‘Kanal İstanbul Projesi Meclis’te araştırılsın’ önergesi

Yayın tarihi: 27 Aralık 2019 Cuma 4:59 pm - Güncelleme: 27 Aralık 2019 Cuma 5:07 pm

CHP İstanbul Milletvekili Sibel Özdemir, Meclis Başkanlığına sunduğu önergesinde, “Biz bu şehre ihanet ettik, bundan ben de sorumluyum’ diyen dönemin Başbakanı tarafından 2011’de bir seçim kampanyasında “çılgın proje” olarak duyurulan Kanal İstanbul Projesi’nin su kaynakları, ormanlar, meralar, tarım alanları, kayba uğrayacak yeşil alanlar, deprem riski, doğal kaynaklar, denizlerimiz, deniz varlıklarımız, ulusal stratejik güveliğimiz, trafik sorunu, nüfus hareketliliği, küresel ısınma ve bugüne kadar yapılan arazi satışlarının; ülkemizin ve 16 milyon İstanbullunun ve hatta 82 milyon yurttaşımızın önceliği olup olmadığının araştırılması, ilgili tüm bilim çevrelerinin ve uzmanların görüşlerinin alınması amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu açılmasını talep ediyoruz” dedi.

Karadeniz ile Marmara arasında yeni bir kanal açılacağının kamuoyuna duyurulmasının üzerinden geçen sekiz sene boyunca çok sayıda bilim insanı, uzman ve ilgili sivil toplum kuruluşlarının ‘projeye’ ilişkin çok ciddi uyarıları olduğu, İstanbulluların projeye ilişkin yeteri kadar bilgilendirilmediği ve yayınlanan ÇED raporunun da bilimsel ve teknik yönden eksikliklerinin olduğu, bazı kurum ve kuruluşların görüşlerinin rapora dahil edilmediği, ciddi endişe ve kuşkular taşındığı belirtilen önergede özetle şu hususlara değinilmekte:

“Projeye ilişkin bazı kamu kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının yapmış oldukları uyarılar özetle şöyledir:

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Kanal İstanbul projesi için başlattığı ÇED sürecinde Devlet Hava Meydanları İşletmesi’nin 27.02.2018 tarihli yazısında, “İstanbul Yeni Havalimanı’nın mânia planı içinde kalan Kanal İstanbul proje alanının bir kısmı mevcutta inşaatı tamamlanan en batıdaki pistin üzerinden geçmekte, diğer alanlar ise yaklaşma-kalkış yüzeyi, iç yatay yüzey ve konik yüzeyde kalmaktadır. Bu proje ile İstanbul Yeni Havalimanı’nın uçuşa açılması imkânsız olacaktır. Kanal İstanbul ve İstanbul Yeni Havalimanı projeleri birbirine zarar verici değil, tamamlayıcı olmalıdır.” denilerek ciddi riskler konusunda uyarıda bulunulmuştur. Ancak bu uyarı ÇED sürecine dahil edilmemiştir.
Devlet Su İşleri’nin 03.12.2019 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na yazdığı yazıda; “Genel Müdürlüğümüzün 20.08.2018 tarih ve 281270 sayılı resmi yazımız ile görüşümüz bildirilmiştir. Nihai ÇED Raporuna kuruluşumuzun ÇED başvuru dosyasına ve raporuna ilişkin verdiğimiz görüş eklenmelidir.” görüşünü ortaya koymuştur. Oysa raporunda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın iddia ettiği gibi Terkos Gölü, Yıldız Dağı’ndan gelen ve Sazlıdere Barajı’ndan elde edilen suyun 32,7 milyon değil 427 milyon metreküpünün kaybı olacağı belirtilmektedir. Fakat bu görüş de ÇED raporuna eklenmemiştir.

‘GERİ DÖNÜLMEZ DEĞİŞİKLİKLERE SEBEP OLACAK’

İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından ÇED raporu için hazırlanan raporda kanal kazısı sonucu ortaya çıkacak hafriyatın, Karadeniz kıyılarında oluşturulacak dolgu alanları ile bertaraf edilmesinin planlandığı aktarılarak bu durumun coğrafyada geri dönülemez değişikliklere neden olacağı vurgulanmıştır. Proje güzergahı ve etrafı boyunca; Sazlıbosna Gölü havzasının kuzeyindeki İstanbul’un kırılgan coğrafyasında yaşamsal destek sistemlerini oluşturan su havzaları, tarım alanları, orman gibi doğal kaynakların ekolojik sürdürülebilirliğini sağlamakta yetersiz kalacağına dikkat çekilmiştir. En çok da iklim değişikliğine neden olacak olan projenin İstanbul’un bu bölgede sahip olduğu ormanların, yer altı ve yer üstü su kaynaklarının, çayır ve meraların, kıyı kumullarının, endemik türlerin projenin inşaatı sırasında ve sonrasında mevcut imar planlarına aykırı yeni oluşacak gelişme alanlarından dolayı yok olma aşamasına geleceğine dikkat çekilmiştir.
Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı (TEMA), Kanal İstanbul projesi alanının yüzde 52’sinin tarım arazisi olduğunu vurgularken Karadeniz ve Marmara’yı herhangi iki deniz gibi birleştirmenin Marmara Denizi’ndeki ve hatta İstanbul’daki yaşamı önemli bir riskle karşı karşıya bırakacağı uyarısını yapmaktadır. İstanbul’da gerçekleşmesi beklenen depremle ilgili de uyarıda bulunan TEMA, “Kanal İstanbul projesi ile 8 milyon nüfuslu, 97 bin 600 hektarlık bir ada oluşturuluyor ve bu alanda nüfusun daha da artması söz konusudur.

