Kendine yabancılaşma

Yayın tarihi: 20 Eylül 2021 Pazartesi 8:40 am - Güncelleme: 20 Eylül 2021 Pazartesi 8:41 am

Hasan Güneş

Kişinin kendisine yabancılaşması kendi gerçek özünden vazgeçmesi, ruhunu satması olarak algılanabilir. Gerçek öz, insanın canlı, eşsiz kişisel merkezi, gelişmek isteyen ve gelişebilecek olan tek parçasıdır. Gerçek öz, kendi duygu ve düşüncelerimize yönelik “hoşnut kalan ya da karşı çıkan, benimseyen yadsıyan, uğruna ya da karşı çaba gösteren, evet ya da hayır diyen kendiliğinde tepkileri üretir.

Sözün özü bir insan, eğer kendi duygu ve düşüncelerini yaşamak yerine başka/ başkalarının duygu ve düşüncelerini yaşamak yerine başka/başkalarının duygu ve düşüncelerini yabancılaşmanın temel nedenlerinden biridir. Çünkü sürece doğrudan dahil olmamak ve etkin olmamak yabancılaşmanın temel öğelerinden biri olarak algılanmak zorundadır. Çünkü içeriği ve biçimi ne olursa olsun yabancılaşmanın temel boyutlarından güçsüzlük boyutu olarak karşılaşılması mümkün.

Eğer birey sorun çözme bağlamında kendi ve düşüncesini yaşayamıyorsa, zaten yabancı sayılabilir. Çünkü sorun çözme anlamında başka/başkalarının duygu ve düşüncelerine başvuruyor demektir. Böyle bir sürecin kabul edilir tarafı olamaz. Çünkü sürece dahil olmamak demek, bir ölçüde aktifliği değil, pasifliği tercih etmek anlamına gelecektir.

Elbette; böyle bir konu çeşitli sosyal gruplar açısından tartışılabilir. Tabii ki her sosyal gruplarda da aldığımız konu ele alınmalıdır. Bu anlayış içinde okullarda öğretmenlerden oluşan çalışma gruplarına yer verilecektir. Bilindiği gibi, okullarımızda bazı bürokratik özellikler, öğretmenlerin temel düşünce ve duygularını yaşamasına engel olmaktadır. Gerçekten eğitim sistemi açısından bakıldığında kararlar merkezde verilmektedir. Hem okul yöneticisi hem de öğretmenlerin bu kararlara uyması beklenmektedir.

Tabii ki, böyle bir süreç içerisinde öğretmenlerin öğretme-öğrenme süreci içerisinde düşüncelerini ifade etme şansları kısıtlanmaktadır. Bu bağlamda, bir ölçüde kendisi olamadığı gibi kendisine yabancılaşabilmektedir. Elbette böyle bir sorun çözümün ne olacağını gündeme getirmektedir.

Kuşkusuz çözüm katılımcı ve demokratik yönetim anlayışının vurgulanmasını gerektirmektedir. Açıkçası öğretmenlerin öğretme-öğrenme süreci ile duygu ve düşüncelerini doğrudan yaşamaları için daha çok yetki sağlanması gerekmektedir. Böyle bir yaklaşım öğretmenlerin hem kendileri olmalarına neden olacak hem de öğretme-öğrenme sürecinin etkililiğini sağlayacaktır.

Sonuç olarak, bireyin duygu ve düşüncelerini yaşamalarında sosyal grupların çok önemli yeri ve önemi tartışılmamalıdır