Martıları ne zaman öldüreceğiz?

Sokak hayvanlarını öldürmeli mi öldürmemeli mi?
Yaklaşık iki yıl önce bu konuda bir yazı yazmış, hem sokak hayvanlarını öldürmek isteyenlerin hem de sokakları köpeklere vermek isteyenlerin saldırısına uğramıştım.
Herkes birbirini döver de bu memlekette en çok makuller, sağduyulular, “Durun bir dakika konuyu tam anlayalım” diyen hakkaniyetliler dayak yer.
Dün çok değerli arkadaşım Hilmi’nin anneciği Zeynep hanımı son yolculuğuna uğurlamak için Karacaahmet’e gittim. Şakirin Camii merdivenlerinde uyuklayan köpeklerle karşılaştım ilk. Oradan küçücük Şehitlik Camii’ne geçerken mezarlıkta dolaşan birkaç köpeğe daha rastladım. Kediler de yok değildi.
Zeynep hanım da Hilmi de çok sevilen kişilerdi; defin töreni epey kalabalıktı. Cem ile kalabalıkta birbirimizi kaybedince Şehitlik Camii önünde buluşmak için sözleştik. Geri döndüğümde camii önündeki insan kalabalığı gitmiş yerine bir sürü köpek gelmişti. Önce beni bir yokladılar uzaktan, sonra aldırış etmediler. Yanıma gelseler mutlaka severdim onları. Banka oturup Cem’i beklemeye başladım. Godot gibiydi Cem, bir türlü gelmiyordu. Kesin birileriyle lafa dalmıştı. O sırada yoldan geçen tek tük insana köpek sürüsü havladı. Sanırım alanlarını ve beni korumaya almışlardı.
Şu sıralar tartışılan(?) yeni yasa tasarısını düşündüm. Birkaç saat önce Şakirin Camii merdivenlerinde uyuklayan köpeklerle, şimdi yoldan geçenlere havlayanlar aynı köpekler değildi. Ölümüne yüksek sesle tartışılan sokak hayvanı sorunu da her yerde aynı sorun değildi.
Ah bizim tetkikten, teşhisten, tedaviden yoksun güzel ve yalnız ülkemiz…
İki yıl önce yazdığım yazıda yediğim dayakların yanı sıra çok değerli geri bildirimler de aldım. Yine kimseyi memnun edemeyeceğimi bilerek öğrendiklerimi, vardığım sonuçları aktarayım.

***

Bizimkisi sokakta canlarla birlikte yaşamayı inşa etmiş bir kültür. Bu belki de en iyi yanlarımızdan biri. Dünyaya nam salmış İstanbul kedileri, vapura binen Adalar köpekleri, göklerin hâkimi şehir martıları, evler yapılmış cami kuşları…
Baştan söyleyeyim ben sokakta makul sayıda hayvandan yanayım. Onlarla birlikte yaşamaktan razıyım. Öldürülmelerine karşıyım.
Ama (kocaman bir AMA) çocuklar başta insanların zarar görmesine, sokağa çıkamamasına, işe-okula gidişlerinin bir can pazarına dönüşmesinin inkârına da karşıyım.
Belli hayvanların popülasyonlarının insan eliyle arttırılmasının diğer endemik türleri yok etmesine de gönlüm razı değil. Neden bizim şehirlerimizde sincaplar, kirpiler yok? Neden serçelerin ve diğer küçük kuşların popülasyonu hızla azalıyor? Evet, ülkemizde farelerin fazla olmayışının nedeni kediler ama aynı kediler sincapları, serçeleri, kirpileri de avlıyorlar. Kedi ve köpek mamalarını yiyen kargaların nüfusu da artıyor. Pek çok ülkede beslenmesi yasak olan martılar yediği için de küçük kuşlar yok oluyor. Yani kibirli insan yine her şeye burnunu sokuyor ve berbat ediyor.
Bu yüzden “Makul sayıda sokak hayvanı” diyorum. Düşünüyorum da iki yıl önceki yazımda önerdiğim gibi pilot bölgeler seçilerek topyekûn bir kısırlaştırma yapılsaydı bugün bu sorunun neresinde olurduk.

