Doğan Göçmen / Analiz
Maltepe eylemi iktidar ile muhalefet arasındaki mücadelede hem bir doruk noktası hem de yeni bir evrenin başlangıcıdır. Muhalefetin Saraçhane mitingleri ile başlayan iktidar kavgasında mücadele Maltepe eylemi ile yeni bir aşamaya sıçramıştır. Eylemlerin iktidar için mevzi savaşında biriktiren kalıcı sonuçlar üretebilmesi için bundan böyle gerçekleştirilecek eylemler bu bakımdan can alıcı öneme sahiptir.
Bundan sonraki süreç, mücadelenin nitel ve nicel boyutları dikkate alınarak örgütlenmelidir. Mevzi savaşlarında etaplar birden bire geride bırakılıp yeni bir safhaya girmez. Bu süreçte ne yapılırsa yapılsın; gerçekleştirilecek her şeyin “ruhunu” İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin barikatları yarıp geçen korkusuz eylemci azmi oluşturulmalıdır.
Aktüel olarak Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının hukuka ve etiğe aykırı iptali ve peşinden asılsız iddialarla tutuklanıp hapse konmasıyla başlayan direniş Maltepe’de milyonların katılmasıyla gerçekleşen eylemle doruk noktasına ulaşmıştır. Halkın geniş kesimlerin iktidarın tutuklamasına gerekçe oluşturan iddialara itibar etmemesi, Jean-Jacques Rousseau’nun bir halkın uzun süre aldatılamayacağına ilişkin öngörüsünün bir kez daha doğru olduğunu göstermiştir. Halk İmamoğlu hakkında uydurulan terör ve yolsuzluk iddialarına prim vermemiştir. Üniversite öğrencilerinin başlattığı direniş toplumun tüm kesimlerini kapsamıştır. Ortaya çıkardığı ilk sonuçları bakımdan eylemler amacına ulaşmıştır, hatta amacının çok ötesinde sonuçlar üretmiştir.
Peki demokrasi, adalet ve özgürlükler için direniş ve mücadelenin yeni aşamasının anlamı nedir?
Direnişin ilk aşaması, uzun süreden beri adım adım sahnelenen karşı saldırıyı durdurup boşa çıkarmaktı. Spontane gerçekleşmiş olsalar bile ilk eylemlerin zımni amacı buydu. Kaldı ki bu bağlamda ancak sınırlı bir anlamda spontanelikten bahsedebiliriz, çünkü kar kış demeden aralıksız süren Boğaziçi direnişi, çok zor eğitim ve öğretim koşullarının yanında bugün özellikle üniversitelerde gün yüzüne çıkan çoğu eylemin hazırlayıcısı olmuştur. Toplumun geniş kesimlerinden gelen tepkilerin oluşmasında kuşkusuz bin bir engele rağmen ağır bedeller ödenerek gerçekleştirilen işçi grevlerin etkisi yadsınamaz. Bugün eylemlerde gördüklerimiz kendisini yıllardan beri örgütleyen öfke ve güçtür.
Tarihte hiçbir şey tamamıyla kendiliğinden olmaz, genellikle tarih sahnesine ilk çıktığı anda doğrudan algılandığı için spontane olduğu sanılır. Yeryüzünde en büyük gücün insanların örgütlü gücü olduğuna dair Thomas Hobbes’un belirlenmesinin ne kadar anlamlı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Fakat mücadelenin aldığı duruma bir bütün olarak bakınca mevzi savaşında ulaşılmış olan sonucun ilk beklentilerin çok ötesinde olduğunu görüyoruz. Elbette sendikalardan gelen ‘genel greve hazırız’ açıklaması belirleyici politik güç tarafından olumlu yanıtlanmış olsaydı politik manzara bugün çok daha farklı olabilirdi. Okullarda çocukları sürekli mağdur edilen aileler eylemlere çoktan hazır. Bu, halkta birikmiş olan muhalif duygunun, politik öfkenin çapını ve derinliğini gösteriyor. Şimdiye kadar gerçekleşen eylemlerde gözlemlediklerimiz buz dağının yalnızca görünen yanıdır.
Eylemler iktidarın saldırılarını geri püskürtmekle kalmadı aynı zamanda tüm topluma mücadele ile bir şeylerin değiştirilebileceğine ilişkin iyimserlik ve umut aşıladı. Son günlerde adeta bendinden boşanan politik azim muhakkak bununla ilgilidir. Gezi eylemlerinden sonra yerleşen karamsarlık aşılmıştır. Bu durumda mücadelenin ikinci aşamasında genel stratejik hedefin bir parçası olarak konacak hedefler ve atılacak adımların belirlenmesi can alıcı öneme sahiptir.
