"Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor."
Böyle demişti Ahmet Hamdi Tanpınar.
Yaklaşık iki haftadır Su Üçlemesi romanlarımın üçüncüsünü yazmak için kendi içime kapanmaya çalışıyorum ve ülkem buna izin vermiyor.
Geçen hafta Afyonkarahisar’daydım. ‘Uçan Yıldızlar’ olarak tabir edilen motorcuların en önemli yarışına daha önceden söz verdiğim için bir günlüğüne uğradım. Türkiye Motorcular Federasyonu’nun (TMF) ev sahipliğinde düzenlenen Dünya Motokros Şampiyonası’nın Türkiye etabı… Ve orada üç şahane çocukla tanıştım.
TMF’nin lisanslı motor yarışçısı Mete kardeşleri sizlerle de tanıştırayım. Melikşah 4,5 yaşında. Henüz lisansı yok ama o buçuk çok önemli; birkaç kez vurguluyor. Çocuklar çocuklar… Hemencecik büyümek istiyorlar. Ortanca kardeş 7 yaşındaki Mimoza… Ve bu motosiklet tutkusunu kardeşlerine bulaştıran ele başı 10 yaşındaki Melisa…
Ben bu kadar erken yaşlarda bu spora başlanabildiğini bilmiyordum. Hatta sürekli oğlunun videolarını paylaşan eski milletvekili bir beyefendiye de kızıyordum. Ancak olabiliyormuş.
Bu yaş kategorisinde yarışlar olmadığı halde TMF, Mete kardeşleri Afyon’daki yarışlara davet etmiş çünkü yurtdışından gelen en iyi hocaların verdiği dersleri izleme olanağı varmış.
Ben bu üç kardeşi motorcu kıyafetleriyle, küçük motosikletleriyle görünce hayran oldum. Hayran oldum olmasına ama aklımın bir tarafı da sürekli kayıp Narin’deydi. O gün pazar günüydü ve Narin 18 gündür kayıptı.
***
Bu üç pırıl pırıl çocuğun annesini, babasını haliyle çok merak ediyordum. Baba Sakarya Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Osman Hamdi Mete… Anne ise beden eğitimi öğretmenliği yapan eski milli karateci Miray Mete… Anne çocuklarla ilgilenebilmek için çalışmaya ara vermiş.
Davet alınca minibüslerinin arkasına bağladıkları karavanla soluğu hemen Afyon’da almışlar. Bu çocuklar belli ki yetenekli; kendileri küçük hedefleri büyük ve anlatılmayı, desteklenmeyi fazlasıyla hak ediyorlar ve ben de bu çocukları, anne ve babanın şahane ebeveynliğini göstermek için anlatıyorum.
Minibüsün, karavanın süsüne ve özenine bakınca bile anne-baba emeği hemen göze çarpıyor. Çocukların mutluluğuna, özgüvenine, neşeli hallerine bakınca yine anne-baba emeğini görüyorsunuz.
Sakarya’nın Serdivan ilçesinde yaşayan orta halli bir aile… Kutsal değil belki ama ideal… Baba akademisyen, anne çocukları yetiştirmek için çalışmaya ara vermiş. Demem o ki öyle köyleri, milyonları, enercii paraları, marabaları filan yok.
Doç. Dr. Osman Hamdi Mete, market-manav gibi kısa mesafelere giderken ilk çocukları Melisa’nın 5 yaşlarında motosiklete imrendiğini anlatıyor. Kask ve dizlik gibi önlemleri hiçbir zaman ihmal etmemişler; bunu özellikle vurguluyorlar.
Melisa önce bisiklete binmeyi öğrenmiş. Öğrenmiş dediğim bir günde! Öyle olunca bir motosikleti hak etmiş. Peşinden gelen Mimoza da, en küçükleri Melikşah da tabii ki ablaya özenmişler. Tedrisat belli: Önce bisiklet sürülecek.
Mimoza bisiklet sürmeyi iki saatte öğrenmekle kalmamış tek teker üzerinde gitmeye başlamış. Çocukların doğal yetenekleri olduğu aşikâr…
Melikşah ise daha da daha da küçük yaşında ablalarına imrenince mecburen ona yurtdışından küçük motosiklet getirtmişler.
