Yıllardır bu yazıyı yazmayı bekliyordum.

“Lozan Antlaşması'na ekli gizli maddeler, Türkiye’nin altın, bor ve petrol gibi değerli madenlerini çıkarmasını yasaklıyor. Lozan’ın süresi yüz yıllık… 2023’te süre dolacak ve biz gerçekten tam bağımsız bir ülke olacağız. Hem de madenlerimizi çıkarıp zenginleşeceğiz.”

Sabrın sonu selamettir; şurada Lozan’ın yüzüncü yılını doldurmasına ne kaldı. 24 Temmuz 1923’te imzalanan antlaşma, önümüzdeki pazartesi günü bitiyor. Gözünüz aydın!

Konda’nın 2018 yılında yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye’de bu deli saçması iddiaya inananların oranı yüzde 48! Ülkenin yarısı, ülkenin tapusu olan antlaşmanın yüz yıl geçerli olduğuna inanıyor. Bununla da bitmiyor gizli maddelerle madenlerini çıkarmasına engel olunduğunu söylüyor. 1935 yılında kurulan Eti Maden İşletmeleri (ki o zamanki adıyla Etibank) öylece gözümüzün önünde dururken hem de!

2021 yılında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nce 4.935 adedi arama, 9.781 adedi işletme ruhsatı olmak üzere toplam 14.716 adet maden ruhsatı verilmiş. E hani biz madenlerimizi çıkaramıyorduk?!!!

Bir ara vatan haini(!) çevreciler Kaz Dağları’nı delik deşik edenleri protesto ediyordu ya… Orada altın arayan Kanadalı maden şirketi Alamos Gold’u protesto ediyorlardı.

Ya da 1999’larda başlayan saf(!) köylülerin ön saflarda olduğu ‘Bergama Altın Madeni Direnişi’ni de mi hiç duymadınız?

Madenlerimizi çıkaramıyorsak neyi protesto etti insanlar?

Kömür madenlerinde çoğu ihmalden ölen madencilerden de mi haberiniz yok? Soma’dan? Amasra’dan? Kozlu’dan? Yüzlerce insan nerede, nasıl, nede öldü bilmez misiniz?

Gerçek çırılçıplak gözümüzün önündeyken şüpheci vatandaşlarımız Lozan’ın gizli maddeleri iddialarını CİMER’e sordular. Akıl alır gibi değil!

Neyse artık şurada iki gün kaldı; sıkın dişinizi, 24 Temmuz’dan sonra zümrüt, yakut, elmas, altın içinde yaşarsınız. Petrolün yanında jelibon rezervleriyle de coşarsınız. Bu petrol ve doğalgaz rezervleri sadece seçimden seçime bulanacak değil ya?

***

Sokak Kedisi’nin sinirlerimizi zıplatan vatandaş söyleşisini gördünüz mü? Diyanet’i kimin kurduğu sorulan delikanlı, Atatürk’ün kurmadığına yemin billah ediyor. “İspatlarım” diyor. Tarih kitaplarını araştırdığını söylüyor. Yabancı kaynakları okumayı öneriyor.

Güzel kardeşim, iyi hoş da, keşke diyanetin kendi sitesine bakma zahmetine girsen. Keşke gerçekten kitap okusan, araştırsan, tarih bilsen.

Geçenlerde üniversiteden bir arkadaşımın “Kurtuluş Savaşı gerçekte yapılmadı” dediğini duydum. Bir insanın bunu söylemesi için zırcahil, okuma yazma bilmez veya akli melekesi yetersiz olması gerekir. Ki bizlere iletişim fakültelerinde bilgiye ulaşmak, bilgiyi işlemek ve arşivlemek öğretilir.

İnsanlara doğrusunu, gerçeğini anlatmaya çalışmak gerçekten çok çok zor. Hele bir de öğrenmeyi reddediyorsa… Hele bir de sabitlenmiş, tercihli algılara sahipse…

Kurtuluş Savaşı gerçekten yapılmadıysa veya ufacık tefecik içi dolu turşucuk bir çatışma çok abartıldıysa, onca yıl İngiliz basını başta işgalciler ne demeye Anadolu’daki çatışmalardan söz ettiler. Ki Kuvâ-yi Milliye’ye (Milli Kuvvetler) ilk başta “İsyancılar” dediler, “Bozguncular” dediler. “Bağımsızlık savaşçıları”, “İşgalcilere karşı çıkan yurtseverler” diyemeyeceklerine göre karalayıcı ifadeler kullandılar. En son o kurtuluş mücadelesini küçültmek ve bir kişinin şahsına indirgemek için “Kemalist” dediler. Kemalist kelimesini tarihte ilk kullananlar İngilizlerdir. Buna İngiliz basını öncülük etmiştir.

Ey dış kaynak okumaya meraklı kardeşim, biraz da bunları oku. Lütfen oku.

Sonra bizdeki kimi siyasal İslâmcı, liberal ve kimi sol liberaller de Cumhuriyet devrimlerini küçültmek ve aşağılamak için “Kemalizm” demeyi huy edindiler. Neye hizmet ettiler, ettiniz; hiç düşündünüz mü?

***

Bu toplumu anlamaya çalışmaktan, onlara dert anlatmaktan usandık. Biz ulaşamadık değil, hayır, bu iddiayı kabul edemem. Etmem! Elinin altında akıllı telefondan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın internet sitesine girip kuruluş tarihine bakmayan insanlara ulaşılabileceğine inanmıyorum.

Bu onların tercih edilmiş gerçekleri ve kabullendikleri yaşamlarıdır.

Bizim hep görmezden geldiğimiz, hafife aldığımız bir dedikodu mekanizması hep vardı. Bu mekanizma Kurtuluş Savaşı’nı yok ilan etti, Lozan’ı ise hezimet. “Lozan’da 12 adaları verdiler” diye tutturdular ki adalar 1912’de kaybedilmişti. Bunu tarihçiler yüz milyon kez anlattılar. “Abdülhamit toprak kaybetmedi” diyenlerin yapması gereken tek şey şu: Tahta çıkış tarihine ve Ayastefanos Antlaşması’nın tarihine bakın; Rus ordusunun Batı’da Yeşilköy’e, Doğu’da Erzurum’a kadar geldiğini görün.

Bu dedikodu mekanizmasının kuruluşu, cumhuriyetten bile eskidir. Evet, belki o mekanizmanın ülkeye yayılışını, “Camileri kapattılar”, “Kur’anı yaktılar”, “Dini yasakladılar” gibi iftiralarını yıllarca yaymalarını hafife aldık. Evet, belki bizden önceki kuşakların, gerçeği tahrif eden bu mekanizmanın kurbanları olduklarını söyleyebiliriz. Evet, belki bizim kuşağın bir kısmının da bu mekanizmayla telef edildiğine ikna olabiliriz. Fakat geriye kalan Y’ler ve Z’ler, sizin kaçarınız yok. Girin internete, arayın bulun, yabancı kaynakları tarayın, anında çeviriyle farklı bilgilere ulaşın.

Ey hayali düşmanlarla çarpışan kardeşim, Lozan’ın gizli maddesi yok, yüzüncü yılında antlaşma yürürlükten kalkmıyor ama ülke elden gidiyor olabilir. Gitti gidiyor.

***

UNUTMA: MERDAN YANARDAĞ 24 GÜNDÜR TUTUKLU.