Soldan sağa: Aşık Cemali, Kuzenim Mehmet Köker, Annem(Naciye), Songül(Saki'nin annesi), yeni doğan Saki teyzemin kucağında, Aşık Nesimi ve ortada ben....[/caption]
Aşık Nesimi’nin eşi Dilber ana teyzemdi. Nesimi baba ile, Torosların Kuzet Doğu uzantısındaki aynı dağ köyünde, 25 yıl arayla doğmuştuk. Benim yaşlılık yıllarını anımsadığım köylülerimizin çocukluk, gençlik yıllarını bilirdi. Dedem Haççe Ali’den, Cıcık’tan, Keleş Mustafa’dan, Ali Bibiye’den söz ederdi. Köyümüzden daha ben doğmadan ayrılmış, babası Bavık’la birlikte, sonraki yıllarda köye, zaman zaman kap kalaylamaya gelmişti. Curasıyla köy köy dolaşır, çalıp söylerdi. Kalaycılık hüneri Bavık’tan kalmıştı. O da bu mesleği Hacınlı (Saimbeyli) Ermeni Kirkör’den öğrenmiş...
Aşık Nesimi ile en iyi anımsayabildiğim ilk karşılaşmam, Ankara’da ortaokulda okuduğum 1968’lerde olmuştu. O yıllarda, Halk Oyuncuları Tiyatrosu sahnesinde Erol Toy’un yazdığı Pir Sultan Abdal oyunu sahneleniyordu. Nesimi baba, oyunda cura çalıp Pir Sultan’a ait deyişler söylüyordu. O günlerde, Dilber teyzem de İstanbul’dan Ankara’ya gelmiş, ağabeyimin evinde kalıyordu. Pir Sultan oyununu gece yarılarına dek izledikten sonra Nesimi amca ile birlikte eve dönüyorduk. Ankara’daki gösterilerin tamamlanmasından sonra İstanbul’a dönerken beni de götürdüler... Kavacık’ta, geniş bahçeli bir gecekonduda yaşıyorlardı. 1965 seçimlerinden sonra Türkiye İşçi Partisi’nin Meclis’e 15 milletvekili ile girdiği yıllardı.. Âşık Nesimi’nin evi üniversiteli gençlerin, sosyalist, devrimci aydınların uğrak yeriydi. Mehmet Ali Aybar, İlhan Selçuk, Çetin Altan, Can Yücel ve Yaşar Kemal evin sürekli konukları arasındaydı..
Kavacık’taki evle ilgili esas anılarım ise, Güneş ve Milliyet gazetelerinde çalıştığım 1980 sonrası yıllara ait... Eve gelen öğrencilerin, sosyalist yazarların yerini halk ozanları ve sanatçılar almaya başlamıştı. Gece sabahlara dek süren sazlı/sözlü muhabbetlerin sürekli konukları Arif Sağ, Yavuz Top, Belkıs Akkale, Edip Akbayram, İzzet Altınmeşe ve Binali Selman’dı. O gecelerin en ilgimi çeken konuğu ise Kavacık Camii imamı, Karadenizli koyu dindarr Laz Kasap İdris’ti. Kasap İdris, teyzemlerin kapı komşusuydu. Âşık Nesimi ile birbirlerine en olmadık şakalar yaparlar, ama yedikleri içtikleri de ayrı gitmezdi. Teyzem, Kasap İdris’in çocuklarını kendi çocukları gibi sever, Mazlum’dan ayrı tutmazdı.
