İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, 8. İstanbul Ekonomi Zirvesi’nde konuştu. İmamoğlu, özetle şunları söyledi:
“Burada olumlu bir tablo çizmek isterdim, ama maalesef daha önce yaşamadığımız ölçekte bir ekonomik dar boğazında içerisindeyiz.
Türkiye'yi her geçen gün daha da sıkıntıya sokan ekonomi politikaları, 2023 yılı genel seçimleri sonrasında yeniden şekillendi. Etki analizi yapılmadan, istişare edilmeden alınan bir kısım sürpriz kararlar, ekonominin ne yazık ki dengesini bozdu, pek çok şirket ve sektörü de bu aşamada paralize etti. Uygulamada sorunların kaynağını ele almak ve kökünden çözmek yerine, biraz geçmişten kalan 1980’li, 90’lı yıllarda uygulanan tipik kemer sıkma politikaları ne yazık ki benimsendi. Bunlar basit olarak, faiz ve vergi artışı ile kur ve ücretleri baskılamaya dayalı politikalar. Türkiye ekonomisindeki yapısal sorunlar ile geçmişten gelen sürdürülebilirlik endişeleri devam ettiği için, uygulanan kemer sıkma politikalarının, yüksek kur riskini azaltma dışında, maalesef istenilen düzeyde etkinliğini henüz göremedik ve yaşayamadık. Üstelik gelir dağılımı adaletsizliği, tarihte görülmemiş ölçüde ülkemizde bizlerin canını acıtacak durumda. Halkın yoksulluğu artıyor. Toplumun büyük bir kesimi eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi zaruri hizmet alanlarına dahi erişimde ciddi sorunlar yaşıyor. Özetle; gerçekleşen veriler, reel sektörde sert daralmanın başladığını, istihdam piyasasında kırılganlığın arttığını, ancak yürütülen politikaların tüketim, beklenti ve varlık fiyatları üzerinde istenilen etkiyi de henüz yaratmadığını gösteriyor.”
“YENİ EKONOMİK MODELE İHTİYACIMIZ OLDUĞU ÇOK NET”
“Bu gelişmeler, enflasyonu düşürmek için tek başına para politikalarının yeterli olmadığını da bizlere yaşatıyor. Tüm sektörler için geçerli bir durum tespiti yapmak gerekirse; 2024-25 yılının herkes için daha zorlu geçeceğini görmemiz gerekir. Eğer durum böyleyse, ‘ne yapmalı’, daha da önemlisi, ‘nasıl yapmalı’ sorusunu hepimiz kendimize sormak zorundayız. Her şeyden önce, Türkiye’mizin ciddi bir zihinsel değişikliğe ihtiyacı var. Ülkemizin daha fazla büyümesi ve ekonomik şoklara karşı daha dayanıklı olması adına rekabetçiliği, verimliliği ve potansiyel büyümeyi arttırmaya yardımcı olacak, kapsamlı bir yeni bir ekonomik reforma ihtiyacımız vardır. Hatta bundan da öte, tam bir ekonomik paradigma değişimi gerekmektedir. Çünkü, eğer toplumsal durgunluk ve ekonomik dar boğazdan kurtulmak istiyorsak, ülkemizi kalkındıracak yeni politikaları kapsayan yeni bir hikayeye ve yeni bir ekonomik modele ihtiyacımız olduğu çok açık ve net.”
