de bu tahkik sisteminin bir kalıntısı olarak açık kaynak araştırmasını çağdaş engizisyon olarak niteliyorum. Neden? Çünkü masumiyet karinesine bu açık kaynak araştırması açıkça aykırıdır. Anayasamız da var, Ceza Hukukunun Temel İlkeleri arasında hepsi biliniyor, masumiyet asıldır, bir kimse kesin hükümle cezalandırılmadığı sürece masum, Anayasa 38. Şimdi masumiyet karinesine aykırı olduğu gibi şüpheden sanık yararlanır ilkesine de aykırıdır. Bakın Merdan Bey de söyledi, ben dilekçeleri yazarken Duran KALKAN ismini yazdım 2 milyon 230 bin. Bugün şimdi siz yazın belki de artmıştır bilmiyorum. 2 milyon 230 bin işte şey çıkıyor karşımıza Google arama motoruna Duran KALKAN yazdığınız zaman sonuç çıkıyor. Bu sonuçlardan dosyaya gelen dosyaya gelen açık kaynak araştırmasında iki tane şey var iki tane.. Bakın 2 milyon 230'dan iki tane.. Tamam peki yani bir bozuk saatin bile günde iki defa doğruyu gösterdiği bir ortamda bu 2 milyon 230 binin içerisinden hangisi paralellik kurularak Merdan YANARDAĞ suçlanabilir? Kaldı ki ceza hukukunda paralellik diye bir kavram yoktur, anoloji yapılamaz, kıyas uygulanamaz ve benzetme yoluyla da yorum yapılamaz. Bu sadece bakın çağdaş bizim kendi Cumhuriyet hukukumuzda değil, Osmanlı hukukuna girin Osmanlı hukukunda da ceza hukukunda da yoktur. Berâet-i Zimmet asıldır diyor. Onun ceza hukukuna yansıması masumiyet karidesidir ve suçsuzluk karinesi olarak gelmektedir. Kaldı ki Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. maddesi bizim Anayasanın 36. maddesine göre adil yargılanma hakkına da açıkça aykırıdır. Yani açık kaynak araştırması sonucu işte şu şununla paralel olarak davranıyor demek açıkça adil yargılanma hak ve ilkelerine de açıktır ve ceza muhakemesi kanunumuza göre de bence açıkça aykırı bir delildir. Delil olarak dikkate alınıyorsa... Video kaydına gelelim. Video kaydı yani dosyada iddia makamının esas alarak iddianame düzenlediği video kaydı suç belgesidir. Bakın bir daha söylüyorum, o video kaydı suç belgesidir. Anayasa'daki 38. maddede yer alan kanuna aykırı olarak elde edilen bulgular delil olarak kabul edilemez hükmüne açıkça aykırıdır. Çünkü müvekkilin iradesini yansıtmayan bir montaj yapılmıştır. Birçok kanununa aykırıdır ama Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 217. maddesine göre hukuka uygun şekilde elde edilmiş delil ile ispat yapılacağından Sayın Mahkemenin bunu da dikkate almaması gerekiyor. Özetle müvekkil bir hakkın kullanılması çerçevesinde 4 soru 4 yanıt programında gazetecilik faaliyetini yürütmüştür. Bu bir hakkın kullanılmasıdır. Türk Ceza Kanunun 26/1. maddesi gereğince hakkını kullanan kimseye ceza verilemez. İfade ve basın özgürlüğü Anayasanın bir daha hatırlatayım 25, 26, 28. maddelerinde yer aldığını hepimiz biliyoruz. Şimdi bir ceza yargılamasının amacının gerçeğe ulaşmak olduğunu ve gerçeğe ulaşırken de iki tane temel sorunun çözülmesi gerektiğini hep biliyoruz. Bu iki temel sorundan birisi maddi sorun öbürü de hukuki sorun. Maddi sorun olgusaldır, hukuki sorun normatiftir. Şimdi maddi sorun gerçeğin bulunması gerektiriyor, hukuki sorun da gerçek ortaya çıktığı zaman ona hangi hukuk normunun uygulanacağının Sayın Mahkemece tespit edilmesi gerekiyor. Bu ikisi doğru şekilde yapıldığı zaman zaten adalet dediğimiz şeyin gerçekleştiğini hepimiz kabul ediyoruz. Fakat Türkiye'de Ceza Muhakemesi Kanunun ve Anayasanın gereği olarak tahkik sistemi itham sistemi değil vicdani kanaat sistemi uygulandığını hatırlatmak gerekiyor. Zaten Anayasa'nın 138. maddesinde de hakimlerin karar verirken bakın savcılar demiyor hakimlerin karar verirken bağımsız oldukları ve kanuna, Anayasaya ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar verecekleri Anayasa'da belirtiliyor. Şimdi bu vicdani kanaat konusu benim bu son 1-2 yıldır üzerinde en çok takıldığım konulardan birisidir. Çünkü Türkiye'de de çok fazla üzerinde durulmuyor. Bir ironik bir durum olarak onu da söyleyeyim, Metin FEYZİOĞLU'nun bu konuda yazdığı bir kitap var, tavsiye ederim. Biz onunla birlikte Barolar Birliği'nde çalıştık ama çok da uyuşamamıştık o zaman da ama bu doçentlik tezi olarak yazılmış, şimdi biraz daha geliştirilmiş. Fakat bu konu hakkındaki iyi kitaplardan birisi, orada da gayet güzel anlatıyor vicdani kanaatin ne olduğu ve gelir sistemi kullanılırken vicdani kanaatte şüphenin yenilmesinin çok önem kazandığını belirtiyor. Yani hakim karar vermeden önce her türlü şüpheyi yenmesi gerekiyor. 1 maddi gerçeğe ilişkin şüphe, 2 delillere ilişkin şüphe, 3 kanunun işte ağırlaştırıcı nedenleri, hafifletici nedenleri vesaire ve bunlarla ilgili şüpheyi yenmesi gerekiyor. Burada işte vicdani kanaat devreye giriyor. Vicdani kanaat orta çağda tanrının içimizdeki sesi olarak algılanmış. Oysa seküler dünyaya geçildiği zaman böyle bir şeyin olmadığını, vicdani kanaatin aslında bir muhakeme sonucu, akıl yürütme sonucu doğru bilgi ve doğru olaylardan yola çıkarak kendi muhakememizi yaparak ulaştığımız yargı olarak algılanması gerektiği her yerde belirtiliyor. Felsefe kitaplarında da bu şekilde belirtiliyor. Yani doğru bilgiye dayanan akıl yürütme sonucu ulaştığımız yargıya biz vicdani kanaat diyoruz. Vicdani kanaat Metin FEYZİOĞLU'nun kitabında şöyle tanımlanmış Sayın Başkan; maddi uyuşmazlığı çözmeye yetkili makamın yani mahkemenin yani sizlerin kovuşturmada aklın rehberliğinde adil yargılanma kuralları içinde madde olayın oluş biçimine dair ulaştığı kendi açısından şüpheye yer vermeyen kanaatidir diyor. Vicdani kanaat şüphenin gerekçeye dayalı olarak yenilmesini gerektirir, yoksa keyfilik ortaya çıkar. Yani buradaki gerekçe keyfiliğin önüne geçilmesi için başvurulması gereken temel konudur. Vicdani kanaate dediğimiz gibi muhakeme sonucunda ulaşılacağından eğer bir şüphe taşıyorsak ki bu şüphe neye ilişkin olabilir; sanığa isnat edilen suçun unsurlarına ilişkin olabilir, maddi olayın niteliğine ilişkin olabilir, hukuka uygunluk sebeplerine ilişkin olabilir ve cezalandırma şartlarına ilişkin olabilir. Bu gibi durumlarda şüphenin tam olarak yenilmemesi de olasıdır ki her zaman yenilmez. Ceza Muhakemesi Kanunu bunu da düşünmüş bunu da düşünmüş, bu durumlarda şüpheden sanık yararlanır diye bir kavram ortada. Yani eğer şüpheyi tam olarak senin benim başlıklarını saydığım konularda mahkeme yenemiyorsa şüpheyi yenemediği konularda da sanık lehine düşünmek zorunda olduğunu belirtiyor. Bunu nereden anlıyoruz? Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 223/2-e fıkrasına göre yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması halinde sanığın beraatine karar veriliyor. Yani kanun bunu böyle emrettiği için şüpheden sanık yararlanır. Aynı zamanda bir Ceza Muhakemesi Kanun hükmü olarak karşımızda durmaktadır. Özetle Sayın Başkanım, müvekkil Türk Ceza Kanunu'nun 26. maddesinde yazılı olan hakkını kullandığı için cezalandırılmaması gerekir. Bugüne kadar hukuken geçerli olmayan gerekçelerle tutuklu kalmıştır. Kaldığı süre de gözetilerek öncelikle bihakkın tahliyesine ve atılı suçtan unsurları oluşmayan atılı suçtan beraatine karar verilmesini talep ediyoruz. Dinlediğiniz için de ve sabrınız için de teşekkür ederim. MAHKEME BAŞKANI : Avukat Hanım buyurun. SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. GİZEM DUYGU ÖCALAN : Olağan şartlarda ayakta savunma yapıyorum ama notlarım var.. SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. BAŞAR YALTI : Sayın Başkanım, bir şey gösterecektim. Pardon.. Bakın şu kitap Abdullah ÖCALAN tarafından yazılmış. Abdullah ÖCALAN yazarı, Kürdistan Devrim Manifestosu. Şimdi bunun hakkında bu kitap hakkında ben de buldurdum bir tane aldık burada mahkemede göstermek üzere, Anayasa Mahkemesi toplatma kararı verilmiş mahkemede. Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuş Abdullah ÖCALAN karar var, görebilirsiniz ve hak ihlali hakkında yani bu toplatma kararının bir hak ihlali olduğu kararı verilmiş. Bunun karşısında müvekkilin söylediklerinin artık esamesi okunur mu? Bu kadarını söyleyip sözümü tamamlıyorum. MAHKEME BAŞKANI : Anayasa Mahkemesi Ankara'nın güneyinde aslında çok da kuzeyinde değil ama.. SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. BAŞAR YALTI : E bilemeyiz artık. SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. GİZEM DUYGU ÖCALAN : Sayın Başkan, Değerli Üyeler, Sayın İddia Makamı.. MAHKEME BAŞKANI : Kendinizi de tanıtırsanız Avukat Hanım. SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. GİZEM DUYGU ÖCALAN : Avukat Gizem Duygu ÖCALAN. Oturarak da savunma yapmaya çok alışık değiliz de efendim notlarım var. Şöyle.. MAHKEME BAŞKANI : Nasıl rahat ederseniz. SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. GİZEM DUYGU ÖCALAN : Teşekkür ederim. Şimdi müvekkilimin savunmasına katılıyorum. Zaten Sayın Başkan bu tarz davalarda ben Merdan Bey'in Ergenekon davalarından itibaren 16 - 17 yıldır asgari avukatıyım. Bu tarz davalarda hakikaten sanıklar kendilerini çok daha güzel ifade ediyorlar. Fakat sizlerin değerli vaktini almadan ben müvekkilimizin atladığı ve yargılanma konumuz olan konunun temeli ile ilgili birkaç husus üzerinde duracağım. Birkaç da demin sözü geçen ki detaylı şekilde yazılı savunmamıza sunduk, bazı kararlar üzerinde duracağım. Yalnız Sayın Başkan, söylediğiniz gibi değil kapalı bir ortamda vesaire değil, mitinglerde de var, televizyonda da var çok sayıda karar zaten göreceksiniz ki bizim konumuzun da dışında. Çünkü zaten bizim bu tarz söylemlerimiz de yok. Şimdi Sayın Başkan, müvekkilimiz suç icat edildiğini söyledi. Az önce zaten meslek büyüğüm Başar Bey de dedi ki; yani bir suç belgesidir iddianame. Hakikaten iddianameye baktığımızda bir kere bu çok önemli, çünkü biz bunu bir titiz çalışmayla görebildik Sayın Başkan. Öyle bir durum ki bütün program kaydını, konuya ilişki yargılama konusunda evet koymuş iddianameye iddia makamı ancak değerlendirme bölümüne görünmemiş bir şekilde müvekkilin beyanlarının bir bölümünü alıp bir bölümünü atlayıp, oradan kesip oradan başka bir bölüm ekleyip bambaşka bir metin oluşturmuş. Fakat ben farklı olarak şunu da söylüyorum Sayın Başkan, Değerli Üyeler, Sayın İddia Makamı; bakın bu metnin bu haliyle birlikte müvekilimizin montaj dediği haliyle birlikte bile hiçbir biçimde zaten suçlamaların koşulları oluşmamaktadır. Zaten suçlu ve suçluyu övme ve propaganda bakımından baktığımızda fikri içtima gereği Savcı Bay tabi buna girmemiş iddia makamı ama suçluyu övmeden zaten kastedilemez. Ama her iki suçun da unsurları bulunmamaktadır. Bu önemli. Yani montaj dediğimiz kısımda da yoktur. Çünkü ne şiddete çağrı vardır ne terör örgütü üyeliğinden hüküm giymiş Abdullah ÖCALAN'ın ve PKK'nın terör örgütü ile ilgili en ufak bir şiddete çağrı, bunların yöntemini meşru gösterme falan gibi bir hiçbir biçimde söylem yoktur. Şöyle toparlarsam program kaydı da daha ne anlaşılmış olacak, Sayın Başkan şimdi programda bu yargılanma konumuzun nedeni çok açık hiç uzatmaya gerek yok. Müvekkilimiz Galip ENSARİOĞLU'ndan bahsetti. Kimdir bu şahıs? Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili. Bunun bir açıklaması var. Bakın basın durup dururken bir arşivden konu seçmiyor, güncel olması önemlidir. Basın özgürlüğü, basın avukatlığı yaptık uzun yıllar, konunun güncel olması en temel şartlardan biridir. Bir kere konu güncel. Ensarioğlu ne diyor Sayın Başkan, özetle diyor ki; bu Kürt meselesine ilişkin çözümü diyor Selahattin DEMİRTAŞ ve Kandil engelledi diyor. Tam ifadesi şudur ki Öcalan daha samimi diyor. Diğer gazetici olan programın sunucusu Evren ÖZALKUŞ, müvekkilimize bu soruyu yönelttiğinde bunu nasıl değerlendirirsin diye Sayın Başkan, sadece çarpıcı olanları söyleyeceğim, çok vaktinizi almayacağım. Bakın müvekkilimiz orada şu an izleyemiyoruz görüntüde gülüyor, ironi dediği de o yani "hıh" gibi bir hareket yapıyor Sayın Başkan, diyor ki; ya Galip ENSARİOĞLU Apocu oldu ya da Adalet ve Kalkınma Partisi Abdullah ÖCALAN ile yeni bir çözüm sürecine hazırlanıyor. Ne dedi Erdoğan diyor müvekkilimiz; o Edirne'deki İmralı'dakine hesap verecek, ya siz İmralı'daki ile işbirliği mi yapıyorsunuz diye hükümete yönelik müvekkilimiz eleştiri yöneltiyor. Şimdi Sayın Başkan, bu kısımda çok kısa süreceğim, şu çok önemli, bırakın suçluyu övmeyi propaganda yapmayı terör örgütü propagandası, burada tam aksine terör örgütü üyeliğinden hüküm giymiş Abdullah ÖCALAN ile olası politik hamleler için bir takım Kürt açılımı, Kürt kesimi oylarının belki alınmasına yönelik olası bir işbirliği içinde olunmasına yönelik hükümete sert bir eleştiri yöneltiyor. Yani bu nasıl bir durumdur ki hem Apocu olmayı eleştirecek hem de bu sefer Apocu olmaktan burada yargılanacak 3 aydır da tutuklu bir şekilde maalesef bu hukuksuzlukla mücadele edecek. Bakın diyor ki devamında programın; Ama belli ki bugün Öcalan'ın adını öne çıkardınız, Adalet ve Kalkınma Partisi'ne yönelik ve hükümete yönelik, niye bunu seçim sırasında söylemediniz, uyanıklara bakar mısınız Galip ENSARİOĞLU uyanık çünkü diyor. Bunların tümü Sayın Başkan, bu hakikaten vicdan kanatır. Ceza Muhakemesi Kanunu ile ilgili bütün hükümleri sanık lehine iddia makamınca paramparça edilmiştir. Şu sizlere bu duruşma salonunda okuduğum hiçbir bölüm iddianamede değerlendirme konusu yapılmıyor. Devamında Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidarı kaybetme endişesi ile bir gündem oluşturduğunu vurgu yaparak.. Bakın müvekkil şunu söylüyor, diyor ki, yani konumuz neden Abdullah ÖCALAN? Adalet ve Kalkınma Partisi af çıkarmaya çalışıyor, onunla anlaşmaya çalışıyorlar ve öyle anlaşılıyor ki pardon, onunla anlaşmaya çalışıyorlar hani bebek katiliydi, terörist başıydı, buna yakında Sayın Öcalan diyecekler diyerek yine hükümete ve Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Kürt politikasına yönelik eleştirilerini tekrar ediyor. Son olarak devamla, bakın yine özü yargılamanın, ben Adalet ve Kalkınma Partisi'nin iktidarını PKK ile ama Öcalan üzerinden yeni bir çözüm süreci başlatmayı denediğini ama bunda başarılı olamayacağını düşünüyorum. Abdullah ÖCALAN iyidir diyen kim, AKP'liler. Bunlar bu kadar derin bir sahtekarlık içindedirler diyerek Sayın Başkan, burada az önce de söylediğimiz gibi AKP'nin Kürt politikalarına yönelik genel bir eleştiri var. Bunun dışında bunlardan kaçınmış olmayalım çok okumak, çok okuyor, filozof, zeki.. Yani bu söylemleri biz dilekçemizde de yazdık efendim. Mesela filozof felsefe ile ilgilenen. Yani cezaevinde Abdullah ÖCALAN felfese okuyorsa, ona filozof deniyorsa bunda zaten herhangi bir suç unsuru olmaz, tek tek de yoktur bu ifadelerde bütünüyle de yoktur. Ama burada çok okuma vesarie tecritte tutma sen bunu görelim demek iddianamede bakın rehin tutuyorsun kısmını almış gerisini koymamış. Çünkü rehin tutuyorsun diyerek PKK yöneticileriyle aynı söylemi kullanıyor diyor Sayın Başkan. Ama gerisini almazsan ve bir savcılık olarak hukuki bir metin oluşturmak yerine burada bir montaj, belge üretirseniz tabi böyle bir sonuç çıkıyor iddia makamı bakımından söylüyorum. Halbuki diyor ki devamında var, rehin tutuyorsunuz, tutmayın, biz böylelikle hükümetten tek taraflı dinlemiş oluyoruz Kürt açılımına ilişkin konuyu. Fakat