HDP’li Beştaş Soylu’ya ‘Devlet sapıklığıdır’ sözünü hatırlattı: Sessizliği esasen bir kabuldür

Yayın tarihi: 9 Aralık 2020 Çarşamba 3:46 pm - Güncelleme: 9 Aralık 2020 Çarşamba 3:53 pm

HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, İçişleri Bakanı Soylu’nun “Siyasi partilerin genel başkanlarını dinlemek devlet sapıklığıdır” sözlerini hatırlatarak, “Ama Soylu bunu söylerken partimizde böcekler çıktığını unutmuş olacak herhalde” dedi. Beştaş, “Soylu’nun partimizin dinlenmesine ilişkin sessizliği esasen bir kabuldür, ‘biz dinledik’ demektir” ifadesini kullandı.

HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Beştaş, şöyle konuştu:

Soylu’dan Kılıçdaroğlu’nun “telefonlarım dinleniyor” sözlerine yanıt

“IKÇILIK KİME YAPILIRSA YAPILSIN AKRŞISINDAYIZ”

Dünkü maçta Pierre Webó’ya yönelik ırkçı saldırıyı kınamak ile başlamak istiyorum. Dünyada ve Türkiye’de ciddi bir tepki oluştu. Irkçılığa karşı her yerden ses yükseldi. Bu tabii ki anlamlıydı ama biz Türkiye yurttaşları olarak şunu söylemek isteriz; Pierre Webó’ya yapılan ırkçı saldırıya karşı çıkarken evin içinde, Türkiye’de meydana gelen ırkçı saldırıları da görmezden gelmeyin. Ermenilere, Süryanilere, Kürtlere toplumun farklı kesimlerinin dillerine ve inançlarına yönelik ırkçı saldırılar, nefret dili aralıksız bir şekilde devam ediyor. Buna karşı sesini çıkarmayanları, bunu besleyenleri biliyoruz. Bizzat iktidar ve küçük ortağının eliyle ırkçı saldırılar, bırakalım kınamayı, destekleniyor. Gar Katliamı anması vesilesiyle Konya’da ıslıklarla yapılan protesto ve ırkçılığı unutmadık. Amedspor’a aralıksız devam eden ırkçı saldırıları unutmadık. O konuda da tüm Türkiye’nin tepki vermesi gerektiğini ifade etmek istiyoruz.

Biz HDP olarak ırkçılık kime yapılırsa yapılsın kimden gelirse gelsin dün de karşısındaydık bugün de karşısındayız ve yarın da karşısında olacağız. Sevgili Pierre Webó’ya ‘senin yanındayız’ demek istiyorum.

HDP binasında dinleme cihazları; “Bu kadar profesyonel çalışabilecek iki kurum var”

“MUHALEFET YÖNELİK DİNLEMELER SAPIKLIKTIR”

Türkiye’deki önemli meselelerden biri de siyasi partilerin dinlenmesi meselesi. Bu konuda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu geçenlerde bir açıklama yaptı. Kendi cümleleriyle söylüyorum, ana muhalefete yönelik yapmıştı: “Siyasi partilerin genel başkanlarını dinlemek devlet sapıklığıdır” demişti. Aslında Soylu işin adını koymuş; muhalefete yönelik dinleme işlemi sapıklıktır, doğru. Ahlak dışıdır, kabul edilemez bir tutumdur. Ama Soylu bunu söylerken partimizde böcekler çıktığını unutmuş olacak herhalde.

Soylu’nun partimizin dinlenmesine ilişkin sessizliği esasen bir kabuldür, “biz dinledik” demektir

Dün Grup Başkanvekilimiz Saruhan Oluç, il eşbaşkanlarımız ile birlikte bizim İstanbul il binamızda bulduğumuz böcekleri tüm kamuoyuna gösterdi. Bunları da suç duyurusuna konu olmak üzere savcılığa sunacağız. Çünkü onlar somut delil. Buna yönelik iktidardan da ve Soylu’dan da cevap gelmedi. Soylu bu sapıklığa neden yanıt vermedi? İçişlerinden, güvenlikten sorumlu en üst düzeydeki kişi her konuda konuşurken Türkiye’nin üçüncü büyük partisinin dinlenmesine cevap bile vermedi. Bu kabuldür, bu ikrardır. Bu “biz dinledik” demektir. Eğer böyle değilse bu beyanımıza yanıt versinler.