***
Bu öyle bir spor ki aracı, ekipmanı almakla bitmiyor iş. Eğitim almak, yarışlara hazırlanmak ve özel pist gerekiyor. Çocukların yarışlara hazırlanabilecekleri pistlerden biri
Çatalca’da, diğeri ise Afyon’da. Beş kişilik bir ailenin Sakarya’dan Çatalca’ya veya Afyon’a gidip gelmesi hem zor hem de masraflı.
Osman Mete, “Çocuklar büyüdükçe kullandıkları motorların güçlerini de büyüttük. Elimizde iki yarışçımız, evimizde dört-beş motorumuz olunca mecburen bir minibüs, şehir dışı seyahatler için de bir karavan aldık” diyor.
Çocuklar arası motor yarışmaları olduğunu öğrenen aile hemen Türkiye Motorcular Federasyonu’na başvurup lisanslarını almışlar. Böylece çocuklar yarışlara katılmışlar.
Sakarya Nehri kıyısında kiraladıkları arazide çocuklar antrenman yapıyor. Pist para… Motorlar para… Minibüs para… Karavan para… Kıyafetler para… Ekipmanlar para…
Seyahatler para… Yarışlar para… Eğitim para… Antrenman para… Orta halli bir aile sırf çocuklarının ilgisi ve yeteneği var diye dişinden tırnağından kesip çabalıyor. Kilometrelerce yol yapıyor. Karavanda kalıyor. Bir sponsorları da yok. Keşke olsa…
Osman Mete babasından miras kalan Rize’deki araziyi, Miray Mete düğünden kalan son takılarını çocukları için satmış.
Üç Mete kardeşlerin gerekli desteği gördükleri taktirde gelecekte çok önemli sporcular olacaklarından zerre kuşkum yok.
8 Eylül Pazar günü MXGP Türkiye birincisi de belli oldu. Toplam 180 ülkede 3.5 milyar kişi ekranlardan bu yarışı izledi. Biz evsahibi olduğumuz halde pek bir başarı gösteremedik. Gelecekte başarı gösterebilmemiz için bu çocuklara yatırım yapmamız şart.
Dedim ya size o gün pazardı diye… Yazı inzivama ara verip bir günlüğüne gitmiştim Afyon’a. Pazartesi sabah otelden ayrılırken Narin’in cansız bedeninin bulunduğu haberini aldık. ‘Kayıp Kız Çocuğu’ canlı dizisi ‘Katil Kim’ polisiyesine dönüştü. Günlerdir cinayetin, vahşetin, organize kötülüğün, dilsiz şeytanlığın, dedektifçiliğin canlı yayınlandığı Türkiye TV’yi izliyorum. Kendinden başka hiçbir şeyle meşgul olmaya izin vermeyen Türkiye’nin reality şovunu… Bir Truman Şov’un içindeyiz sanki… Roman inzivası hak getire.
***
Günlerdir elim bu yazıyı yazmaya gitmiyor. İyi ve güzel olan her şey, sanki bize çok görülüyor.
Minibüslerine bağladıkları karavanla Mete ailesi uzaklaşırken peşlerinden baktım. Böylesine özveri ve sevgiyle çocuklarını yetiştiren Osman ve Miray… Ben bu anne-babaya hayran oldum. Üç şahane çocukla tanıştım ve sanırım en küçüğüne âşık oldum.
Olacaksanız böyle anne baba olun. Yetiştirecekseniz böyle çocuk yetiştirin.
Bakamayacaksanız doğurmayın!
Sevemeyecekseniz doğurmayın!
Yaşatamayacaksanız doğurmayın!
Çocuk yapmayın!
Yaşayamıyoruz çocuklarımızı. YAŞATAMIYORUZ!
NOT: Yazıda da söz ettiğim üzere bir süre yazılarıma ara vereceğim. Türkiye’nin başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere dertlerini anlatmak üzere roman yazmaya çekileceğim. Ben kurgunun içine girmeye çalışırken yaşamın gerçekliği tokat gibi çarpıyor yüzüme. Gerçek kurgudan daha acı…