diyor söz hakkı verilirse bu da bunun süjesi çünkü. Dolayısıyla ondan da dinlemiş oluruz ve amacı burada müvekkilimizin suç işlemek değil, halkı, kamuoyunu kamu yararı saikiyle bir basın mensubu olarak Sayın Başkan, aydınlatmak. Zaten üstadım söyledi burada uygunluk koşulları var, bunlara hiç girmeyeceğim. Son olarak da değerli vaktinizi almamak için Sayın Başkan, Değerli Üyeler, Sayın İddia Makamı; dilekçemizdeki kararları tek tek tek çok özenle seçerek hazırladık. Şimdi ben şunun için diyorum, doğrudan ilgisi yok bizim anlattığımız gibi beyanlarımızın ilgisi yok. Fakat şu; o kararları okuduğumuzda vicdan kanatıyor Sayın Başkan. Adeta PKK sempatizanları yaşasın PKK diye mitinglerde bağıranlar, Öcalan önderim çıksın gibi terör örgütü lideri ile ilgili söylemlerde bulunanlar için bakın Yargıtayın ayrı ayrı daireleri, yani nedir suçluyu övmeye bakan ve propagandaya bakan,sanıyorum şimdi kapandı ama 8 ve 16. Anayasa Mahkemesi kararları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ki ağırlıklı olarak da Anayasa Mahkemesi kararlarını koyduk. Bunların tümüne diyor ki Sayın Başkan özetle burada diyor; şiddete çağrı ve şiddet yöntemlerini gösterme yok diyor. İfade özgürlüğünü ben yasa gereği geniş tutmak zorundayım diyor, teknik hukuk bakımından bunları ortaya koymuş bu kadar ağır denilebilecek bizim dosyamıza göre sözlerde bile ifade özgürlüğü nedeniyle tümde ihlal kararı vermiş, Yargıtay'da da beraat kararı vermişti. O yüzden bütün bunlar gözetilerek Sayın Başkan şöyle bitirmek istiyorum; müvekkilimiz gerçekten Türkiye Cumhuriyeti'ne, cumhuriyetin temel felsefesine, temel tüm ilkelerine senelerdir gönül vermiş, 40 senedir bakın 37 yıl dedi, bu konuda yazan, çizen, söyleyen gerçek bir yurtseverdir. Dolayısıyla bırakın buradaki suçlamanın oluşmasını kendisine bu suçlamanın yöneltilmesini dahi hem kişilik hakkı ihlali hem de iftira suçunun oluşması bakımından çok büyük bir hukuksuzluk olarak görüyoruz ve elbette müvekkilin beraatini talep ediyoruz. Tahliyesinin geciktirmeden yerine getirilmesini diliyoruz. Teşekkür ederim sabrınız için. SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. BAŞAR YALTI : Başkanım, bir dakika bir dil sürçmesi oldu. Ben iddianame için suç belgesi demedim.. SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. GİZEM DUYGU ÖCALAN : Çok özür dilerim. SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. BAŞAR YALTI : Montaj video için suç belgesidir dedim. İddianame için baştan sona bariz takdir hatası içeren bir hukuk belgesidir dedim. Bunu düzeltelim. SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. GİZEM DUYGU ÖCALAN : Pardon ben yanlış anladım. SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. BİLGÜTAY HAKKI DURNA : Bilgütay Hakkı DURNA. Şimdi aslında biz bir görev bölüşümü yaptık, önümüzde de yazılı savunmamız duruyor ve ben tutukluluk hali ve tutuklu yargılanmamasına dair bölüme ilişkin söz aldım ve müvekkilimin ifadesi, meslektaşlarımın açıklamaları dosya bizim açımızdan zaten beraat ile sonuçlanması gereken bir dosya ve beraatle sonuçlanması gereken bir dosyada tutukluluk durumu söz konusu olamayacağına göre belki de konuşmak gerekmez. Ama ne yazık ülkemiz yargı pratiği böyle işlemediği için biz en baştan bu soruşturmanın bile açılmaması gerekir derken müvekkilim bugün burada tutuklu, 101. Gününde tutuklu halde karşınızda. Bu nedenle tutukluk halini ne yazık ki ilk oluş haliyle dahi tartışmamız gerekiyor. Müvekkil ve meslektaşlarımın dediği gibi failden suça ulaşılmaya çalışıldığı için müvekkilimizin aslında tutuklanması için bir sebep arandığı için yaptığı yayınlardan, yazdığı yazılardan memnun olunmadığı için tutuklandığı kanaatindeyiz. Siz bunu çok siyasi bir söylem olduğunu söyleyebilirsiniz. Aslında belki de haklısınızdır siyasi bir söylemdir. Ama bu siyasi söyleme birazdan tek tek değineceğim. Biz değil dosya sizin önünüze gelene kadar iddianame aşamasına kadar o zincirin kolluktan başlayarak yargının her bileşeniyle oluşturulmuş bir siyasi söylem olduğunu, o siyasi söyleme karşı da bizim karşı sözlerimizi söylememiz gerektiğini düşünüyoruz. Tabi şunu da diyebilirsiniz, dersiniz ki biz bir süredir 2 aydır tutukluluk incelemesi yapıyoruz ve aslında ilk baştaki o tutukluluk gerekçenin hiçbirisi bizim kararımızda yok. Haklısınız bu çok acı bir durum. Çünkü her tutuklama gerekçesi düşe düşe bugüne geldi. Müvekkilimin söylediği gibi; savunmasının alınmamasına tek ondan ibaret değildir tabi, diğerlerine değineceğim. Savunmasının alınmamasından ibaret bunu ironi olarak söylüyorum, tutuklama haline gelmiş durumdayız. Ama müvekkilim üç buçuk ay sonra yargılama yapılmasından şikayet etti. Aslında normal şartlarda müvekkilin belki 6 ay sonra sizin önünüze çıkması gerekiyor orada. Çünkü tutuksuz yargılanması gerekiyordu. Bugün burada bu jandarmalar arasında bulunmasının sebebi ta o gün 101 gün önceki başlayan temel siyasi hatalarla ilgilidir ve o günkü tutuklama sebeplerinin hiçbiri bugün geçerli değildir, hiçbirinin geçerliliği olmadığı için de müvekkilin derhal tahliye edilmesi gerekiyor. Mutlaka beraat etmesi gerekiyor ama herhangi çeşitli şekillerde usulü açıdan bu dosyada yol alamazsak mutlaka tahliye edilmesi gerekiyor. Bunları hatırlatacağım ama önce başka bir şey daha hatırlatmak istiyorum. Pardon arada bir şeyi de ifade etmek istiyorum. Siz “sui misal emsal olmaz” dediniz, haklısınız tabi ki mutlak olarak, ama başka bir temel ilkemiz daha var, yasalar eşit uygulanmak zorundadır herkese. Biz burada düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve basın özgürlüğünü söylemekten savcılıklarda, mahkemelerde sanırım bu kelimelere ve kavramlara yabancılaşmaya başladık artık. Yani söylüyoruz söylüyoruz ama kimse aslında bahsettiğimiz ifade özgürlüğü, insanların düşüncelerini dile getirebilme özgürlüğünü dikkate almıyor. Basın özgürlüğü temel özgürlükler arasında, ama öyle yabancılaştık ki.. Bu arada şu da anlaşılmasın ne müvekkilim ne bizler asla ve asla Ensarioğlu'nu işaret ederken yargılansın demiyoruz. Onun düşüncesidir, onun ifadesidir, özgürce söylemeye devam edebilmesi gerekir. Ama Merdan YANARDAĞ'ın devam etmesi gerekir. Evet sui misal emsal olmaz, ama yasaların da eşit olarak uygulanması gerekir. Temel başka bir derdimiz var. Buna sizin tutukluluk inceleme kararlarınız da dahil. Bütün kararlar gerekçesiz, ya sıradaki yer alan ibarelerin tekrarından ibaret tutuklama kararlarıyla ne yazık ki yol alıyoruz. Birazdan değineceğim vahim halde skandal herhalde yanlış alıntılar da yapıyor. Örneğin sulh ceza hakimliği. Ama Anayasa'nın 141/3 maddesi çok açık. Bizim ülkemizin yargı pratiği haline gelmiş olan gerekçesiz kararlar ama insanların özgürlüklerinden mahrum olmasına sebep olabiliyor. Baştan beri diyoruz ki montaj bir video. Meslektaşlarım ve müvekkilim tekrar ettiği için tekrarlamayacağım. Oradaki kelimeler müvekkilime aittir, ama o sözler ve oradaki düşünce aktarımı müvekkile ait değildir. Çünkü yeni oluşturulmuş bir (konuşma) söz konusudur. Bunu aynı şekilde iddianame de yapmış durumda. Ama soruşturmanın başından beri söylüyoruz ki boş verin 12 dakikalık konuşmayı, bütününü, biz 1 dakikalık konuşma da dahi tek bir suç olmadığı iddiasındayız. Yani yargılamayı bir dakikalık montaj video üzerinden dahi yürütseniz suç oluşmamış durumdadır. İşini yapmaya çalışanlar, suç oluşturmaya çalışanlar iyi bir montajlama yapamamış durumdalar. Bunu da ifade etmek gerekiyor. Şimdi soruşturmanın en başında bu tutuklama sürecine değinmek istiyorum, 26 Haziran tarihinde Cumhuriyet Savcısı Emniyet Müdürlüğü'ne bir yazı yazıyor, müvekkilimin gözaltına alınmasını istiyor. Orada şöyle bir ibare var diyor ki; programa ilişkin kayıtların ilgili kurumlardan temin edilerek.. İlgili kurum nedir? RTÜK'tür ya da Tele1'dir. Tele1'e gidersiniz, RTÜK'e giderseniz bu yayını bana iletin dersiniz. Emniyete verilen talimat budur savcılık tarafından. Müvekkilim gözaltına alındı akşam saatlerinde Vatan'da sorgudayız, ifade veriyoruz. Bir gariplik var. Bu kelimeler bana ait de bu sözler bana ait değil diyor Merdan YANARDAĞ. Polislere dedik ki, nereden buldunuz bunu, YouTube'dan bulduk. Yani ilgili kurum YouTube'a dönüşmüş İstanbul Emniyeti terörle mücadele için. Neyse biz orada dedik ki bu böyle değildir şöyledir. Orada ilginç bir şey var, tabi basının ilgi gösterdiği bir şey. Sorgudan çıktık, ertesi gün savcılığa sevk edilecek. Basın benden demeç istedi, dedim ki montaj bir video. İşte bunu sorguda dile getirdik vesaire sonra bunu savcılık aşamasında da söyledik. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bir açıklama yaptı. Sonra internet sitesinde bu açıklamayı bulamadım ama ajanslarda bulabiliyorsunuz. Niye böyle bir uğraşa girdi savcılık hala bilmiyorum. Ama şunu diyor savcılık; “Merdan YANARDAĞ ve müdafi, ifadelerinde bunun bir montajlama olduğunu söylemişlerdir”. Hayır söyledikleri bu değildir, işte şurada şudur diyor, montajlama kelimesini asla kullanmamışlar diyor. Şimdi kullanmasak ne olur, başka bir şey de ben kendimden kuşkuya düştüm, hani döndüm ifadelerimize baktım montaj ibaresini kelimesi kelimesine kullanmışız. Peki İstanbul Başsavcılığı bu açıklamayı niye yapma gereği hissediyor? Şimdi bahsettiğimiz davanın siyasi niteliğiyle ilgili.. Sonra biz ertesi gün koştur koştur müvekkilimin anlattığı savcılık sorgusunu beklerken hem flash diski 50 dakikalık programın tamamını hem de Ensarioğlu'nun gazeteduvar'da yayınlanmış olan bilgisayar çıktısını yani programda tartışılan 19 Haziran tarihli haberi dosyaya sunduk. Bizzat odaya girdim, Savcı Hanım'a bu durumu söyledim, peki tamam dedi, izledi. İzlediğini nereden biliyorum kapının dışında iken programı izlediğine dair sesleri duydum. Sonrasında aynı şekilde Sulh Ceza Hakimliğine çıktık. Sulh Ceza Hakimliğinde sorgu aşamasında ben dedim ki bir de bizim bir flash diskimiz vardı. Hakim Bey aynen şunu dedi, evet biliyorum burada ama ben bunu açamadım dedi. Bir de burada deneyelim dedi. Duruşma salonunda flash diski taktık, flash diski taktıktan sonra salondaki herkes 12 dakikalık konuşmayı 50 dakikalık programın ilgili 12 dakikalık kısmını hep beraber izledik. Bunu niye söylüyorum, bunu şundan dolayı söylüyorum Sulh Ceza Hakimliğinin skandal bir tutuklama kararı var zaten biliyorsunuz. O skandal kararda bir, bizim sunmuş olmamıza rağmen dosyaya ısrarla YouTube'daki videoya 1 dakikalık videoya dayanarak tutukladı, birinci gerekçesi bu. Şeyleri falan geçiyorum kaçma şüphesi vesaireyi geçiyorum onlar zaten klasik şeyler. Esas kritik olan nedir, esas kritik olan şudur; müvekkilim bahsetti, katalog suçtur diye tutukladı Terörle Mücadele 7/2. Yani bu bir hata mı skandal mı nedir, açıkçası bunu ben kasıt araştırmasına girmiyorum ama şunu söyleyeyim, hani bu dosyaya dair sonrasında bir emekli ağır ceza reisi ağabeyimle sohbet ederken bu konuyu konuşurken bana şeyi söyledi; bir asliye ceza hakim olsa anlardım dedi. Yüzlerce suç maddesi, ceza kanununda yüzlerce madde ile uğraşıyor öyle bir karışıklık olabilir. Sulh ceza hakiminin tek işi 100. maddedir başka bir iş yoktur. 100. maddedeki kaç tane fıkraysa o fıkralardır. Böyle bir hatayı yapabilmiş olması insani değil. Çünkü o katalog suç kaçma şüphesini doğurdu, o kaçma şüphesi müvekilimin 100 gündür cezaevinde bulunmasının sebebi. Bu arada ne savcılıkta ne sorgu hakimliğinde ne iddianamede ve ne sizin tutukluk incelemesinin değerlendirmesine kararlarında Ensarioğlu'nun röportajı yok. Sanki yok sayılan bir delil. Beğenmeyebilirsiniz, siz bunu sunmuşsunuz ama sizin dediğinizi anlatmıyor diyebilirsiniz. Bu zaten şöyle bunu hepsini diyebilirsiniz ama yok sayamazsınız. O bir delildir ve biz diyoruz ki en baştan beri bu delil müvekkilimin programında yaptığı konuşma budur. İşte bu açın, bakın emiş mi? Beğenmiyorsanız gazeteduvara yazın, isteyin orijinalini ama onu yok sayamazsınız ama yargılamanın başından itibaren sorgulamanın başından soruşturmanın başından itibaren suç sayılmaktadır ve bu nedenle tutuklama sebep ve koşullarında temelden değişiklik vardır. Savcılığın tutuklamaya sevki, sulh ceza hakimliğinin tutuklama sebebi, sonrasında asliye cezanın tutuklamaya itirazı ve hatta sizin ilk tutukluluk incelemenizde tutuklama sebep ve koşullarında değişiklik yoktur ibaresi yer aldığı için bunların temelini bir kenara atıyoruz. Zaten sonraki tutukluğunun devamı kararlarına siz de bu bahsettiğim her şeyi bir kenara iterek başka gerekçelerden bahsettiniz onlara birazdan değineceğim ama sorun şu ki müvekkilim onun için burada şu anda. Bu bahsettiğim skandal kararlardan ve gerekçelerden dolayı. O nedenle biz müvekkilimin tutuklanmak istediği konusunda eminiz. Başka türlü açıklanabilir bir durum söz konusu değil, bir yerde düzenlenmesi gerekirdi. Çünkü bu dosyanın bu kadar kalın olmasının sebebi bir yanı açık kaynak araştırmaları meslektaşımın söylediği gibi, öbürleri de bizim tutuklamaya itiraz dilekçelerimiz. Sayfalarca yazdığımız ama zaman ne yazık ki gerekçeli bir şekilde dikkate alınmayan dilekçilerimiz. Şimdi çok uzatmayacağım yorulduk biliyorum. Kısaca birkaç şey söyleyeceğim.. Şimdi kuvvetli suç şüphesinin varlığını işaret eden somut olgu ve kanıt nedir bu dosyada, gerçekten buna dair cevap arıyoruz biz. Cevap arıyoruz, çünkü biliyorsunuz ki, kaçma şüphesini aynı zamanda ölçülülük ilkesi ile açıklamak gerekiyor. Hiçbir şekilde montaj bir video ile başlatılmış, yeni bir konuşma yaratılmış, iddianamedeki sözlerle yine müvekkile ait olmayan bir konuşma yaratılmış ve tüm buradan hareketle bir özgüleme yapılmadan hiçbir şekilde meslektaşımın bahsettiği gibi kopararak, beğendiği kelimeleri iddianameye taşıyarak bir şey yaratılmış. Şimdi kaçma şüphesi peki? Yani herhalde gerçekten bir kişiyi tutuklayabilmenin en kolay yolu budur. Sen kaçmak istiyorsun, bunu dediğin zaman ne diyebilirsiniz ki. Evet bir suçtan yargılanıyorsan kaçabilirsin. Peki niye? Birinin alt sınırı olmayan bir suç, tutuklanmamış, daha tutuklama olmamış, suç ve suçluyu övme. Öbürünün şeyi belli infazı belli, HAGB kapsamında, erteleme kapsamında sürekli üst sınıra işaret ediyor. Türk yargı hukukunda biliyoruz ki teşdiden uygulanmasının bir ceza maddesinin karşılığı vardır. Nerede bu dosyada, yalnızca üst şeyi cezayı işaret ederek devam edebilir miyiz, bir kişiyi özgürlüğünden mahkum edebilir miyiz, nedir bunun koşulu, nedir? Ki artık gelinen günde herhalde artık bunu tartışamayız diye düşünüyorum 101. güne gelmiş durumdayız ama yine kanundaki ibareyi işaretlememiz, ifade etmemiz gerekiyor. Basit bir şüphe ile yetinemezsiniz. Bize müvekkilimizin kaçma şüphesi olduğunu söylüyorsanız bunu gerekçelendirmeniz ve bunu niye adli kontrol ile kontrol altına alınamayacağını bugüne kadar alınmadığını da açıklamak gerektiğini düşünüyorum. Bitiriyorum: Meslektaşlarım değinmediler zaman ilerlediği için ama ben yine bir okuyacağım çok kısa. Dosyaya bol miktarda Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Yargıtay kararları sunduk. Sizinle girdiğimiz bu duruşma anındaki şey de sizin çok hakim olduğunuzu gösteriyor bu alanlara dair ve kararlara dair. Bu olumlu bir şey bizim açımızdan ama o zaman bir kararı hatırlatmak istiyorum ve