2 Temmuz Sivas katliamında, Kasap İdris gibi gerçekten inanmış Müslümanların bir sorumluluklarının olmadığına inanıyorum... Hiçbir geliri olmayan Âşık Nesimi, 12 Eylül’den sonra curasıyla da ekmek parası kazanamaz hale geldi. Kavacık’taki ev satıldı. Çengelköy sırtlarındaki bir eve kiracı olarak taşındılar. İstanbul’da görev yaptığım yıllarda, çoğu zaman Çengelköy’deki bu evde kalırdım. Teyzeme fazla yük olmamak için bazen başka akrabalarıma da giderdim. Birkaç gün uğramasam, teyzem beni telefonla arayıp bulduktan sonra sitem ederdi:
“Kaç gündür nerelerdesin sen oğlum? Teyze anne yarısıdır, senden başka kimsemin olmadığını bilmiyor musun? Akşama başka yerde kalma, gel!.. Bir dakika bekle, Nesimi de seninle konuşacak” derdi. Nesimi amca, o anda çalıp söylediği parçanın melodisini mırıldanarak gelirdi telefona: “İmanım, nerelerdesin? Akşama balık, rakı ziyafeti var. Gelirken Çengelköy pazarından marul, roka ve limon al! Gül Ali, Şıh Hasan, Ali Hadi’ler de gelecekler. Bir yerde kalma, işten çıkar çıkmaz eve gel!..” Akşam saat yedi gibi başlayan saz/ söz muhabbeti gece yarılarına dek sürerdi. Nesimi’nin çaldığı curaya oğlu Mazlum da sazla eşlik ederdi. Dilber teyzem de ara sıra sesini onların seslerine katar, Nesimi’nin çakırkeyif kafayla unuttuğu dörtlükleri anımsatırdı. Dilber Teyzemin çok güçlü bir belleği vardı. 80’e yaklaşan yaşına karşın, rakıyı çay bardağında, susuz içerdi. Sabaha karşı, Nesimi amca yerinden usul usul kalkar, çorba kaynatırdı. Çok güzel çorba pişirirdi Nesimi amca. Hiç çay içmezdi...
Nesimi amcayla İsveç’e gitmeye karar vermiştik. O önceden gidecek, bana da orada ortam hazırlayacaktı. Karlı bir kış günüydü. Onu Sirkeci Garı’ndan trenle İsveç’e yolcu ettik. Yılların Nesimi’si, İsveç’e gitmek için bir uçak parasını denkleştirememiş, günlerce sürecek uzunn bir tren yolculuğundan sonra ulaşacaktı kuzeyin bu soğuk karlar ülkesine... Ardından çok zaman geçmeden ben de gittim. Nesimi amca, Stockholm’de kalıyordu. Ben de birçok yakın akrabamın bulunduğu Malmö kentine yerleşmiştim. 350 bin nüfuslu Malmö, onun için küçük bir yerdi. Sık sık telefonla görüşüyorduk.
Oturma ve çalışma izinlerini aldıktan sonra, 1993 yazında Türkiye’ye birlikte gitmeye karar vermiştik. Çalışmaya başladığım sigara fabrikasından kazandığım parayla bir kamera satın almıştım. Sivas’taki Pir Sultan Abdal’ı anma törenlerinden sonra Elbistan’a geçecek, Nesimi’nin önemli esin kaynaklarından biri olan ozan Tacım Dede’yi ziyaret edecek, deyişlerini kameraya kaydedecektik...Tam İzne ayrılacağım günlerde, fabrikada birlikte çalıştırdığımız arkadaşın eşi doğum yaptığı için iki hafta zorunlu izne ayrıldı. Ben çalışmak zorunda kaldım. Tatilim iki hafta sonrasına bir zamana ertelendi.
Nesimi amca beni beklemedi, gitti. Pir Sultan Şenliği'nden sonra İstanbul’da buluşacaktık... Nesimi amca, döndükten kısa bir süre sonra Sivas’a gitti; orada yandı, kül oldu!.. Eğer Türkiye’ye birlikte dönebilseydik, Sivas’a da birlikte gidecektik...
Nesimi amca ile son buluşmamız Karacaahmet’teki mezarı başında oldu.
Yangın ateşlerini dindiren soğuk mermerlerin altında boylu boyunca yatıyordu...
Nesimi amcadan sonra Dilber teyzem de fazla yaşamadı, geçirdiği kalp krizinden sonra öldü. Şimdi Çengelköy sırtlarındaki yüksek sedir ağaçlarının altında yatıyor.
Ondan da geriye Mazlum’un çalıp söylediği, Ozan Meluli’nin ezgisi kaldı:
“Söyle Dilber suçum nedir/ Seni candan sevdiğim mi/ Seni Allah gibi bilip/ Sana gönül verdiğim mi// Ahdına vefan var idi/ Safi lekesiz bal gibi/ Allaha inanır gibi/ Ben sana güvendiğim mi// Meluli’yem düştüm dara/ Ben kaldım garip diyara/ Senin gibi hoş nigara/ Bu kadar bağlandığım mı...”
Cumhuriyet - 6 Temmuz 2008