“Öte yandan, Türkiye'nin kaynak sorunu olmadığını da biliyoruz. Özellikle insan kaynağı, tecrübeli yatırımcı ve girişimci gücü. Bu çok değerli bir kaynaktır Türkiye'mizde. Tahmin edilenin çok daha üzerindedir. Yer altı ve yer üstü kaynakları, bizlerin en büyük gücüdür. Keza Türkiye'nin lokasyonu, iktidarlardan bağımsız olarak stratejik pozisyonuyla, bizim ülkemizi çok güçlü kılan bir özellik. Cumhuriyetimizin başından bu yana atılan adımların sonucu olarak, bir bölgesel üretim merkezine dönüşmüş önemli bir coğrafi özelliğe sahip ülkemiz var. Tabii şunu söylemek lazım; İtalya ve Çin arasında en büyük üretim alanı Türkiye'dir. Tam da bu nedenle yeni bir hikaye ve yeni bir ekonomik model ortaya koyabildiğimiz ortamda, hızla global arenadaki yerimiz, çok farklı ve çok daha güçlü bir seviyeye yükselecektir.”
“DÜNYANIN, SÜRDÜRÜLEBİLİR VE KOLEKTİF BİR ÇABAYA İHTİYACI VAR”
“Bir konuya daha dikkatinizi çekmek isterim. 2 hafta önce katıldığım Bakü'deki toplantılarında… Ki katıldığım en güçlü ve en başarılı COP toplantılarından birisi olmuştur. Bu anlamda Azerbaycan'a da teşekkürlerimi iletiyorum. Gerçekten bizleri gururlandıran, keyifli bir buluşmayı bizlere yaşattılar. Buradaki en önemli gözlemim; dünyanın sürdürülebilir ve kolektif bir çabaya ihtiyaç duyduğu gerçeği. Kolektif ve sürdürülebilir bir birliktelikten bahsediyoruz aslında. Yani dünyanın bu ölçekte bir paydaş olmaya dönük bakış açısı. Yani dünya, sadece büyüme ve karlılık odaklı bir yaklaşımdan, paydaş odaklı ve değer üretimine yönelen bir anlayışa kayıyor.
Ülkemizde, ekonomi ve sanayinin içinde olduğu kritik eşiği aşmak için de doğrudan ve dolaylı, bütün aktörlerin iş birliği ve dayanışmayla, hep birlikte… Ki gücümüz çok büyüktür bu anlamda. Tek dezavantajımız, kurumsal anlamda belki bir araya gelememe konusundaki sıkıntılarımız. Bütün aktörlerle iş birliği ve dayanışmayı bir araya koyduğumuzda, ortak geleceği inşa edecek bir modeli ortaya çıkaracak bir oluşuma ihtiyacımız var.”
“Biz, bu modele ‘paydaş ekonomisi’ diyoruz. Yani devletin, sadece şirketler için kısa vadeli karları optimize etmekle kalmayan, tüm paydaşların ve genel olarak toplumun ihtiyaçlarını dikkate alan, uzun vadeli değer yaratma arayışında olduğu güçlü bir ekonomi yönetim modeli. Döngüsel ekonomi anlayışına dayanan bu model, ülkemizin ortak sorunlarına yaklaşım ve bunların çözüm noktasında ortak akla ve iş birliğine dayanan bir anlayışı özetler. Gelişmiş ekonomilerde ve ülkelerde, ekonomik modelin temel dayanağını, ekonomik ve sosyal konseyler oluşturmaktadır. Bu konseyler, ekonomide ortak akıl ve toplumsal uzlaşma mekanizmalarıdır. Aslında bize çok uzak bir kavram değildir bu. Ülkemizde, 1995 yılında idari teşkilata giren ekonomik ve sosyal konsey vardır. Ama maalesef etkili olamamıştır. Kağıt üstünde kalmıştır. Türkiye, bütün aktörlerin, paydaş ekonomi modeli çerçevesinde ve Ekonomik Sosyal Konsey Platformu aracılığıyla, ekonomi ve sosyal politikaların oluşturulmasında aktif rol oynayacağı yeni bir sistemi hızla hayata geçirmek zorundadır. Çünkü gerçekten ülkemizin bu alana ve bu ekosistemle birlikte katkı sunacağı olağanüstü yetenekli kurum, kuruluş ve özel sektör temsilcileri, farklı paydaşları mevcutta vardır.”