alıntılamak istiyorum. Anayasa Mahkemesi'nin Zübeyde Füsun ÜSTEL ve diğerleri başvurusu. Böyle bir karar olmadığını düşünün o kararı alın bugün Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu Merdan YANARDAĞ kararı başvuru 2023 diyebilirsiniz. Okuyacağım şimdi, göreceksiniz ne diyor Anayasa Mahkemesi Zübeyde Füsun ÜSTEL kararında. İlk derece mahkemeleri mahkumiyet kararlarını önemli ölçüde PKK terör örgütünün bir üst düzey yetkilisinin bildirinin yayınlanmasından yaklaşık iki ay önce yaptığı ileri sürülen "aydın ve demokratik çevreler öz yönetimlere sahip çıksın" şeklindeki çağrıya dayandırmıştır. Biz daha iyi durumdayız bizimki 6 ay önceki açıklama, burada 2 ay önce yapılmış açıklama. Paralellik daha yakın. Mahkemeler söz konusu çağrının yapıldığını ve talimat mahiyetinde olduğunu, bu açıklamanın akabinde de yargılamaya konu edilen bildirinin yayınlandığını kabul etmişlerdir. Bununla beraber mahkemeler mahkumiyet gerekçelerinde bildiriyi yazan ve imzalayanların PKK'nın talimatıyla hareket ettiklerine ilişkin varsayımı aşan bir delil gösterebilmiş değildir. Ceza mahkemelerinin ve diğer kamu otoritelerinin ellerinde her tür tartışmayı ortadan kaldıracak nitelikte kesin ve inandırıcı deliller olmadan soyut bazı değerlendirmelerle bir düşünce açıklamasının terör örgütü ile yapılan bir tür iş bölümü neticesinde veya örgütün talimatı ile yapıldığını varsayması ve bu tür bir varsayımla kişilerin cezalandırılması ifade özgürlüğü üzerinde ağır bir baskı oluşturacaktır diye devam ediyor. Herhangi bir düşünce açıklamasının algı yaratılmaya çalışıldığından bahisle terör örgütü propagandası olarak kabul edilmesi hukuki bir değerlendirme olarak kabul edilemez. Bildiri de terörle mücadele eden güvenlik güçlerinin bazı uygulamalarının kabul edilmez olduğu, bizim dosyamıza taşıyın tecrit ifadesinin kabul edilemez olduğu ifade edilmiş ve kamu kurumlarına suçlamalar yönetilmiştir. Anayasa Mahkemesi bu tür düşüncelerin demokratik bir toplum için şart olan çoğulculuk, hoşgörülü ve açık fikirliliğin gereklerinden olduğunu teyit etmiştir. Şimdi biz bu teyidi mahkemenizden bekliyoruz. Bu karar birebir hiç öyle bir şey değil bizim dosyamızla bağlantılı bir karardır. Son bir karar okuyacağım. Meslektaşım terörle mücadele 7/2'deki değişikliği izah etti 91'den bugüne kadar. Beğenmeyebilirsiniz, eleştirebilirsiniz, bu nasıl madde diyebilirsiniz, bu madde şöyle böyle diyebilirsiniz ama uygulamak zorundayız. Terörle mücadele 7/2 çok açık. Açın bizim ilk tutuklama itiraz dilekçilerimizde var, gerekçesi çok açık. Diyor ki; sen bu nedenle cezalandıramazsın. Anayasa Mahkemesi de aynen bunu söylemiş Ayşe ÇELİK başvurusunda. Demiş ki; Terör veya terör örgütü ile bağlantılı olsa bile bağlantılı olsa bile içinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan, terör suçlarının işlenmesi tehlikesine yol açmayan, terör örgütünün ideolojisi, toplumsal veya siyasal hedefleri, siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlara ilişkin görüşleri ile paralellik taşıyan düşünce açıklamaları terörizmin propagandası olarak kabul edilemez. Duran KALKAN'ın 2 milyon küsur sayfasını çekin içinde tehdit, şiddet olmayanları kullandığınız zaman Anayasa Mahkemesi diyor ki; beğenmeyebilirsin, nasıl bir kanun bu diyebilirsin ama uyumak zorundasın, bu bir suç değildir diyor. Toplumsal ve siyasal ortama veya sosyoekonomik dengesizliklere, etnik sorunlara, ülke nüfusundaki farklılıklara, daha fazla özgürlük talebine veya ülke yönetim biçiminin eleştirisine yönelik düşüncelerin -Anayasa Mahkemesinin daha önce ifade ettiği gibi devlet yetkilileri veya toplumun önemli bir bölümü için ve yargı bileşenleri için, bunu ben ekliyorum, rahatsız edici olsa bile açıklanması, yayılması, aktif, sistemli ve inandırıcı bir şekilde başkalarına aşılanması, telkin ve tavsiye edilmesi ifade özgürlüğünün koruması altındadır. Anayasa Mahkemesi'nin kararları bundan 2 yıl, 3 yıl, 5 yıl önce bu dosya için yazılmış. Buna rağmen neden savcılar bu iddianameleri hazırlıyor, niye bu soruşturmalar açılıyor, bunun gerekçesini istiyoruz. Eğer hala iddianame mütalaa böyle verecekse bu gerekçelenmeli. Müvekkilimiz hangi tehdit, hangi şiddet, hangi propagandif yöntemi kullanmıştır bu dosyada şu kelimeyle şu cümleyle ama parçalamadan ama bölmeden hepsini bir bütün şekilde önümüze koyması gerekir diye düşünüyoruz. Bitiriyorum. Bizce soruşturma açılmaması gerekiyordu açıldı. Tutuklanmaması gerekiyordu tutuklandı. Tutukluluğa itirazımızın kabul edilmesi gerekiyordu, bunları bir müdafi olarak , bir taraf olarak söylemiyoruz, dosya bunları tamamiyle söylüyor, tutukluluğa itirazlarımız reddedildi, geldik bugüne. 100. Günü dosyadan beraat etmesi gerekiyor. Benim bölümüm olduğu için söylüyorum mutlaka ve mutlaka bihakkın tahliyesi gerekiyor ama bir avukat sorumluluğu olduğu için söylememiz de gerekiyor mahkemeniz aksi bir kanaatte ise adli kontrol hükümlerinin uygulanması gerekiyor. Ama bu dosyada artık uygulanacak bir adli kontrol ceza infaz kanunu da dikkate alındığı zaman da olmadığı kanaatindeyiz. Teşekkür ederim. MAHKEME BAŞKANI : Evet. İddia makamına soralım. Mütalaa var mı Savcım. İDDİA MAKAMI : Beyanlara bir diyeceğimiz yok Başkanım. Mütalaamız hazır, yazılı olarak sunacağız. Sanığın katılmış olduğu Tele1 isimli televizyon kanalında suç tarihinde yayınlanan 4 soru 4 yanıt isimli televizyon programında yapmış olduğu.. KAYNAĞI BELLİ OLMAYAN SES : Ses gelmiyor arkaya.. MAHKEME BAŞKANI : Bu kadar. İDDİA MAKAMI : Bizim salonda öyle bir sıkıntı var maalesef. MAHKEME BAŞKANI : Sesi o kadar ne yapayım. Sesini mi açayım. İDDİA MAKAMI : Özetle sanığın yapmış olduğu... MAHKEME BAŞKANI : Tamam da insanın sesi bu kadar yani.. İDDİA MAKAMI : Şimdi İmralı'ya baktığımız zaman yani 70 yaşını geçmiş bir Abdullah ÖCALAN ve kabul etmek gerekir ki çok uzun süredir yani 25 yıldır hapiste, kesintisiz hapiste ve tecritte olan bir kişiden söz ediyoruz şeklindeki sözleriyle bütün halinde kabul edilen bu açıklamaların sanığın üzerine atılı Terör Örgütü Propagandası Yapmak ve Suçu ve Suçluyu Övmek suçlarına vücut verdiği fakat Türk Ceza Kanunu 44, maddesi hükmüne göre işlediği bir fiille birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişinin bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılacağı, bu bağlamda sanığın da eylemi doğrultusunda üzerine atılı daha ağır cezayı gerektiren Terör Örgütü Propagandası Yapmak suçundan cezalandırılması gerektiği anlaşılmakla sübut bulan eylemine uyan Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesinin 2. fıkrasının 1. ve 2. cümleleri gelince cezalandırılmasına, Türk Ceza Kanunu'nun 53. maddesi gereğince belirli hakları kullanmaktan yoksun bırakılmasına, gözaltı ve tutuklukla geçirdiği sürelerin aynı kanunun 63. maddesi gereğince cezasından mahsubuna, üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, yasada öngörülen ceza miktarının altı üst sınırları ve tüm dava dosyası birlikte göz önüne alınarak tutukluk halinin devamına karar verilmesi kamu adına talep ve mütalaa olunur. MAHKEME BAŞKANI : Savunma yapacaksınız ama bir ara verelim herhalde. Kaydı durduralım.

- 2. OTURUM –

MAHKEME BAŞKANI : Kayıt yapıyor mu? Tamam, sanıktan soralım. SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. BİLGÜTAY HAKKI DURNA : Sayın Başkan, bir mütalaayı görme şansımız var mı? MAHKEME BAŞKANI : Tabii. Yazılı olarak verdi Savcı Bey yanlış bilmiyorsam. Doğru mu Savcım? İDDİA MAKAMI : Doğru Başkanım. MAHKEME BAŞKANI : Onun çıktısını alalım verelim size. Keşke aradan önce verseydik size. Kaydı da durdur bir taraftan.

