Kimin cumhuriyeti?

Yayın tarihi: 24 Ekim 2023 Salı 12:42 pm - Güncelleme: 24 Ekim 2023 Salı 12:44 pm

Demet Cengiz

Email: [email protected]

Twitter: @demetce

Görünen o ki cumhuriyetimizin 100. yılını en çok reklam ajansları kutluyor. Yüz yıl! Yüz yıl, dile kolay, yüz yıl! Nasıl bir kabullenememişlik ki cumhuriyetimizin bir asrı geride bırakmasını kutlamayı bile hazmedemiyorlar.

Burası kurtarılmış bir vatandır. “Mehmetcik oraya! Mehmetcik buraya” naraları atanlar bilmez ama gelin ben size anlatayım vatan neresidir.

***

Eylül 1918… Birinci Dünya Savaşı devam ediyor. ‘Limon Paşa’ olarak anılan Alman Liman von Sanders, Sina-Filistin cephesindeki Yıldırım Ordular Grubu Komutanı… Emrinde üç ordu var. Bunlardan biri de başında Mustafa Kemal’in olduğu 7. Ordu. Mustafa Kemal, bir İngiliz esirin ifadesinden 19 Eylül akşamı İngilizlerin büyük bir saldırıya hazırlandığını anlar. Durumu Liman von Sanders’e bildirir ancak gerekli önlemleri aldıramaz. İngilizlerin taarruzu korkunç olur, Osmanlı cephesi paramparça edilir.

Liman von Sanders, orduların Şam’ın güneyine çekilmesini emreder ama Mustafa Kemal Paşa orduların Halep’in güneyine çekilmesi gerektiğini vurgular. İtaatsiz Mustafa Kemal’a von Sanders nedenini sorar. Filistin cephesinde Arapların, Türk askerine saldırdığını üzüntüyle izleyen Mustafa Kemal, Suriye’nin bir Arap vilayeti olduğunu belirtip, Türk olan Anadolu’nun korunması gerektiğini belirtir. Liman von Sanders, Anadolu’da verilecek bir savaşın parçası olamayacağını söyleyerek cephe komutanlığından çekilir. Prof. Dr. Sina Akşin, Kısa Türkiye Tarihi kitabında detaylı olarak anlatır bu gelişmeleri.

Mustafa Kemal fiilen başına geçtiği orduyla Halep’e gelinceye kadar evlerden askerin üzerine ateş açıldığını görür. Halep’te de durum değişmez; ordu ateş altındadır. Bunun üzerine cepheyi Halep’in kuzeyine çeker. Evlerden ateş açıldıkça kuzeye ilerlemek zorunda kalırlar. Gazze’de, Refah’ta, Sina’da, Kudüs’te, Ürdün’de, Suriye’de ateş altında kalan ordu Hatay’a kadar gelir. Arap diyarlarında istenmeyen Türk ordusuna Hatay’da tek bir kurşun dahi atılmaz. Mustafa Kemal evlerden ateş açılmayan Hatay’a uzun uzun bakar.

Vatan neresidir? Vatan sana kurşun sıkılmayan yerdir. Vatan düşman gibi görülmediğin yerdir. Türkiye’nin sınırı doğal olarak orada oluşur. Bu nedenle Hatay, Atatürk’ün şahsi meselesidir. 1938 yılına kadar Hatay’ı Türkiye topraklarına katmak için canhıraş uğraşmasının nedeni budur. Cepheden cepheye koşan bir adamın kendini ilk kez vatanında hissettiği yerdir Hatay.

Sonra? Sonra Mondoros imzalanır. Mustafa Kemal’e İskenderun’u İngilizlere teslim etmesi emredilir. Mustafa Kemal emre itaat etmeyeceğini, gerekli görürlerse görevden alabileceklerini bildirir başkente. 7 Kasım 1918’de Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı ve 7. Ordu komple lağvedilir. Mustafa Kemal, İstanbul’un yolunu tutarken İstanbul’un ve tüm Anadolu’nun işgali başlar. İngilizler hiçbir dirençle karşılaşmadan İskenderun’u da alır.

***

Ülkenin her yerinden başkent İstanbul’a telgraflar çekilir. “Padişah Hazretleri emretsin; savaşalım. Biz canımızı vermeye hazırız” der yoksulluktan, hastalıktan, bitmeyen savaşlardan kırılan halk. Aç ama ölmeye hazır! Telgraf yağmuru günlerce sürer. Başkentten çıt çıkmaz.

Hem İstanbul’da hem de Anadolu’da halk işgali büyük bir utançla karşılar. Osmanlı ordusunun önemli bir kısmı işgalcilerin emirlerini geçiştirerek pasif olarak direnir. Saray sessizdir ama halk direnmek ister. Direnir de! Halk padişahın düşmanların elinde esir olduğunu, bu nedenle direniş çağrısı yapmadığını düşünür.

