“Helalleşme” ve gelişigüzellik

Yayın tarihi: 22 Kasım 2021 Pazartesi 7:42 am - Güncelleme: 22 Kasım 2021 Pazartesi 7:42 am

İçimizde uyanan kimi duygular, düşünceler, bizde birtakım istekler de doğurur. Duyumsamanın ‘gelişigüzel’ dediğimiz aşamasıdır bu. Duygularımızın konuları kişiselse, doğurdukları iç isteklerimiz bizi ilgilendirir, konular toplumsalsa, toplumsal süzgeçler de gerekir.

Ana muhalefet partisi genel başkanının “helalleşme listesi”ndekilerin tümü toplumsal konulardır.

Parti yöneticilerinin yetkili organların kararlarıyla adım atması gerekirken kişisel kararlarla eyleme geçmesi, siyasal parti olmakla çelişir. Örgütsel-toplumsal konularda eyleme geçerken, genel başkanlar bile kendi düşünceleriyle yetinemezler. Demokrasiyle işleyen örgütler zaten buna izin vermezler. Örgütün tartışmalı süzgecinden geçmeyen duyumsamaların, düşüncelerin
sonucu olan toplumsal konulu kişisel düşüncelerin ve eylemlerin, tek bakış açısının ürünü olmaları nedeniyle gelişigüzel kalmaları doğaldır.

*

Çağdaş, uygar, laik hukuk devletinde yeri olamayacak bir ödeşme biçimi olarak şeriat hukukunun terimi olan helalleşmede, iki yan da birbirlerindeki haklarından vazgeçer, öbür dünyada da, bu dünyada da haklarının hesabını sormayacaklarına söz verirler. Tek yanlı helalleşmede, bir yan öbür yandan bu sözü isteyip alır.

Açıklanan listeye, helalleşme gerçekleşecekmiş gibi bakmayı deneyelim.
12 Eylül faşizminin Diyarbakır Hapishanesi işkencelerine, Roman yurttaşlarımızın yerlerinden sürülmesine, Madımak Olayı’na, Kahramanmaraş Olaylarına, Soma maden faciasına ilişkin, muhalefetteki partisi adına helallik istemek… Olayın sorumluları, helalleşme isteyenin karşısındaki siyasal iktidar ve toplu öldürümlerin tetikçileri iken, ana muhalefet partisinin helalleşme
istemesinin anlamı ne olabilir?

Roboski, yani Uludere’de, kaçakçı oldukları gerekçesiyle 35 yurttaşımızın kendi devletinin askeri uçaklarının ateşiyle topluca öldürülmesi… “Tazminat yine ödenecek ama helalleşeceğiz de,” diyor sayın genel başkan.

Helalleşmede ödeşenler, birinden öbürüne hakkı geçen iki yandır. Varsayalım ki, uygar, laik bir hukuk devletinde gerçek bir ödeştirme gücü olmayan helalleşme gerçekleşti. Halkın ‘devlet’ düşüncesini din devletine yöneltecek bu ödeşmenin helalleşenler arasındaki sonucu (tazminatlar da halkın varlığından ödendikten sonra) haksızlığa uğrayanın hakkını unutturarak, haksızlığı yapan için kaygısızca unutma ortamı sağlamaktan başka ne olacaktır? Üstelik olaydan zarar görenlere olayı unutturan parti, o olayların hesabını sormayı kendisinin de unutacağını söylemiş olmayacak mıdır? Toplumsal barışı sağlamlaştırmanın yolu haksızlıkları araştırıp sorumluların cezalarını çekmelerini, yani adaleti sağlamak değil midir?

Hukuk devleti kişiler üzerinden değil, kavramlar üzerinden düşünür. “Gezi olaylarında uğranan haksızlıkların giderilmesi” değil de bir tek kişi üzerinden düşünülmesi, yeni haksızlıkların, eşitsizliklerin kapısını açmaz mı? “Ali İsmail Korkmaz’ı anıp Gezi’de öldürülen öbür gençlerimizi unutmak bile onların yakınlarını incitmez mi? Ayrıca… Gencecik çocuğu öldürülen aileden haklarını helal etmesini istemek ne demektir? Bu istekte helallik isteyen sayın genel  başkan kendini hangi yanda duyumsamaktadır? Acısı taptaze aileden helallik istemek yerine asıl yapılması gereken, olayın araştırılmasını ve suçluların ceza almasını, sonra da kolluk güçlerinin orantısız güç kullanımını masaya yatırarak yasal ortamın özgürleştirilmesini sağlamak değil midir?

Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları, 28 Şubat… Araştırıp soruşturma, zamanaşımı yoksa yasal onarımın yollarını arama konuları mıdır, yoksa helalleşme konusu mu?

Listedeki “Londra’ya sürülen en parlak beyinlerimiz”, “Mahkemelerde süründürülen askerlerimiz ve aileleri” gibi tanımlar ise alabildiğine bulanık, puslu.

*

“Helalleşme” çıkışının kendisi de, listesi de, gelişigüzelliğin tüm sakıncalarını yansıtıyor. Parti organlarından geçmediği için sakat doğan -belki de kucaklaştırma amaçlı- bu çıkış parti içinde sorgulanıp dinsel dayanağından bilimsel düzleme çekilerek tartışıldıktan sonra düzeltilirse, yine şeriat hukukunun bir terimi olan “kul hakkı” söyleminden çağdaş devletin ‘yurttaş’ kavramına dönmeye de sıra gelebilecektir.

Bu düzeltmeler, “helalleşme” çıkışını eleştirmenin sayın genel başkanın dediği gibi “hukukla helalleşmeyi birbirine karıştırmak” değil, helalleşmenin dinsel hukuktan kalma, inanca dayalı bir hukuk terimi olduğunu da ortaya koyacaktır.

“Helalleşme” derken söylenmek istenen bu değilse, Atatürk’ün partisinin en yüksek yönetim yeri, kavramları doğru sözcüklerle kullanabilmek için verilecek  emeği gerektiren bir görev yeri olsa gerektir. Laik devleti kuran partinin bir an önce kendini dinsel söylemlerden kurtarıp kurucusunun dönemindeki gibi bilimsel söylemlere dönmesi, ülke için de büyük kazanç olacaktır.