Eylemleri yöntem, araçlar ve kapsam bakımından şimdiye kadar ulaşılmış olan durumda olduğu gibi sürdürmekle iktidar üzerinde oluşturulmak istenen gerekli “sokak baskısının” artırılması mümkün olmayacaktır. Bu çok açıktır.
Bu durumda siyaseti yalnızca miting düzenlemek, ajitatif söylevlerde bulunmak, açıklamalar yapmak, kampanyalar düzenlemek ve yürütmek ile sınırlı görmemek gerekmektedir. Yetkili ağızlardan yapılan açıklamaya göre erken seçim için bir imza kampanyası planlanmıştır. Eylemler adım adım tüm ülkeye yayılmak istenmektedir. Bu kuşkusuz doğru bir yönelimdir. İmza kampanyasının başlangıç ve bitiş tarihi stratejik olarak iyi belirlenmek zorundadır. Örneğin önümüzdeki 1 Mayıs’ın imza kampanyasının doruk noktası olarak belirlenmesi için birçok nedeni vardır. Böyle bir tarihleme toplumda oluşmuş olan enerjiyi ve dinamiği daha üst seviyelere taşıyabilir.
Bunlar elbette doğru yönde düşünülmüş adımlardır. Fakat siyaseti içerik bakımından da planlamak gerekmektedir. Bu, planlanan imza kampanyasının ve büyük şehirlerde öngörülen sokak eylemlerinin yanında toplumu kapsamlı bir şekilde aydınlatacak yaygın salon eylemlerinin planlanması da kaçınılmazdır.
Ancak kapsamlı bir şekilde bilgilendirilmiş, politik-taktiksel ve psikolojik bakımdan iyi hazırlanmış bir kamuoyu amaçlanan iktidar değişimini hazırlayıp gerçekleştirebilir. Daha önce de defalarca belirttiğim gibi amaçlanan, basit bir hükümet değişikliği değildir.
Değiştirilmek istenen, kendisini devletin taşıyıcı tek partisi olarak kavrayan ve ülkenin ve devletin tüm olanakların ve zenginliğin meşru tek sahibi olarak gören bir tek parti iktidarıdır.
Eylemlerin içeriğinin belirlenirken bunun büyük önem arz ettiği çok açıktır. Eylemlerin içeriğinin şimdiye kadar olduğu şekliyle sürdürülmesi, yani erken seçim ve Ekrem İmamoğlu için özgürlük talebi ile sınırlanması, kitlelere açık ve net hedef konması bakımından önemlidir.
Fakat bu dar yönelimin eylemlerin taşıyıcı kitlesinin çapı bakımından daraltıcı etkiler üreteceği de çok açıktır.
Mansur Yavaş’ın İmamoğlu ile beraber yaptıkları bir mitingde tüm politik tutsaklara özgürlük talebi içerdiği için coşkuyla karşılanan konuşması hatırlanmalıdır. Silivri kapatılsın demişti Ankara Büyük Şehir Belediye başkanı. Bu talep yeniden aktif bir şekilde dillendirilmelidir.
“Kürt demokratları” mücadelenin kurucu bir unsuru olarak belirlenmiştir. Bu çok doğrudur. Bu, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da vurgulanmalıdır. Politik halkın en büyük bileşeni olan Kürtlerin ve Türklerin birliği mücadelenin olmazsa olmaz koşuludur. Fakat şimdiye kadar adını anmaktan özenle kaçınıldığını sandığım sosyalistlerin de bu mücadelenin kurucu unsuru olarak açıkça belirtilmesi mücadelenin toplumsal zemininin genişleyerek devam etmesi için gerekli bir koşuldur. Unutmayalım ki, sosyalistler günlük politik mücadelelerde, faşizme karşı direnişlerde ve kalıcı politik iktidar mücadelelerde politik yelpazenin en ağır bedeller ödeyen kesimidir.
Son olarak önümüzde iki tarihi önemli gün vardır. 23 Nisan ve 1 Mayıs. 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamalarının ülke çapında çok iyi hazırlanması gerekmektedir. Geleneksel törenlerin ötesinde etkinlikler planlanmalı ve eylemler içeriğini “egemenlik kayıtsız şartsız millettin” sloganından almalıdır. 1 Mayıs konusundaki beklenti bilinmektedir. Bu beklentinin yerine getirilmesi, iktidara kalıcı geri adım attırma konusunda karar verici öneme sahiptir. Taksim, sembolik bir politik mekândır. Politik mekânlara sahip çıkabilmek politik iktidara dair mevzi savaşlarında ilerlemenin en iyi göstergelerinden birisidir.