- 3. OTURUM –

MAHKEME BAŞKANI : Buyurun, mütalaaya ve esasa karşı diyecekleriniz nelerdir sizi dinliyoruz. SANIK MERDAN YANARDAĞ : Mütalaayı çok hızlı okudum. İddianame hakkında söylediğimiz her şeyin geçerli olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla tamamını tekrarlıyorum. Bir montaj yaklaşımıyla ikinci bir kurgu, ikinci bir troll yaklaşımı ile tutumunu sürdürüyor iddia makamı. Bu bir düşünce ve ifade özgürlüğü davasıdır. Anayasal bir hakkın gasp edilmesini talep eden bir savcılık makamı olamaz. Dolayısıyla, Anayasa'da ilgili maddelerde yani 25, 26, 28. Maddelerle teminat altına alınan düşünce ve ifade özgürlüğü kullnılmıştır. Gazetecilik mesleğinden kaynaklanan ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü çerçevesinde yapılan bir programdır bu. Bu davada savcının talebi; Türkiye'de demokratik hak ve özgürlüklerin daraltılmasıdır. Açıkça demokrasinin daraltılmasını talep ediyor. Türkiye'de totaliter ya da patrimonyal sultanizm dediğimiz kuralsız, yasasız, anayasasız bir rejimin yolunu döşeyen bir taleptir bu. Dolayısıyla bu dava sadece benim davam değildir, öyle anlaşılıyor. Avukatlarımdan Bilgütay Bey söyledi, Galip ENSARİOĞLU sözleri nedeniyle suçlu falan değildir, biz onu suçlamıyoruz. Yargılanmasını talep ediyor filan da değilim. Ben Türkiye'de adil ve demokratik bir çözüm sürecinin yeniden başlatılmasına da karşı değilim. Tam tersine, benim burada yaptığım eleştiri esas olarak AKP iktidarının iki yüzlü açılım siyasetine yöneliktir. İhanetlere açık, spekülasyonlara açık, siyasi istismara açık, seçime endeksli, her an terk edilebilecek, yasal çerçevesi oluşturulmamış, Mecliste ve meşru zeminlerde görüşülmeyen, kapalı kapılar ardında sürdürülen, dolayısıyla aldatmaya, yalan söylemeye, inkar etmeye son derece açık bir süreç yaşandı. Bunun nasıl bir felaketle sonuçlandığını hep beraber gördük Hendek Savaşları denilen süreçte. Dolayısıyla burada savcılık nala bir iktidar eleştirisi, iktidar politikalarına yönelik bir itiraz olmadığını iddia ediyor. Gazeteciliğin iki temel sütunu vardır; birisi haberciliktir diğeri yorumdur. Ana haber bülteninden sonra gelen bir programdan söz ediyoruz. Ana haber bültenini de yönetiyorum, bütün haber süreçlerini yönetiyorum orada ve bir ana haber bültenini hazırlıyoruz, ardından da yorum yapıyoruz. Dolayısıyla savcılık, bir gazetecilik faaliyetini yargılamayı ve onun mahkum etmeyi talep ediyor. Şimdi göre ben merak ediyorum; Sivas Katliamı'nın sanıklarından 71 yaşında birisi tahliye edildi, niye tahliye edildi? İnfaz yasasında birçok hüküm var. Ben sadece bir varsayımdan söz ediyorum. Buna karşı çıkılabilir, eleştirilebilir, itiraz edilebilir, yanlıştır denilir bu görüş, Ama bunun için hapis cezası istenmez. Hizbullahçılar tahliye edildi 302 kişiyi öldüren Hizbullahçılar. Gaffar OKAN'ı, bir emniyet müdürünü 5 polisle birlikte şehid eden kişiler tahliye edildi, aramızda dolaşıyor. Görünen gerçeklikten söz ettim. İmralı'da bir tecrit uygulanıyor mu, uygulanıyor. Avukatlarıyla görüşüyor mu, görüşemiyor. Ailesiyle görüşüyor mu, görüşemiyor. Bakın ilk celsede söylediğim şey şuydu; cümleyi ortadan bölmek. Programda şunu söylemişim; “Abdullah ÖCALAN'a uygulanan tecritin hukukta hiçbir yeri yoktur, kaldırılması lazım, biz görmüyoruz, duymuyoruz, tartışmıyoruz, o izliyor mu izlemiyor mu bilmiyoruz, ama orada elinde rehin olarak tutmuşsun adamla..” Burada kesmiş. Devamını ben okuyayım; “Adamla pazarlık yapıyorsun, onun üzerinden tehdit ediyorsun, ne pazarlık yapıldı ne tehdit edildi, bunun karşısında ne alındı ne verildi bunu bilen yok. Ailesiyle görüşemiyor, avukatları ile görüşemiyor, öyle bir infaz düzeni olabilir mi, Türkiye yasa gereği infaz yasası gereği her tutuklu ve hükümlü haftada bir gün işte görüşmek durumundadır” falan diye devam ediyorum. Demokrasiler suçluların da haklarının olduğu rejimlerdir. Suçluların haklarının olduğunu söylemek, onların avukatlarıyla ve aileleriyle görüşmesi gerektiğini söylemek hiçbir biçimde suç olamayacağı gibi, bu dava bağlamında, bu programda söylediğimiz şey şu; bu görüşmeler engellendiği için birçok spekülasyon yapılıyor. Siyaseti ayarlamaya, siyasete yön vermeye çalışan bir iktidar manipülasyonu ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla bunları kaldıralım, şeffaf bir biçimde kamuoyunun bilgisi ve kamu denetimi altında bir süreç işleyecekse öyle yürüsün. Benim söylediğim bu. (Ancak) Dediğim gibi savcılık makamı Türkiye'nin totaliter bir rejime doğru, patrimonyal sultanizm dediğimiz bir rejime doğru evrilmesini talep ediyor, öyle anlaşılıyor. Değerli Avukatlarımı dinleyince “ya bize ne yapmışlar” diye bir duyguya kapılıyorum. Yaşar Kemal biliyorsunuz arzuhalcidir. Mahkemelerin önünde Adana Adliyesi'nin önünde arzuhal, yani dilekçe yazıyor. Yazarlığa öyle başlıyor aslında. Bir köylü geliyor bir arzuhal, bir dilekçe yazdıracak, Yaşar Kemal öyle bir dilekçe yazıyor ki, köylüye okuyunca ağlamaya başlıyor, bana ne yapmışlar diye. Şimdi ben de burada ne yapılmak istendiğini verilen örneklerle çok somut olarak gördüm. Yapılmak istenen Merdan YANARDAĞ'ın cezalandırılması değildir sadece, Türkiye'de demokratik hak ve özgürlükleri daraltmaktır. Türkiye'yi totaliter bir rejime sürükleme çabasıdır. Hem yeni bir anayasa yapılması tartışılıyor bu günlerde, toplumsal mutabakat oluşturmak isteniyor. Çünkü, 2017 Anayasası sadece Türkiye'de değil dünya tarihinde bile en az oyla kabul edilmiş bir anayasadır, hiçbir biçimde bir toplum sözleşmesi olamaz. Üstelik de mühürsüz zarflardan çıkar oy pusulaları (2 milyon) geçerli sayıldı. Siz toplumun en az yarısını temsil eden insanları duyarlılıklarıyla, sempatileriyle, yaklaşımlarıyla temsil eden insanları söylediği sözler ve savunduğu fikirler nedeniyle, gazetecilik mesleği nedeniyle yargılayıp mahkum etmeye kalkarsanız, bu ülkede ne toplumsal uzlaşma olur ne de toplumsal barış olur. Adalet yoksa bir ülkede barış da olmaz. Ben savcılık makamının bu sorumlulukla hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum. Adının önündeki Cumhuriyet kavramına, cumhuriyetin ima ettiği değerlere, başlangıç varsayımlarına uygun davranmalıdır. O kavram ve ilkeler demokrasidir, demokratikleşmedir, insan hak ve özgürlüklerini savunmaktır. Dolayısıyla burada bir gazetecilik faaliyeti yargılanıyor. Ne yaptım ben, fiilim ne, televizyon programı. Televizyon programından sonra insanlar sokağa çıkıp sağa sola mı saldırdı, şiddet eylemleri mi yaptı, toplumsal infial nedir? Yine burada esas hakkındaki mütalaada ayın 25'inden sonra sosyal medyaya yüklenen videodan sonra infial oluştuğu söyleniyor. Kimmiş bu infiale kapılanlar ya, niye biz görmedik? Ben gazeteciyim, haberleri izliyorum infial halinde tek bir kişiyi görmedim ben. Troller ise ortaya çıkamazlar, cesaret edemezler. Çünkü ahlaksızlar, çünkü terbiyesizler, ağızları bozuk. Girin sosyal medyaya göreceksiniz ana avrat küfür ediyorlar insanlara. Böyle bir toplumsal infial yok. Burada sanal bir suç yaratılmaya çalışılıyor. Tam da dediğim Nazi hukukudur bu, fiile değil faile bakarak suç icat etme çabasıdır. Ben mahkemenin buraya geçit vermeyeceğine inanıyorum, yani mahkemenin hukuka bağlı kalacağına, demokratik hak ve özgürlüklerini daraltan bir tutum içinde olmayacağını ummak ve inanmak istiyorum. Teşekkür ederim. MAHKEME BAŞKANI : Avukat Bey, buyurun. Mikrofonu biraz yaklaştırabilir miyiz? SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. BAŞAR YALTI : Başar YALTI. Sayın Başkanım, Değerli Üyeler; üzücü olan şu; burada adil yargılama koşullarına göre bir yargılama yapıldığını varsayıyoruz ama Sayın Savcı mütalaa verirken savunmanın hiçbir yazılı veya sözlü uyarılarına veya ne bileyim işte ifadelerine dikkate almadan mütalaa verdi. Maalesef bizim ceza mahkemelerimizde şöyle bir gelenek var; fezleke iddianameye dönüşüyor, iddianame esas hakkındaki mütalaaya dönüşüyor, esas hakkındaki mütalaa da karar olarak açıklanıyor. Şimdi ben Sayın Mahkemenin buna uymayacağını değerlendiriyorum. Çünkü ciddi şekilde dinlediğinizi ve değerlendireceğinizi umuyorum. Bakın ben savunmada özellikle vicdani kanaat üzerinde durdum. Bu anayasal bir göreviniz zaten hakimler olarak vicdani kanaatinize göre karar vereceksiniz. Ama bu kanaat öyle rastgele bir kanaat olamaz. Ünlü filozof Kant diyor ki; ikişey üzerinde düşündüğüm zaman zihnimi hayranlık duygusu, huşu duygusu kaplar. Biri yıldızlı gökyüzü, öbürü içimizdeki ahlak yasası. Hakimlerin içindeki ahlak yasası vicdani kanaatleridir. Biz burada bir yargılama yapıyoruz. Bu yargılamanın adalete uygun olması gerekiyor. Görünüşte adalet için adil yargılama hak ve kurallarının uygulanması gerekiyor. Ama karar