‘KENTİN SORUNLARI DAHA DA DERİNLEŞECEK’

Böylesine yoğun nüfuslu ve deprem bölgesinde olan bir alanda yapılması planlanan kanalın olası bir depremde yanal ve düşey hareketlere karşı nasıl bir tepki vereceği ÇED raporunda öngörülmüyor. Ayrıca ÇED raporunda olası bir depremde adada yaşayacak nüfusun nasıl tahliye edileceği konusuna da değinilmiyor.” ifadelerine yer verilmiştir.
TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu, ise şu uyarılarda bulunmuştur: “Bugün İstanbul, içme suyunun yüzde 70’ini başka illerden karşılamak zorunda bırakılmış bir şehir iken mevcut su kaynaklarının yok edilmesi söz konusu bile olamaz. Kuzey ormanlarını, meraları, tarım alanlarını, tüm hassas ekosistemleri yok edecek bu proje savunulamaz. Üç aktif fay hattının geçtiği bölgeye nüfus ve yapılaşma baskısı yükleyerek afet riskini artıran bu projeyi kabul etmiyoruz. Kentin tüm kuzey bölgesini ve hassas ekosistemlerini, kentsel, arkeolojik ve doğal sit alanlarını baskısı altına alacak bu projeyi kuvvetle reddediyoruz. Denizlerimize, su havzalarımıza, tarım, mera, orman alanlarımıza, hassas koruma alanlarımıza, arkeolojik alanlarımıza, doğal ve kentsel sit alanlarımıza, su ve yaşam hakkımıza müdahale eden ve telafisi imkânsız tahribatlar yaratması kaçınılmaz olan bu projeyi reddediyoruz ve tüm ilgili kurum ve kuruluşları sorumlu davranmaya davet ediyoruz.”
“Bu uyarılara ek olarak, projenin hayata geçirilmesi halinde sadece İstanbul’da değil, Trakya’ya kadar tatlı suların beslediği tarım alanları yok edileceği için bölgede tarım ve hayvancılık yapılamaz hale geleceği öngörülmektedir. Açıklanan ÇED Raporuna göre 1.155.668.000 m3 olan kazı materyalinin taşınmasıyla bozulan ekosistem halkın sağlığını tehdit edeceği ve üç aktif fay hattının geçtiği bölgeye nüfus ve yapılaşma baskısı yükleyerek afet riskini artıracağı uyarılarında bulunulmaktadır. Yine ÇED raporunda, zaten ciddi bir trafik sorunu yaşanan kentte, bu sorunun daha da derinleşeceği tahmin edilmektedir.

“Öte yandan, projesinin geçeceği güzergahın kamuoyu ile paylaşılmasından önce, bir dönem “cemaat” olarak bilinen FETÖ mensuplarınca bir şekilde öğrenildiği ve buralarda arsalar kapattıkları kamuoyunda uzun bir süredir tartışılmaktadır. Ancak üç yıl önce yapılan bu haberde yer alan iddialar üzerine ilgili bakanlığın bir araştırma veya inceleme yapmadığı bilinmektedir.

‘MECLİS ARAŞTIRMALI’

“Bugün İstanbulluların yüzde 85’inin konuyu bir şekilde duyduğu fakat neredeyse tamamının projeye dair bir fikrinin olmadığı belirtilmektedir. Sadece İstanbul’un değil ülkenin en büyük projelerinden biri olarak gösterilen bu projeden en çok da Katarlıların haberdar olduğu iddia edilmektedir. Öyle ki, Katar Emiri’nin annesinin dahi Başakşehir’de 100 bin TL sermayeli bir şirket kurup 1,5 ay kadar sonra Kanal İstanbul güzergahında 44 dönüm arazi satın aldığı kamuoyuna yansımıştır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verilerine göre, 2003 yılından önce Türkiye’de hiç mülk sahibi olmayan Katarlıların 16 yılda 795 bin 552 metrekare taşınmaz satın almış olması da benzer bir sürecin neticesi olarak değerlendirilmektedir. Bunun yanında, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kamuoyu ile paylaştığı bilgilere göre, güzergâh üzerinde en büyük arazisi olan üç şirketin de yabancı sermayeli şirketler olduğu iddiasının da araştırılması ve çok yönlü olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

“Yukarıda paylaşılan bilimsel rapor, bilgi ve uyarılar çerçevesinde, ÇED raporu yayınlanan Kanal İstanbul Projesi’nin su kaynakları, ormanlar, meralar, tarım alanları, kayba uğrayacak yeşil alanlar, deprem riski, doğal kaynaklar, denizlerimiz, deniz varlıklarımız, ulusal stratejik güveliğimiz, bugüne kadar yapılan arazi satışları; ülkemizin ve 16 milyon İstanbullunun ve hatta 82 milyon yurttaşımızın önceliği olup olmadığının tespit edilmesi, konuyla ilgili olan tüm bilim insanlarının, uzmanların, kurum ve kuruluşların görüşlerinin alınması ve projenin telafisi olmayacak tahribatlarının tüm boyutlarıyla incelenerek raporlaştırılması ve projenin durdurulması da dahil gerekli önlemlerin alınması amacıyla bir Meclis Araştırmasının açılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.”