Ali Koç fabrika ayarlarına geri mi dönse?

Yayın tarihi: 25 Kasım 2019 Pazartesi 3:59 pm - Güncelleme: 3 Haziran 2020 Çarşamba 7:34 pm

Hülya Coşkun

FENERBAHÇE BÜYÜLEMİYOR.

Ersun Yanal işi çözmüş.
Nasıl olsa sosyal medya var etkileşimli zamanlarda yaşıyoruz, o zaman Fenerbahçe kulübüne dair iki sloganvari cümle kur, twitter mahallesinde “TT” ol. Ondan sonra arkana yaslan rahat nefes al. Ancak Yanal’ı getiren sosyal medyada bu sloganvari cümleler her zaman sanıldığı gibi kullanana artı getirmiyor.

Eğer iyi oynuyor ve bir de üstüne galip geliyorsan bu tarz cümleler taraftar topluyor kitle oluşuyor. Galip değilsen iyi oynamıyorsan ve iyi oyuna dair güven vermiyorsan, o zaman hiçbir şekilde olumlu iletişime girmiyor, bilakis teknik adamı samimiyetsiz gösteriyor.

Bir örnek verirsek Fenerbahçe son maçlarında neredeyse tek bir hücum seti oynamadan ya da oynatılmadan müsabakayı bitirdi. Bu durumda maç sonu, takımın performansını doğru analizlerle gerçekçi bir şekilde değerlendirmek daha ikna edici bir iletişim yöntemi olarak duruyor. Temel sorun ise ” Fenerbahçe gibi oynamak” sloganının sahaya bir türlü yansımıyor oluşu. Yani keyif veren heyecanlandıran oyunun ortada olmayışı mesele. Geçen sezondan beri ortada olan bu süreç bir teknik adamın performansını sınama ve gelecek vizyonunu belirlemede önemli gösterdi

Çünkü Fenerbahçe futbol takımına dair uzun bir süredir, sözler havada, oyun havada kalıyor. Bu hal pek yere de basacak gibi de görünmüyor. Dolayısıyla bu ister istemez Ersun Yanal’la ilgili bir soru üzerine Ali Koç’un, verdiği cevabı akıllara getiriyor.

“Siz benim hayal ettiğim Fenerbahçe’yi daha tam anlayamamışsınız”

Ne dersiniz Ali Koç fabrika ayarlarına geri mi dönse?

KUŞATILMIŞ FUTBOLCULAR

Sivasspor Başkanı Mecnun Otyakmaz, “oyuncuları ayartmasalar hiç transfer yapmama gerek yok” demiş.
Halbuki mesele dışarısı değil, içerisi.
Eğer oyuncular aidiyet duygusu hissetmiyorsa gider.
Eğer güçlü kontratlar yapmadıysan gider, yaptıysan diğer takım hayali bile kurmaz.
Eğer, şampiyonluk hedefin netse ve bu vizyonla kurumsal iletişimin yönetiliyorsa, oyuncular tutkal gibi birbirine yapışır, gitmez.

LİGİN MARKA DEĞERİ

Ligin marka değeri marka değeri deniyor. 18 takımlık Süper Lig, ilk 3 takım üzerinden inşa ediliyor.
Her televizyon programı, her gazete (!) manşeti, üç takımın başarısı, başarısızlığı üzerinden yapılıyor.
Üç büyükler alt sıralarda bir takıma yeniliyor manşetler yenilen “üç büyük” üzerinden atılıyor.
Neymiş “üç büyükleri haber yapmazsan gazete satılmazmış.”
Yaptın ve bak yine satılmıyor.

Çünkü yıllarca bu anlayışla futbol pazarını 18 takımdan, üç takıma indirdin, küçülttün.

Dolayısıyla, bu “kolaycı” gazetecilik ve televizyonculuk anlayışı içerisinde hep benzer hikayeleri izleyenlere sundu. Taraftar sıkıldı, camialar ruhsuzlaştı. Futbol; hem saha içiyle, hem de endüstrisiyle artık ilgi çekmiyor. Gençlerin çoğu takım tutmuyor.

Kulüp yöneticilerine baktığımızda ise gördüğümüz, yönetme konusunu sadece transfer üzerinden okuyor olmaları. Onlar da spor pazarlaması, spor iletişimi, sporda halkla ilişikler ve reklam gibi profesyonel alanlara oldukça uzak duruyorlar.

Oysa bir zamanlar kulüplerimizin en önem verdiği alanlardı. Mesela, Aziz Yıldırım yönetiminde Fenerbahçe “Fenerium” markasını 1998-2008 yılları arasında yaratmıştı. Bu markayla ulusal ve uluslarası spor pazarına girmiş, satış rekorları kırmışlardı. Geliyoruz bugüne, futbolumuzun bugünleri geçmişten daha iyi olması gerekirken kötüyse gitmişse diyeceğimiz tek şey kalıyor. Ligin marka değerini profesyonel yönetimler belirler.

FİLM ÖNERİM

Bizim Adımız Kriz (Our Brand is Crisis) David Gordon Green’in yönetmenliğini üstlendiği Our Brand Is Crisis’ın başrollerinde Sandra Bullock, Zoe Kazan, Billy Bob Thornton, Anthony Mackie yer alıyor. 2005 yapımı Our Brand Is Crisis adlı belgeselden uyarlanan film bir grup Amerikalı politik danışmanın Bolivya başkanına seçimleri tekrar kazanabilmesi için yardım edişini konu alıyor.