mandacılar’dan söz etmiştim. 21 yıllık AKP dolaylı-dolaysız bir tür mandacı-sever bir iktidar çünkü Osmanlı’nın son dönem ‘kapitülasyonlar’ yolunda azim ve kararlılıkla yürüyor.
Erzincan-İliç’teki Kanada kökenli altın arama şirketi yüzlerce belki binlerce örneklerden biridir.
Ama korkunç olanı.
Şöyleki;
Milyonlarca ağaç kesildikten sonra altın çıkarmak için tonlarca siyanür ve sülfürik asit başta olmak üzere farklı asit türleri kullanılıyor. Siyanür; topraktan bölgenin tüm yeraltı ve yerüstü sularına sızar.
Dicle ve Fırat başta olmak üzere Türkiye’nin her yerinde durum aynı. Türkiye yetmezse her iki nehrin uzandığı komşu Suriye ve Irak var.
Balıkları zehirlenmiş sularla sulanan tüm meyve ve sebzeler de zehirlenir ve bunlarla beslenen insanlar ve hayvanlar da zehirlenir.
Asitler ise önce buharlaşır sonra da yağmur ve rüzgarla insanları, hayvanları, ağaçları ve her türlü bitkiyi zehirler.
Ve sonuç olarak insanlar kanser başta olmak üzere türlü hastalıklara yakalanır ve acı çeker. Hastalıklar ve ölümler arttıkça ülkenin olmayan sağlık ve emeklilik sistemi çöker.
Şimdi olduğu gibi.
Ülkede yirmi binden fazla farklı maden, kömür, taş ve 140 kadar altın arama ruhsatı verilmiş ve bunların büyük bölümü yabancı şirketlere.
Yani kapitülasyonlar.
Benzer amaçlarla 2006’da yerli tohumlar yasaklandı.
2010’da ağırlıklı olarak İsrail’den ithal edilen GDO’lu gıda ve her türlü tarım ürünlerine izin verildi.
Sonuç olarak ülkede tarım ve hayvancılık bitirildi ve etle birlikte her türlü gıda ithal edilir oldu.
Çoğu GDO’lu bazen de ucuz olduğu için bozuk ve vadesi geçmiş gıdalar insanların hastalanmasına neden oldu.
Nasıl olsa denetleyen yok.
Peki böylesi rezil verilerin egemen ve yaygın olduğu bir ülkede yaşayan insanlar nasıl olabilir?
Yani kapitülasyonların karanlık ilişki ağlarıyla ülkeyi ele geçirdiği ve tüm yaşam koşullarını kirlettiği bir sistemin herkese zorla benimsettiği bireysel ve toplumsal kuram, kural ve alışkanlıkların şekillendirdiği insanlar nasıl olur?
Kaçta kaçı bilinmez ama çoğunluğunun genleriyle oynanır ve narsist, egoist, oportünist, lümpen, duyarsız ve elbette vefasız, ahlaksız, riyakar, iki yüzlü, gaddar, kindar ve kalleş olur.
Cehalet, yoksulluk ve saplantı halini almış saçma sapan ve bağnaz inanç kalıplarıyla beyinleri yıkanır, sürü yani biat kültürüyle eğitilir ve her an her şeyinden vazgeçebilecek ya da her şeyini satabilecek kimlikseniz, kişiliksiz, karektersiz, beyinsiz ve elbette vicdansız tiplere dönüştürülür.
Sonrası çok kolay…
Ne kadar sürer belli olmaz ama ülke, siyaset, ekonomi ve toplum mutlaka çürür. Tarih boyunca bütün uygarlıkların yıkılıp yok olması böyle olmuştur.
Örneğin Mezopotamya uygarlıkları.
O zamanlar siyanürle altın arayan yoktu ama bugün bildik Mezopotamya ülkelerinde ne kadar pislik varsa hepsi oralarda vardı ve pislikler genetik olarak kuşaktan kuşağa geçiyor yani bulaşıcı.
Kolay değil ama kurtulmanın mutlaka bir yolu vardır ve olmalıdır. Bunun da tek koşulu herkes kendinden başlamalı. Akıl ve vicdanla önce paslanma ve küflenmeden kurtulmalı sonra da kötü olan her şeye karşı duyarlı olmalı.
‘Sustukça sıra sana gelecek’ misali..
‘Bana ne’ ya da ‘ ben mi kurtaracam memleketi’ dediğiniz an her şey bitmiştir demektir. Çünkü gün gelir sizi kurtaracak kimse kalmaz.
Baksanıza Avrupalılar bile çöp ve türlü türlü atıklarını Türkiye’ye gönderiyorlar.
Neden acaba!