İki dehşetli bağımlılık ve siyasetin görmeyen gözleri
Bilemiyorum böylesi bir tespitin altına en kararlı MHP seçmeninin bile kaçta kaçı imza atabilir?
Türkiye siyasetinin genel niteliğini düşündüğümüzde bu konjonktürde böyle yorumlara bile artık şaşırmıyorum.
Gazeteciliğin en birinci vasfı belki de, şaşırma yeteneğini yitirmemek olduğundan bir nevi meslekte deformasyona uğruyoruz; ne diyeyim?
Fakat doğrusu Bahçeli’nin aynı konuşmasındaki şu ifadeler bana bile, “bir resmin yarısı görülüp de diğer yarısı nasıl görülmez” sorusunu sordurdu:
“Sayın Kılıçdaroğlu şu düştüğün duruma hiç kafa yordun mu? Hiç mi etrafında sevenin kalmadı? Ne yapıyorsun, nereye hizmet ediyorsun, 'kimlere diyet ödüyorsun' diyen, hiç mi aklı başında birisi çevrenden çıkmadı? Temiz bahanesiyle peşine düştüğün parayı emirler listesini eline tutuşturmadan kim sana vaat edecek, kimler buna tamam diyecek? Kılıçdaroğlu sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanıyorsun? O temiz dediğin paraya, bu yılın başında, 'tefeci parası' diyordun.”
Bütün bu sözler Kemal Kılıçdaroğlu’nun Londra ziyaretine bazı yatırım kuruluşları ile görüşmesi ile ilgili ve elbette ki şu tweet’iyle ilgili
Kılıçdaroğlu’nun Londra ziyareti ile “temiz para” tweet’ine ilişkin Devlet Bey’in eleştirisine niçin “resmin öbür yarsına gözünü kapatıyor” eleştirisini yönelttiğime gelince…
Bahçeli bu konuşmayı yapmadan birkaç saat önce ekonomi sitelerinde şu haber vardı:
“Bakanlık, 2022 yılı dış finansman programı çerçevesinde dolar cinsinden 2028 vadeli bir tahvil ihracı gerçekleştirmek üzere Bank of America Merrill Lynch, Goldman Sachs ve J.P. Morgan’a yetki verdiğini duyurdu.”
İşin özeti: Diyelim CHP ülkeye portföy veya doğrudan yatırım getirmek için bazı bankerlerle görüştü ve diyelim bu Sayın Bahçeli’ye göre büyük bir sorun. Fakat dünyanın en büyük yatırım bankerlerini, yani Bahçeli’ye göre en büyük tefecilerini, kendi desteklediği hükümet daha 1 gün önce “yetkilendirmiş.”
Hem de öyle yatırım filan için değil ülkenin esasen en büyük sorunu olan dış borç bağımlılığını sürdürmek için…
Milliyetçilik ise mevzu bahis olan önce bu yetkilendirme zincirlerine, bu bağımlılıklara tepki göstermek gerekmez mi?
Türkiye’nin iki büyük bağımlılık sorunu var: Ekonominin dış borca bağımlı olması…
Ya diğeri?...
Evet bildiniz her yıl daha da hızlı yayılan uyuşturucu bağımlılığı…
Türkiye eskiden beri uyuşturucu tacirlerinin cirit attığı bir geçiş ülkesiydi.
O nedenle 1990’lı yılların ortalarından bu yana uyuşturucu sorunu üzerine yazılar, dergi kapakları, TV programları ve haberler kaleme aldım, sundum, modere ettim.