***

CHP Genel Başkanı Özgür Özel bu sorunun sınıfsal olduğunu söyleyince eleştirildi ancak bunda doğruluk payı var. Çünkü Nişantaşı’ndaki sokak köpeği sorunuyla Şile’deki, Kilyos’taki bir değil. Evet, Yeniköy’de, Ulus Parkı’nda da sokak köpeklerinin ısırdığı insanlar oldu. Evet, Abbasağa Parkı’ndaki köpekler sabaha kadar havlayıp kimseyi uyutmuyorlar ama kenar mahallelerdeki gibi yaşam, vahşi doğadaki gibi don-kaç-savaş seçeneklerini dayatmıyor. Otobüsün peşinden koşarken ısırılan genç kadınla, ayağının ucunu bile aracından çıkarmayanın yaşadığı ‘sokak köpeği sorunu’ aynı değil çünkü.
Büyükçekmece’nin ücra bir mahallesine yüksek araçlarıyla gidip yola mama dökenler, işe veya okula giderken köpek sürülerinden kaçan insanları görmezden geldikleri için bu sınıfsal bir sorundur.
Belediyelerin kedi evleri, köpek evleri yapıp beslenme alanları ayırmasına rağmen gelişi güzel kaldırımlara mama, kemik, çiğ et, artık yemek dökmek hayvanseverlik değil kural tanımazlıktır.
Sokaktaki, ormandaki hayvanların koşulları sanki çok iyiymiş gibi ısrarla bunun sürdürülmesini savunmak hayvanseverlik değil tam tersine acı çeken hayvanlardan zevk almaktır. Aç kalıyorlar, üşüyorlar, saldırıya ve hatta tecavüze uğruyorlar, araç altında kalıyorlar, ortalama ömrün çok altında yaşıyorlar. İnsan sevdiğinin acı çekmesini ister mi?

***

Nüfusunun 3 milyon civarında olduğu sanılan sokak köpeklerinin tamamına barınak yapabilmenin, bakabilmenin teknik ve maddi imkansızlıkları… Acil ve topyekûn kısırlaştırma yapmadıkça nüfusları katlanarak artıyor. Köpekler bir batında ortalama 6-7 yavru doğuruyor. Çoğunlukla da yılda iki kez doğruyorlar. Doğan yavruların hepsi yaşamasa da, sokakta ömürleri kısalsa da nüfusları katlanarak artıyor. Çözmediğimiz sorun büyüyor büyüyor büyüyor.
Satın alınan köpeklerin terk edilmesi büyük bir sorun ancak sokaktaki canların çok azı bunlardan oluşuyor. Zaten bulundukları anda da kapışılıyorlar. Ancak yine de aldığı köpeği terk edene ağır cezalar vermek, gelirini de kısırlaştırmaya harcamak iyi bir fikir.
Avrupa’daki uygulamaları örnek vermek de doğru değil. Çünkü bizdeki sokak köpeği nüfusu karşılaştırma yapılamayacak kadar fazla.
“Bakabileceğin kadar çocuk yap” diyoruz ya sokakta da bakabileceğimiz, insan yaşamına tehdit oluşturmayacak kadar hayvan olmalı.

***

Sokaktaki bütün köpekleri kısırlaştırmanın ve barınağa almanın teknik olarak imkansız ve pahalı olacağı da söyleniyor. Bunun suçlusu sokaktaki hayvanlar değil! Bu sorunu bunca yıldır insan gibi çözmekten aciz insandır suçlu olan.
Evet, mama lobisi vardır. Evet, çözüme yanaşmayan marjinal ‘insan sevmezler’ vardır. Evet, hayvanseverliği araçsallaştırıp kavga çıkaran vardır. AMA bütün bunların suçlusu hayvanlar değil ki!
Çözüm yok mu? Var! Zor mu? Evet, zor! Ancak bir yerden başlayıp çözmek zorundayız. Bu çözüm de asla hayvanların katledilmesi değildir. Olamaz. Katliamı çözüm olarak kabul edersek iş martıları öldürmeye kadar gider.
Bu sorun ancak merkezi ve yerel yönetimler, STK’lar, inisiyatif alan yurttaşlarca birlikte çözülebilir.
Önce sayıyı tespit etmeliyiz. Sonra seferberlik ilan edip sahiplendirmek… Kim kaç cana yuva olabiliyorsa… Kalanları ise kısırlaştırıp barınağa almak… Bunun nesi yapılamaz?
Bütün bunları yaparken mahalleliyle bütünleşmiş dostlarımıza hiç dokunmamak.
Bir gün yolum Doğu Anadolu’da bir köyden geçti. Muhtar cami hoparlöründen köpeklerini bağlaması için köylülere sesleniyordu. Herkes köpeğini salmış, herkesin köpeği komşuyu ısırıyordu ve herkes şikâyet ediyordu.
Bir gün Çanakkale’nin bir köyünde sabah yürüyüş yapacaktım. Köylü kadına saldırgan köpek olup olmadığını sordum. “Yok” dedi, “Hepsini öldürdük.”
İkisi de çok anormal, dostlar, ikisi de!