aşamasına geldiğimiz zaman işte anayasa, kanun ve hukuk işin içine giriyor ve bunların bir araya gelmesinden oluşan vicdani kanaat sizin değerlendirmenizi ve kararınızı oluşturacak. Bu çok önemli bir husus. Sizler de izlemişsinizdir bir kanalda Kim Milyoner Olmak İster diye bir program yayınlandı. Geçenlerde bir doktor galiba orada programa çıkmıştı, bir soru soruldu. Anayasanın 1. maddesi nedir, bilemedi. Sonra da işte biz onları arkada bıraktık. Kenan İMİRZALIOĞLU ona bir güzel ders verdi. Dedi ki; Anayasa'nın ilk 3. maddesini öğrenmek ve bilmek bizim yurttaşlık borcumuzdur, bu Cumhuriyet bize emanet. Tamam Türkiye Devleti bir cumhuriyettir ama ikinci maddeye gelelim adalet anlayışına dayalı laik, demokratik sosyal bir hukuk devletidir. Türkiye Cumhuriyeti bir demokratik hukuk devletidir. Konumuzla ilgili olan kısmı bu. Şimdi hukuk devleti olmak ne demek? Hukuk devleti olmak hukuk güvenliğine sahip olmak demektir. Peki hukuk güvenliğini kim sağlayacak? Sokaktaki bekçi, jandarma, polis ama en sonunda siz sağlayacaksınız. Bu ülkede hukuk vardır dedirtecek olan Siz Sayın Mahkeme Heyetisiniz. Buna bu açıdan baktığımızda ben bariz takdir hatası yapıldı baştan sona iddianame dedim. Neden bariz takdir hatası yapılmış, çünkü hiçbir yasa kuralı tanımıyor. Sayın savcımız da hiçbir yasa kuralını tanımadı. Türk Ceza Kanunu'nun 26. Maddesi açıkça diyor ki; hakkını kullanana ceza verilemez. Peki bu hak ne, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü basitçe. Bunun ayrıntılarını bizim burada anlatmamız gerekmiyor ki yani zaten bilinecek bir şey, bunu herkes bilir. Bir program yapılmış o programda bir şeyler söylenmiş. O zaman bütün kanalları dolaşalım, bakın Türkiye Cumhuriyeti'nin demin vasıflarını saydığım özelliklerine aykırın ne kadar yayın bulabiliriz. Ama seçiyorlar. Niye, iktidar yanlısı değil. O zaman ne oluyor muhalefeti gözdağıyla susturmak. O zaman ne oluyorsun demokrasi olmuyorsun, hukuk devleti olmuyorsun. Daha fazla sözü uzatmamıza gerek yok. Söz ve karar sizde. Türkiye hukuk devleti midir değil midir, bunun kararını vereceksiniz. Merdan YANARDAĞ ceza almış almamış bu önemli değil, Türkiye 180 ülke içerisinde 165. midir 164 mü olacak 166 mı olacak bunun kararını vereceksiniz. Teşekkür ederim. SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. GİZEM DUYGU ÖCALAN : Sayın Başkan, Değerli Üyler; üzülerek görüyoruz ki yaptığımız savunmaların, sunduğumuz kararların, lehe delillerin hiçbiri savcılık tarafından gerek iddia makamı gerek duruşma savcılığı bakımından dikkate alınmıyor ve ısrarla hayır hükümet eleştirisi içeren, bunların Kürt politikasını içeren yayın yapamazsın deniliyor. Benim bu mütalaada yaklaşık 20-21 yıllık hukukçu olarak anladığım şey bu. Çünkü birincisi iddianamede var olan aynı bölüm, bakın Sayın Başkan az evvel söylememiş gibi bizim için savcılar ne derse desin sizlerin fikri önemli, düşüncesi, kararı önemli elbette. Ama bu kadar söylememize rağmen hala söylediğim gibi başı, sonu belli olmayan, oradan, buradan alınmış kısmı okuyorum mütalaada aynen Savcı Bey buraya taşımış ve özetle toplumda infal oluşturduğunu söylüyor. Bu zaten suçun şartlarından değil de yani nerede ne var fakat videonun internet ortamında çok sayıda etkileşim alması Savcı Bey'in delili. Yani birisi bir şey söyleyecek, birileri onu Twitter'da Retweet edecek bir rağbet gösterecek ve bunu zaten kasıtlı, maksatlı, troll, bot hesapları olduğunu söylüyoruz. Müvekkilimiz söyledi çoğu zaman şikayet için bunların kim olduğunu tespit edemiyoruz bile ve sadece bunlara bakarak burada bir suç atfı yapılacak, aynen iddianamedeki ifadeler taşınacak, biz burada şimdi mütalaya karşı ne diyelim diye kafa yoracağız. Şimdi şunun üzerinde duracağım Sayın Başkan, Değerli Üyeler; burada övme suçunun olmadığından olsa da burada propaganda suçundan cezalandırma istiyor ama baktığınız zaman da neredeyse değerlendirmesini açık ve yakın tehlike unsuruna bağlıyor. Bu biliyorsunuz suçluyu övme suçunda olan bir unsur, buna bağlıyor. Bir kere burada söylediğim şey de esas dışında usulden de korkunç bir hata var, hukuki hata var ve bunu da gerekçe olarak diyor ki; toplumun terör konusundaki hassasiyeti. Şimdi sunduk kararları, diyor ki açık, yakın tehlike nedir, terör propagandasına gidelim.. Yani onlarca karar Sayın Başkan sunduk. Orada da diyor ki; cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemleri meşru gösterme, şiddete çağrı yapma, somut şiddet, açık yakın tehlikede de yine aynı şekilde. Yani şöyle olacak bu program yapıldı, biz söylüyoruz zaten içeriğinin bu terör örgütü ile şununla bununla ilgisi yok ama ondan sonra sokakta bir toplumda değil mi bir somut somut ama infial olacak. Şimdi bu kısmı böyle neden tepki gösterdiğimi Sayın Başkan gözünüzden kaçtı mı, Savcı Bey'in kaçmış, hiç bakmamış. Ama bakın savunma dilekçemizin 10. sayfasında var Sayın Başkan. Burada gerek Mehmet Ali AYDIN kararı, burada zaten basın yolu da var. AYM kararına baktığımızda Sırrı Süreyya ÖNDER kararında mesela şu önemli bakın Abdullah ÖCALAN'ı lider olarak gören ve onu öven sözler gibi tartışmalı açıklamaların tarihsel bağlamda ve konuşmanın bütünü içinde şiddete teşvik edip etmediği somut olarak ortaya konulmalıdır diyor mahkemelerce diyor, soyut bir algı yaratılarak diyor buradan yorum yoluyla suç teşhisine gidemezsin diyor. Anayasa Mahkemesi bir düşünce açıklamasının ne surette şiddete teşvik ettiği gösterilmeksizin soyut olarak algı yaratılmaya çalışıldığından bahisle propaganda suçunun oluştuğundan bahsedilemeyeceği diyor. Sayın Başkan az evvel size söylediniz bunlar bize zaman zaman tabi bu karamsar tabloda ülkemizin içinden geçtiği umut veriyor sizin gibi hukukçular, Anayasa Mahkemesinin varlığına işaret ettiniz, mevcut kanunlarımız geçerli olduğu sürece Avrupa ve İnsan Hakları Mahkemesi kararları, Anayasa Mahkemesi kararları geçerli. Burada zaten somut olarak sunduk. Sabaha kadar tabi ki koşullarını meslektaşlarım da anlattığı unsurlarını konuşabiliriz, hiçbiri oluşmuş değil. Dolayısıyla bunun en önemlisi de bu mahkemenin vereceği karar da bir suçun oluşmadığı yönünde kararı vicdanına da hukuka da uygun karar vermesi ve kamu yararlı bulunmaktadır. Bunu gözetmemek çok büyük haksızlık olur. Burada doğrudan müvekkilin fiziki olarak cezaevinde bulunup bulunmamasından ziyade, basın özgürlüğü anlamında da ifade özgürlüğü anlamında da insanların meslektaşımın söylediği gibi en önemlisi hukuk güvenliğini içinde hissederek yaşayabilmeleri anlamında da önemlidir. Bu nedenle müvekkilimizin zaten bir dakika bile cezaevinde durması bugüne kadar bütünüyle hukuka aykırıydı. Mütalaaya hiçbir şekilde katılmıyoruz. Savunmalarımız ölçüsünde beraat kararı verilmesi talebimizi yineliyoruz. Sayın Mahkeme hangi kanaatte olur bilemeyiz. Aksi kanaatte olmasında dahi zaten tutuklama koşulları oluşmamıştır. Bir de Sayın Başkan yani şimdi müvekkilimizin sabıkaları zaten sabıkasız, yani basın suçları var ama yani burada zaten cezanın alt sınırı üst sınırı belli. Burada muhtemelen uygulayacağınız indirimler, infaz kanunu infaz edilse bile diyelim bir ceza verildi, buradaki uygulanan 106. infaz kanunu maddeleri ve bütün bunlar gözetildiğinde zaten fazladan müvekkilimiz tutuklu olarak da kalmış durumda. Bu nedenle de müvekkilin tahliyesini talep ediyorum öncelikle. SANIK MERDAN YANARDAĞ MÜDAFİ AV. BİLGÜTAY HAKKI DURNA : Bilgütay Hakkı DURNA. Şimdi düştüğümüz duruma bakar mısınız? Yani aslında hepimiz bu dosyanın beraat dosyası olduğunu biliyoruz. Bugün bunu dillendiremesek bile çok kısa bir süre sonra tabi yani insanlık tarihindeki kısa süreler nedir, ülkemizin tarihinde ne zaman bunları daha rahat konuşacağız bilemiyoruz ama bunu hepimiz göreceğiz. Ama ben görev bölümünde bana tutuklama kısmı düştü, buna zaten gerek yok. Hani beraatte tutuklamaya ne gerek var savunmasını yapmaya derken aslında hepimiz biliyorduk ki buradaki nokta tahliye noktası. Mütalaa ne yazık ki bizi hiç şaşırtmadı. Şimdi ben özellikle Terörle Mücadele Yasası 7 . maddesindeki 2019 değişikliğini hiç önemsemiyorum. Hani haber verme sınırını aşma var ya onun bir benzeri TCK 218'de vardır biliyorsunuz ve ben birkaç istisnayı bırakayım. Bunu ne talep eden savcı gördüm ne bunu uygulayan mahkeme gördüm açıkçası. Yani onun için 2019 değişikliği veya 218 maddesi istisnalar dışında niye oraya konmuş, ne murat edilmiş, bunu hiç kimse düşünmemiş. Zaten torba kanunlar, sonra KHK'lar çıktıktan sonra ne yazık ki gerekçeler unutuldu. Zaten gerekçe de yazılmıyor o kanunlara. Biz hukuk fakültelerinde hocalarımızdan kanunun gerekçesine bakmayı da öğrenmiştik, hala öğretiliyor mu hukuk fakültelerinde bilmiyorum ama