İzmir’in işgali ise büyük bir utanç yaşayan halk için kaldırılamaz bir hamle olur. Çünkü işgal edenler Yunanlardır. İşgal altındaki İstanbul halkı, İzmir için ayaklanır ama saray hükümeti gösterileri yasaklar. İstanbul’a gönderilen telgraflar bir yağmura dönüşür: “Padişah Hazretleri emretsin; savaşalım!”

Padişah ve dönemin İstanbul hükümeti sessizlik yemini etmiş gibi çıt çıkarmaz. İstanbul’dan gelecek bir işareti bekleyen halk yüzüstü bırakılmıştır.

İzmir’de gazeteci Hasan Tahsin, işgalci Yunan alayına tabancasındaki tüm kurşunları sıkar. Öldürüleceğini bile bile direnişin ilk kurşununu atar çünkü işgale tahammülü yoktur.

Hasan Tahsin Selanik’te doğmuştu. Kurtuluş Savaşı’nı başlatan ve yöneten kadronun önemli bölümü de Rumeliliydi. Dondurmacılar ve kurmaca tarihçiler, Osmanlı’nın bir Balkan çetesi tarafından yıkıldığı iftirasını sürekli tekrar ederler. Oysa buna ‘muhacir hassasiyeti’ denir. Vatan toprağını kaybedenler, ikinci kez vatan kaybetmeye tahammül edemezler. Sütten ağızları yanmıştır; onlar hiç yoğurt yemezler.

Yunanların Ege Bölgesi’ni işgale girişmesini Winston Churchill bile doğru bulmaz. Türkleri çok sevdiğinden değil, ülkesinin menfaatlerini gözettiğinden… “Delirdiniz mi” der, “Türkler yüzlerce yıl onları yönetti. Tamam Cihan Harbi’nde yenildiler, saray teslim oldu ama halk Yunan işgalini kabul etmeyecektir. Üstelik şimdi başlarında Mustafa Kemal gibi bir savaş prensi var.”

Osmanlı, Türkleri askerden başka da bir şey yapmamıştır. Tek meziyeti askerlik olan bir ulusun elinden bağımsızlığını almaya kalkarsanız vereceği tepki elbette direnmek olacaktır. Bu yüzden “Ya istiklal ya ölüm” diye haykırmışlardır. Elbette direnecekler de bu direnişi kim organize edecek, yön verecektir?

Mustafa Kemal Paşa… O bizi yüzüstü bırakmadı.

***

İşte bu cumhuriyet, yüzüstü bırakılmış olsalar da “Ya istiklal ya ölüm” diye kükreyenlerin, direnenlerin, o direnişe yön verenlerin cumhuriyetidir. Onların torunlarının cumhuriyetidir. Senin deden, benim dedem, nenelerimiz; yarı aç yarı tok, ayağı çıplak, bin bir zorlukla mücadele edip, ölümüne savaşarak bu vatanı kurtarmış ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.

Ne enteresandır ki bugünkü cumhuriyete ve Atatürk’e laf edenlerin aynıları işgal ve Kurtuluş Savaşı günlerinde de var. Şeyhülislam fetvasıyla Kuvâ-yi Milliye’ye cihat ilan eden, kuvvacıların katli vaciptir diye Takvim-i Vakayi’de (resmi gazete) duyuru yapan, ulusal direniş başlatanlara karşı Kuvâ-yi İnzibâtiye’yi (Hilafet Ordusu) kuran Saray ve İstanbul Hükümeti… Mustafa Kemal’e ölüm fermanı çıkartan İngiliz yandaşı yöneticiler… Satılmış devlet adamları, namussuz gazeteciler, işbirlikçi din adamları… Yüz yıl önce de şimdi de konuşan aynı ağız…

Onlar ve onların torunları elbette cumhuriyetin 100. yılını kutlamayacaklar. Kutlayamazlar!

Biz kutlayacağız. Çocuk yaşta yalın ayak cepheye koşanların, mahalle sütçüsü kılığında Anadolu’ya silah kaçıranların, askerler için evlerinde hamur yoğuranların, ekmek pişirenlerin, kağnılarla cephane taşıyanların, ilk kurşunu atan Sütçü İmamların, ölümü göze alıp katledilen Hasan Tahsinlerin, kundaktaki bebeğini bırakıp cepheye koşan kadınların, köylüleriyle direniş grupları kuran Kara Fatmaların torunları, bizler, kutlayacağız. Daha 17’sinde öldürülen Bombacı Ahmetlerin, Çuhadar Alilerin torunları bizler…

Bu o yalın ayaklı çocukların cumhuriyetidir. Çok yaşa cumhuriyet! İlelebet yaşa!