Daha Sedat Peker’in ifşaları ile Youyube’da uyuşturucu videoları popüler olmadan çok önce 2019’da kendi Youtube kanalımda toplamı 2,5 saati bulan çok sayıda uyuşturucu videosu yayınlamıştım. Meraklısı için ilkinin linki aşağıda:
https://www.youtube.com/watch?v=CCmlQ5pNhBI
Türkiye evet eskiden beri özellikle baz morfin ve eroinin bir geçiş güzergahıydı. Böyle güzergahlarda hem siyasetçi hem de güvenlik güçlerinde bazı yozlaşmaların mevcut olduğu sır değildir ve benzer ülkelerde bunlar görünen şeyler. Fakat ülkede uyuşturucu kullanımı, bütün bu yasadışı “trafiğe” rağmen benzer ülkelere kıyasla asla yaygın değildi.
İlk defa bu son 10-20 yılda ülkede özellikle gençler, hâttâ giderek çocuklar arasında uyuşturucu kullanımı yaygınlaşıyor.
Bunun sorumlusu elbette uyuşturucu tacirlerine karşı büyük çoğunluğu cansiperane bir mücadele yürüten güvenlik güçleri değildir. Sorumlusu siyasi iktidarlardır, hükümetlerdir.
O nedenle yadırgadım kabine toplantısının hemen ardından yaptığı konuşmada Sayın Erdoğan’ın şu sözlerini:
“Her kim Türkiye’yi terör örgütleriyle, uyuşturucuyla, mafyayla, küresel tefecilerle, insan kaçakçılarıyla, envai türden kopukla, uğursuzla aynı fotoğrafın içine sokuyorsa yaptığı işin adı, ‘beşinci kol’ faaliyetidir.”
İki sebepten yadırgadım: Tıpkı dış borç bağımlılığı gibi uyuşturucu bağımlılığı da siyasi cebelleşme yahut cidalleşmelere konu edilmeyecek bir ülke sorunumuzdur; çocuklarımızın hayatı ve geleceğidir söz konusu olan.
Ve bu sözüm sadece iktidara değil, muhalefet için de geçerlidir. Şu var ki muhalefetin görevi bu sorunlara dikkat çekmek ve gereğinin yapılması için iktidarı zorlamak iken, iktidarın görevi inkar değil çözüm üretmektir. O nedenle Sayın Erdoğan’ı bu konuda eleştiriyoruz. Yarın o mevkiye Kılıçdaroğlu gelse ve benzer şeyler söylese aynı eleştiriyi ona da yaparız.
Zira bir gazetecilerin görevi de budur!
Bir diğer yadırgama sebebim daha güncel, sadece Cumhurbaşkanının bir kelimeye takıldım:
“Her kim Türkiye’yi terör örgütleriyle, uyuşturucuyla, mafyayla, küresel tefecilerle, insan kaçakçılarıyla, envai türden kopukla, uğursuzla aynı fotoğrafın içine sokuyorsa…”
Gerçekten doğru bir eleştiri ama talihsiz bir benzetme…
“Aynı fotoğrafın içine…”
Evet kim sokuyor devletin makamını suçlular, kaçakçılar, mali dolandırıcılar, çetelerle aynı fotoğrafların içine?
Hangi bakanınızın boy boy bütün bu kişilerle fotoğrafı var acaba?..
Başka bir ülkede böyle, mesela 2 fotoğrafı ortaya çıkan bir bakan acaba kaç gün koltuğunda kalabilir?
Başındaki bakanın bu tür insanlarla fotoğrafı varsa, sıradan polis memuru ve jandarma eri suç çetelerini kovalarken kendini ne kadar güvende hissedebilir?
Bence Sayın Erdoğan bir yanıyla haklı sayılabilecek bu savunma işine girişmeden önce kabinesinin içindeki o soruna el atsa daha iyi olacak.
Artık görevden affını mı istetir, ikaz mı eder, “kulak mı çeker”, kendisine kalmış.
Fakat bu “fotoğraf kazaları”nın ikide bir Sayın Süleyman Soylu’nun başına gelme vakaları devam edip durursa, bilinsin ki Cumhurbaşkanının yukarıdaki “hassasiyet” içeren tepkilerinin kimsenin gözünde bir değeri olmayacak