Laiklik kavgası sınıf mücadelesidir!

Yayın tarihi: 5 Eylül 2021 Pazar 4:06 pm - Güncelleme: 5 Eylül 2021 Pazar 4:06 pm

İslamcıların ve bazı liberallerin ileri sürdüğü gibi laiklik bir orta sınıf fantezisi ve yaşam tarzı değildir. Tersine işçi sınıfı için yaşamsal öneme sahiptir. Siyasallaşan dinin eleştirisi yapılmadan sınıf mücadelesi yürütülemez.

Türkiye Cumhuriyeti’nin adli yıl açılışı tarihinde ilk kez dini bir ayin yapılarak gerçekleştirildi. Ankara’da Yargıtay’ın yeni binasının hizmete sokulmasına denk getirilen, 1 Eylül 2021 adli yıl açılışı, hem simgesel hem de siyasal bakımdan yeni bir duruma işaret ediyor. İslamcı iktidarın, bir şeriat devletinin/rejiminin kuruluş sürecini hızlandırdığını ortaya koyuyor. Erdoğan-AKP iktidarı, paradoksal olarak, güç kaybettikçe, tarihsel ve siyasal ömrünün sonuna geldiği ortaya çıktıkça, toplumsal tabanının geleneksel ve sınırlı şeriatçı kitleye doğru daraldığını gördükçe, merkez sağ seçmenin kendisinden uzaklaştığını izledikçe, rejim değişikliğini daha fazla zorluyor.

İktidar açıkça yürürlükteki anayasayı – sahte/mühürsüz oyların geçerli sayıldığı bir referandumla 16 Nisan 2017’de kendi yaptıkları anayasayı- bile çiğniyor. Çünkü mevcut anayasaya göre bile adli yıl açılışları, hukuk düzenlemeleri, yasalar, yargılamalar dini kurallara göre yapılmaz. Kurumlar, dini kurallara göre yönetilmez. Ancak, ortada fiili bir durum ve fiili rejim var. Eski rejimi nasıl sinsi şekilde, cinlik yaparak, hile ve takiyye yoluyla yıktılarsa, aynı yöntemle yeni bir rejim kurmaya çalışıyorlar.

Anayasasız, liderin ve kendisine mutlak bir itaatle bağlı olan ekibinin siyasal ve felsefi tercihlerine göre yönetilen dinci-faşizan bir rejim var artık. Diğer bir ifade ile ‘neo-patrimonyal sultanizm’ diye tanımlayabileceğimiz, Ortaçağ değerler dünyasına da yaslanan dinci totaliter bir düzen bu. Yeni adili yılın açılışının yanı sıra Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi subay ve astsubay mezuniyet töreninin de dualarla yapılması, artık yeni bir rejimin yürürlükte olduğunun göstergesidir. İletişim Başkanı Fahrettun Altun’un Mustafa Kemal’in, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunda/açılışında dua ederken çekilen fotoğraflıyla, Erdoğan’ın Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ile adli yıl açılışında dua ederken çekilen fotoğraflarını yan yana koyarak, İngilizce, “Nasıl başladıysak, öyle devam ediyoruz” mesajını sosyal medyada paylaması ve sabitlemesi, simgesel olarak yeni bir döneme girildiğinin de ilanıdır.

Ancak devletin dinselleştirilmesine dayanak yapılmak istenen 23 Nisan 1920’de Meclis’in kuruluş/açılış töreninin dualarla yapılmasına ilişkin fotoğrafın tarihsel bağlamı çok başkadır. O Meclis’i kuranlar saltana, hilafete ve emperyalizme karşı savaştılar. O Meclis, 1922’de saltanatı, 1924’te hilafeti, 1928’de de anayasadan “devletin dini İslam’dır” ifadesini kaldırdı. Daha önemlisi, 1923’te Cumhuriyet’i ilan ederek, yönetme iradesini, kendisini Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi sayanlardan alarak millete verdi.

Diğer taraftan, ilk fotoğrafta duayı okuyan Ankara Müftüsü Börekçizade Rıfat Efendi, Halife Sultan Vahdettin ve Şeyh-ül İslam Sabri Efendi’nin İngiliz uçakları tarafından Kuva-ı Milliye siperlerine atılan fetva ve fermanlarına karşı fetva veren, işbirlikçilere karşı sıkı bir ideolojik mücadele yürüten, kurtuluş ve kuruluş mücadelesine katılan bir yurtseverdir. Diyanet İşleri Başkanlığının ilk ve kurucu başkanıdır. Dolayısıyla adli yıl açılışında dua eden ve Ayasofya’da ulusal kurtuluş mücadelesini verenlerin liderine lanet okuyan Ali Erbaş ile hiçbir ortak yanı yoktur.

İDEOLOJİK-KÜLTÜREL MÜCADELE

Türkiye’de son 70 yıldır izlenen sistematik dinselleştirme; Cumhuriyet’in modern, aydınlanmacı ve ilerici kazanımlarının adım adım tasfiye edilmesiyle sonuçlandı. AKP iktidarı bu sürecin hem hızlandırıcısı hem de sonucudur.

Bu süreç içinde, özellikle 12 Eylül 1980 Darbesi ve 1990 sonrasında yaşanan küresel gericileşme dalgasıyla (liberal demokratlık, piyasacılık, post-moderncilik) insanların sosyo-ekonomik konumları ile siyasal tercihleri arasındaki pozitif ilişki koparıldı. İnsanlar, sınıfsal konumlarından hareketle, akıl ve bilinçleriyle değil, inançlarıyla davranmaya başladı. Tercihi belirleyen temel etken din, geleneksel kültür ve etnik duyarlılıklar oldu.

YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYIN