Işık Ülkesinden… Tüy gibi bir roman (1)

Yayın tarihi: 21 Ekim 2019 Pazartesi 7:15 pm - Güncelleme: 1 Mayıs 2020 Cuma 6:57 pm

Sayıl Cengiz Gündoğdu

Zeynep Göğüş’ün Işık Ülkesinden adlı romanına çalıştım. Bu roman 2019 Yunus Nadi Roman Ödülü aldı… Konu, Balkanlardan Türkiye’ye göç eden bir ailenin serüveni.

Zeynep Göğüş’ün dil anlayışı beni şaşırttı. İşlevini yitirmiş kelimelerle yazıyor yazar… Dilden kimi örnekler,

-meftunluk (y.35)
– müsemma (y.39)
-tefekkür (y.40)
-müdebbir (y.53)
-hissi kablel vuku (y.69)

İşlevsiz kelimeleri yeniden yaşama uğraşısına ne demeli. Ben şunu diyeceğim. Boş bir uğraş bu.

Seçiciler Kurulu’na da sormak gerekir. Bu romanı okudunuz mu? Bu dili sevdiniz mi?

Cumhuriyet’in de yönetimine soruyorum. Roman ödülü için saptadığınız kişilerin dil anlayışını biliyor muydunuz…

Ödülden sonra bu romanı okudunuz mu? Bu dile ne diyorsunuz.

Sözlüğe bakmadan hissi kablel vuku’nun Türkçe anlamının önsezi olduğunu biliyor muydunuz.

Anlatıma geldikte. Üçüncü tekil anlatımla yazılmış roman… Geriye dönüşler kimileyin. Ama bu dönüşler nedensiz… Yazar, öyle istemiş, geriye dönmüş…

Şunu söylemek zorunlu. Hem seçici kurul, hem yazar şunu bilmeli. Roman rastgele… yazarın canı istediği biçimde yazılmaz.

Roman davranışlar bilimidir. Bu bilimin ilkeleri vardır. Yazar, bir yerde geriye dönecekse, bu dönüş olay örgüsünden dolayı olmalıdır.

Aile, Sırplardan trenle kaçarlar. Veli makinistle anlaşmış. Tren tünele girerken yavaşlayacak, aile böylece trene binecek. Veli, makiniste bir kese altın vermiş. Tiren anlaşılan yerde durur, yazar,

“Trene salimen bindiler” der… O kadar…

Tren tünelden çıktıkta, önce Veli’nin zihninde geçmişe döneriz. Veli, annesi Huri’nin kucağında kızına bakar, bebek uyuyordu.

Bebeğin uyuması Veli’yi geçmişe döndürür, şöyle “Kızının dünyaya geldiği haberini alır almaz dupduru akan Vardar’ın kıyısında demlenmeye gitmiştir Veli. İkinci kadehin dibi göründüğünde açık havada kaynatılan rakı kazanının üzerinde beyaz bir örtü oluşmuştu. Tütsünün içinde ise Tanrıçalar gibi giyinmiş genç bir kızın hayali belirmişti. Hava latifti, tütsü kız da öyle. Veli, ikinci karısı

Huri’den olan ilk kızının adını Letafet koyacaktı” (y.16)

Tren geliyor. Şimdi de annesi Safiye’den dolayı Veli’yi tanıyacağız.

Hazır olun… Veli, bildiğiniz gibi bir insan değil… Veli’nin beri benzeri yok… İşte Veli, “Dikenleri koluna batırır, canı yanmazdı. Safiye çocuğunun acı hissetmediğine önceleri inanmamış, Veli iki yaşındayken elini selamlıktaki kahve ocağında ateşe tutup derisini yaktığında nasıl olup da yaygarayı koparmadığına aklı hiç ermemişti. Oğlan haremlik kısmındaki mutfakta elini keser, gözünden bir damla yaş akıtmazdı.

Komşu avluda yıkanan kadınları gözetlemek için tırmandığı yüksek duvar üzerine çöktüğünde kan revan içinde getirmişlerdi onu eve. Herkes feryat figanken, ölümden dönen Veli muzip muzip gülümseyerek etrafı seyrediyordu. Çocuk arka bahçedeki sert kabuklu böcekleri saatlerce inceler, bazen de annesinden yorgan iğnesi isteyip böceklere batırırdı (…) Günlerden bir gün kasabanın nalbantı Veli’nin ağrıyan dişini kerpetenle çektiğinde de çocuğun gıkı çıkmadı. Safiye, oğlanın kan içinde kalan ağzını çalkalaması için başını leğene tuttuğunda Veli’nin bedeninin ilahi bir koruma kalkanıyla sarmalandığına inandı. Diğer erkek çocuklar yeri göğü inletirken Veli sünnet sırasında da hiçbir tepki vermeyince Safiye oğlunun Tanrı katında seçilmiş biri olduğuna ikna oldu.” (y. 16-17)

Roman boyunca Veli’nin insanüstü eylemlerini mi okuyacağız derken, yazar, biz okurlara acıyor, Sırpların bir iki üstesinden geldikten sonra Veli, pek bizim gibi olmasa da… göçerken getirdiği altınlarla varsıl bir Bayraktar ailesi kuruyor.

Yazar, Veli’yi taparcasına seviyor. Engels her ne kadar “… bir yazarın kendi yarattığı kahramana tapınması çok kötüdür” dese de. (2)

Karakterler

Engels, tipik oluşturmanın ilkesi için şöyle der, “Gerçekçilik bana göre ayrıntının doğruluğunun yanı sıra, tipik koşullarda tipik karakterlerin yeniden üretiminde de doğruluğu gereksinir.” (3)

Işık Ülkesinden romanında bu anlamda karakter yok. Bundan ötürü de gerçekliği veremiyor.

Sözgelimi 6-7 Eylül’de İstanbul’un yağmalanmasını anlatamıyor.

Demokrat Parti’nin 1950’de seçimi kazanmasını da… Yassıada’da öyle. İçi boşaltılmış… karaktersiz anlatılar.

Soruyorum. Seçiciler Kurulu bu işe ne diyor. Cumhuriyet yönetimi bu kitabı okudu mu…

Nesnelerin Birliği

Gerçekçi yapıtlar, nesnelerin birliğiyle okurda kök salar… Zeynep Göğüş’te nesnelerin birliği rastlantısal… onun için bir var bir yok.
Lodos- “Haydarpaşa’da trenden indiğinde güneybatıdan lodos patladı. Denizi azgın kuduz köpekler gibi köpürten lodos uykusunu getirdi Veli’nin.” (y.64)

Lodos nesnesi işlevli kullanılmış.

Öksürük- Hilmi, Rezzan adlı bir kızla evlenir. Rezzan’ın kuru öksürüğü Makbule’nin dikkatini çeker. Makbule, oğlu Hilmi’yi sıkıştırır. Rezzan’ın verem olduğu anlaşılır. (y.72)

Öksürük işlevli kullanılmıştır.

At- “Bayraktarların evi ile Vardar ırmağının doğduğu yer arasındaki mesafe at üstünde on dakika ya sürer ya sürmezdi.”
Tümcenin kuruluşu bozuk. Tümce şöyle olmalıydı “Bayraktarların evi ile Vardar ırmağının kaynağı arasındaki uzaklık atla”

Atın dört çeşit yürüyüşü var
a. Adeta
b. Tırıs
c. Rahvan
d. Dörtnala

Poyraz- İşlevsiz. Yalnızca poyrazın estiği söylenmiş.
Soba- oturma düzeniyle soba işlevsiz.
Canlandırma
Gerçekçi romanlar bütünüyle canlandırmaya dayanır.
Canlandırmada yazar, olayı anlatmaz. Aradan çekilir. Olaylarla gösterir.
Roman yazmanın zorluğu da buradadır.
Zeynep Göğüş’te canlandırmış ama bütün yapıtta değil… Canlandırmaya örnek. Veli’nin kızı, Hakkı Bey’in oğlu Faruk’la sevişir. Gizlice buluşurlar… veli, kızının Hakkı Bey’in oğluyla evlenmesine karşıdır. Sonunda bu evliliğe onay verir.

Annesi, kıza “’Baban’ dedi, ‘senin evlenmeni istiyor.’ Letafet ‘Kiminle?’ diye sorarken bayılacak gibi oldu, elindeki tahta kaşığı kaynayan reçel tenceresine düşürdü. Babası onu Faruk’tan başkasıyla zorla mı evlendirecekti? Bu kadarı fazlaydı artık. Aklından yukarı koşup kendini balkondan atmak geçti. Huri ‘Gemlikli Hakkı Bey’in oğluyla,’ dediğinde Letafet doğru duyduğuna emin olamadı, rüya gördüğünü zannetti ‘Allahıma şükürler olsun!’ diye bağırıp kollarını annesinin boynuna sardı. Sonra balkona koştu, Ave Maria’yı söylemeye başladı. Patırtıyı aşağı kattan duyan Hanko Nine ağrıyan belini tutarak oturduğu divandan kalktı, merdivenleri ağır ağır çıkarak orta kata geldiğinde Huri’yi dua ederken buldu.” ( y. 122-123)
Romanda bir canlandırma daha var. Gazi’nin ölümünde Veli’nin davranışı… radyoyu parçalaması.

Bu iki canlandırma romanı canlandırmıyor, yaşamsal kılamıyor. Bu iki bölüm dışında roman yerlerde sürünüyor…
Zeynep Göğüş’e sormak gerekiyor. Neden romanı, canlandırmaya dayandırmadın.
Roman canlandırmaya dayansaydı, son yılların en güzel romanlarından birini okurduk…
Işıklar Ülkesinden tam anlamıyla roman değil. Öykücüklerden oluşan bir yapıt… Anlatımı da bozuk.
Bakın ne diyor, “… tren rayların üzerinde harekete geçti. “(y.18)

Tren, rayların dışında hareket etmez.

“İki yaşlı kadın leylak kokan bahçede çiçek topluyordu.” (y.52) denmez.

Ne denir.

Yaşlı iki kadın denir.

“Amcası zevk sahibiydi.” Denmez. Zevkliydi, denir.
Zeynep Göğüş Türkçe düşünmüyor.
Düşünmeden… düşünme uğraşısından hızla kaçınıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Işık Ülkesinden, böyle bir dönemin romanı…hızla okunacak, insani hiçbir iz bırakmayacak… nasıl bıraksın iz. İzlek bile yok romanda… Tüy gibi… tüy roman.

1. Zeynep Göğüş, Işık Ülkesinden, Everest yayınları, İstanbul 2018)
2. K.Marx. F.Engels, Yazın ve Sanat Üzerine, Çev. Çeviri Kurulu, Ankara 1997, y.82
3. K.Marx. F.Engels, age y.84