gerekçelere bakan kimse yok. Ama ben ısrarla alıntı yapmaya devam edeceğim. Örneğin savcılığın, 7. madde 2. fıkradaki 213 değişikliğinin gerekçesini okumuş olması gerekiyor. Okumuşsa buraya nasıl uygulamıyor bunu çok gerçekten merak ediyorum ve zaten ne desin meclis.. Hani meclis açık bizi buraya getirdi, biz bu değişikliği yaptık. Tekrar ediyorum beğenmeyebilirsiniz, hoşunuza gitmeyebilir ama uygulamak zorundasınız. Aksi olamaz. Eğer biz hukukçularsak aksini başka bir platformlarda savunmalıyız. Bunun önünde hiçbir engel yok hiçbir engel yok ama hakim, savcı, avukat olarak beğenmesek de uygulamak zorundayız. Ne diyor gerekçe Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi şiddeti teşvik edici, nitelikli olmayan açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirterek diyor meclis, içeriğinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan ya da kişileri silahlı isyana teşvik edecek nitelikli olmayan açıklamalar nedeniyle bireylerin TMK. 7. madde 2. Fıkrası çerçevesinde cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulunmaktadır diyor. Yapılan düzenlemeyle 2013 düzenlemesini kastediyor, ikinci fıkrada yer alan suçun unsurları yeniden belirlenmiş, suçun unsurları yeniden belirlenmiş biliyorsunuz, bir suçtan ceza vermeniz için o unsurların gerçekliğini ortaya koymanız lazım. Maddeye cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemleri meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemle başvurmayı teşvik edecek şekilde ibaresi eklenmiş ve AİHM kapsamına uyumlu hale getirilmiştir. Tekrar ediyorum cebir, şiddet, tehdit içeren yöntemleri ya meşru göstereceksiniz ya öveceksiniz. Şimdi alıyoruz mütalaayı şu şu şu sözleriyle infial oluşturduğu.. Yani iç acıtan, insanlığı derinden rahatsız eden suçları işleyen ve kesinleşmiş mahkeme kararları ile bu suçları işlediği sabit olan terör örgütü liderini yüceltip.. Nerede, 7/2'deki değişiklik burada nerede? Gerçekten bunu göstermeniz gerekiyor. Bunu göstermeden gerekçesiz mütalaalarla, gerekçesiz kararlarla yol alamayız. Burada tehdit, cebir, şiddet övgüsü nerede, bunu ne yazık ki gösterilmiyor. Şimdi bunu geçiyoruz. Yani aslında gerçekten beraatlik bir dosyada bunları anlatma ihtiyacı hissediyoruz. Gerçekten dönsün en başa, hatta o zaman 8. Madde de vardı biliyorsunuz 7. Maddeden öncesinde, bu o zamanlara dönelim 91'ler ruhuna geri dönelim. Şimdi tutuklama nedeninin bulunması gerekiyor. Herhalde kastedilen kaçma şüphesi, delilleri karartmadan kimse bahsetmiyor artık. Bu niye açıklanmıyor, niye? Şimdi Anayasanın ölçülülük ilkesi çok açık. Eğer siz tutuklama nedenini izah edemezseniz Merdan YANARDAĞ'ın niye kaçma olasılığına sahip olduğunu, niye adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağını izah edemezseniz açıkçası hukuki ve fiili nedenlerini göstermezseniz mütalaalarınız ayakları havada kalmaktadır. Anayasa Mahkemesi kararlarını okuduk size hep beraber bütün salona. Oradaki açık hükümler, açık düzenlemeler, işaret ettiği hususlar, hepsini bir kenara bırakıyoruz. Gerçekten yasa değişikliğini bırakalım, onları bırakalım.. Gerçekten Merdan YANARDAĞ 101 gün yattı, ben de her hafta ziyaretine gidiyorum, 101 gün daha yatar buna eminim. Daha fazla da yatar burada bir sıkıntı yok. Ama sıkıntı yabancılaşma meselesi. Düşünce, ifade ve basın özgürlüğüne burada bir gazeteci ben burada bunu niye yaptım diye 101 gündür anlatmaya çalışıyor ve 101 gündür de niye, ısrar ediyorum, kimse gazeteduvar'daki röportajdan bahsetmiyor? Program orada, ben bunu eleştirdim diyor ama niye? Mesela yine savcı mütalaasında benim dosyaya sunduğum tam çözüme atıf yapmış ama yine Gazete Duvar’a atıf yok. Çünkü AKP Milletvekili'nin yörüngesine girilmek istenmiyor anlaşılan bu. Orada kırmızı çizgiye basılmak istenmiyor. Şimdi bunların hepsini bir kenara bırakalım bu nedenle 101 günlük tutuklu bir müvekkilimizden bahsediyoruz. Israrla alt ve üst sınıra vurgu yapıyor savcılık ve hatta tutuklamanın devamı kararı... O zaman bunun anlamı şudur; burada teşdiden uygulanması gerekir bu cezanın deniyor. Peki niye, tamam ceza veriyorsunuz, niye alt sınırdan uzaklaşıyorsunuz? Buradaki cümlelerle mi, buradaki kelimelerle alt sınırdan uzaklaşmasını gerektiren bir durum mu var? Bunun da gerçekten açıklanması gerekiyor. Çünkü bu pratiğin içerisinden geliyoruz, bugün bu dosyada bir ceza verilirse yarın tutum dilekçemizi vereceğiz, makul bir gerekçeli karar yazılacak ve dosya istinafa gidecek. Biz duruşmalı talep edeceğiz vesaire.. Peki müvekkil bu arada belirsiz bir istinafın duruşma gününü veya dosya inceleme gününü bekleyen şekilde niye tutuklu kalmak zorunda? Boş verin suç unsurlarını, beraati faalan, niye tutuklu kalmak zorunda? Niye adli kontrol veya adli kontrole de gerek yok, ama artık geldiğimiz nokta orası olduğu için söylüyorum, niye serbest bırakılmıyor müvekkilimiz, niye adli kontrol uygulanmıyor? Biz açıkçası mahkemenizden bu soruların cevabını verecek bir karar bekliyoruz. Bu inanca da sahibiz. Yani usülen söylemiş olayım beraatini talep ediyoruz. Derhal tahliyesini, bihakkın tahliyesini talep ediyoruz. Aksi durumda da adli kontrol hükümlerinin uygulanmasını talep ediyoruz. Teşekkür ederim. MAHKEME BAŞKANI : Teşekkürler Avukat Bey. Yargılamayı bitireceğiz, son vereceğiz. Buyurun son sözümüz nedir, onu alalım. SANIK MERDAN YANARDAĞ : Şavcılığın yaklaşımı geleceğe yönelik bir içtihat oluşturma tutumudur. Eğer bu davadan, bu yargılamadan bir ceza çıkarsa, bundan sonraki düşünce ve ifade özgürlüklerine ilişkin çok esaslı bir sınır konulmuş olacaktır. Foucault'un bir sözü var, Foucault önemli bir filozoftur. Hapishanelerin tarihini yazdı. Hapishanelerin tarihi üzerinden toplumların gelişim yasalarını inceleyen önemli bir çalışmanın sahibidir. O, “Bağlamı olmayan gerçeklik yoktur” der. Bu iddianamenin bağlamı yok, bu iddianame gerçek değil, bu iddianame sanal, bu iddianame iktidar politikalarını savunuyor. İktidar partsinin adını bile geçiremiyor iddianamede. AKP milletvekili diye adını bile geçiremiyor. Açıkça AK Parti milletvekili bile diyemiyor. Dediğim gibi AK Parti milletvekilinin ya da AKP milletvekili Galip ENSARİOĞLU'nun sözlerinde bir suç yok, ben tartışıyorum onun sözlerini sadece. Yani beni yargıladınız mahkum ediyorsunuz, onu niye mahkum etmiyorsunuz diyen bir yaklaşım içinde değilim. Tam tersine, ben Kürt sorununun adil, demokratik ve onurlu bir biçimde çözülmesinden yanayım bir gazeteci olarak. Bu başka bir şey. Galip ENSARİOĞLU da bunun yollarını, yöntemlerini anlatıyor, ben orada AKP iktidarının iki yüzlülüğüne, bu konudaki tutarsızlığına işaret ediyorum. Bir siyasi metin ile karşı karşıyayız. Bu iddianame değildir, bu AKP bildirisi gibi bir mütalaadır bana göre. AKP’nin adını bile geçiremiyor.. İktidar politikalarını eleştirdim ben, o programın esası budur. Katılırsınız, katılmazsınız, buna yapacağınız, vereceğiniz cevap bu değildir. Vereceğiniz cevap eleştirmektir. Hayır yanlış düşünüyorsunuz demektir, bir bağlama oturtmaktır. Sürekli bir bağlamdan söz ediyoruz. Bağlamı olmayan gerçeklik yoktur. Geleceğe dönük bir içtihat oluşturma teklifidir bu mütalaa. O içtihat da şudur; bir daha böyle bir program yapmayın, tartışmayın, sözlerinize dikkat edin, ayağınızı denk alın demektir. Ben 3000 program yapmışım sadece Tele1'de, 38 yıldır gazeteciyim, 38 yıldır benim hakkımda böyle bir suçlama yöneltilmemiş, birdenbire ben 2023'ün 20 Haziran'ın da karar vermişim ya şunu bir öveyim diye, şu örgütü bir öveyim diye. Böyle bir şey olabilir mi? Hiçbir bağlamı yok. Mahkemenin buna geçit vermeyeceğini, hukuka uygun davranacağını düşünüyorum, bunu umuyorum daha doğrusu. Geleceğe dönük anti demokratik ya da demokratik hak ve özgürlükleri sınırlayacak bir içtihat oluşturma girişimine geçit vermemesi gerektiği kanaatindeyim. Beraatimi talep ediyorum. Teşekkür ederim. MAHKEME BAŞKANI : Kaydı durduralım. - SEGBİS KAYDININ BURADA SONA ERDİĞİ GÖRÜLMÜŞTÜR – SONUÇ : Mahkemenize ait 2023/173 Esas sayılı dosyasının 04/10/2023 tarihli 1. celsesine ait SEGBİS kayıtlarının bulunduğu 1 Adet CD içerisinde yer alan bir bölümden oluşan ve toplam süresi 2 saat 23 dakika 45 saniyelik olan SEGBİS kaydının çözümü tarafımca yapılmış olmakla 23 sayfadan ibaret raporumu mahkemenize sunuyorum. Takdir mahkemenize ait olmak üzere gereğini arz ederim. 17/10/2023 Bilirkişi Büşra KAYHAN e-imzalıdır [caption id="attachment_936700" align="aligncenter" width="690"]Merdan Yanardağ mahkeme savunma metni Merdan Yanardağ: Bu dava esas olarak basın ve ifade özgürlüğünü ortadan kaldırma, Türkiye'yi baskıcı ve totaliter bir rejime sürükleme operasyonunun bir parçasıdır.[/caption]
Muhabir: Oğuz Güven