Soylu, bu kez de gazeteci Kübra Par’ı hedef aldı: Yazık, üzüldüm adınıza

“HDP İLE İLGİLİ NEYİ MERAK EDİYORSANIZ GELİN SİZE ANLATALIM”

Bizi dinlemeleri yeni değil. Geçmişten beri parti binalarımızın dinlendiğini biliyoruz. Defalarca açıkladık. Bunu sadece biz değil kendileri ile kuruculuk yapan, partide uzun yıllar çalışan isimler de kabul ediyor ve özeleştiri veriyorlar. İhsan Arslan bunlardan bir tanesi.”FETÖ yöntemleri kullandık” dedi. Ona da yanıt verilmedi ama bir fiil ortaya kondu, ne yapıldı? Disiplin kuruluna sevk edildi. Biz buradan soruyoruz hakikaten neyi merak ediyorsunuz HDP ile ilgili? Gelin biz size bunu anlatalım. Bize sormanıza gerek bile yok. Meclis kürsülerinde, sokakta, basında her şeyi konuşuyoruz. Konuşmaya da devam edeceğiz.

Yüzünüze vurduklarımız yetmedi bir de gizlice mi dinlemek istiyorsunuz!

Defalarca yüzünüze vurduğumuz sözleri, yalanlarınızı tekrar ediyoruz. Yüzünüze vurduklarımız yetmedi mi bir de gizlice dinlemek istiyorsunuz! Ne dediğimizi merak ediyorsanız, neden bizi susturmak istiyorsunuz? Basın açıklamalarımızı, etkinliklerimizi, sözlerimizi kısmak için sadece Van’ı örnek vereyim; basın açıklamalarımızı basının çekmesine izin vermiyorlar. Bir yandan da susturmak istiyor, basına ambargo uyguluyorlar. RTÜK eliyle her türlü HDP suçlaması, ırkçılık serbest ama gelip bizi gizli gizli dinliyorsunuz.

Bu şekilde bizi gizli dinleyerek bilmediğiniz bir şey öğrenemeyeceksiniz. Sadece bu sapıklık devam ediyor olacak, bu ahlaksızlık devam ediyor olacak. Çünkü biz milyonlarca yurttaşın iradesini temsil eden bir parti olarak, sizin ne gizli dinlemelerinize ne açık dinlemelerinize ne de baskılarınıza pabuç bırakacak bir parti değiliz. İçişleri Bakanı başta olmak üzere iktidar sözcülerinden bu dinlemeyi neden yaptıklarına dair bir açıklama bekliyoruz. Sorumlular hakkında varsa bir soruşturma açıklasınlar yoksa neden başlatmadıklarını açıklasınlar.

“HERKESİN ÜCRETSİZ AŞI OLMASI İÇİN BÜTÇE ÖNERDİK FAKAR REDDEDİLDİ”

Diğer bir mesele aşı meselesi. Şu anda tüm Türkiye “aşı var mı, gelecek mi, kimlere yapılacak, kaç milyon aşı var, nitelikli mi, güvenebilir miyiz” şeklinde sorularla günü geçiriyor. Hepimiz aynı durumdayız. Türkiye’nin ortalama 100 milyon aşıya ihtiyacı var. Bütçe görüşmeleri sırasında aşının herkese ücretsiz, nitelikli, en hızlı şekilde ulaşabilmesi için önerge verdik. Fakat maalesef reddedildi. Neymiş kaynak yokmuş. Kaynakları var, Sağlık Bakanlığı bütçesinin kaynakları var. Ayrıca insan yaşamının söz konusu olduğu bir ortamda her türlü kaynağın yaratılabileceğini biliyoruz. Saray’ın, şatafatın bütçesi aşıya aktarılırsa bu sorun çözülecektir. Sadece güvenlik harcamalarının bir kalemi aşıya aktarılsa gene çözülür. Diyanete aktardığınız bütçenin bir miktarı yine aşı meselesini çözebilir. Burada samimiyet yok, inanırlık yok ve yönetememe hali var.

“10 MİLYON AŞI KİME YETECEK”

Şu ana kadar söylenenler nedir? “Çin’den 10 milyon aşı getireceğiz” dediler. Peki bu 10 milyon aşı kime yetecek? Herkes bu soruları soruyor. Türkiye’nin 100 milyon aşıya ihtiyacı varken 10 milyon aşı getirilmesi, hepimizin aklıyla alay edilmesidir. En az 50 milyon yurttaşın 2 doz aşıya ihtiyaç var, 10 milyon aşı getireceğiz demek abesle iştigaldir.

Vefat sayılarını bile gizlediler, aşıda da yaparlarsa bu halk kime güvensin!

İktidarın pandemi sürecini ne kadar kötü yönettiğini halen yaşayarak deneyimliyoruz. Bir mesele ancak bu kadar kötü yönetilebilir. Halkı kandırmaya devam ediyorlar. TTB ve genel istatistiklere göre “açıklanan günlük rakamın yanına bir sıfır koyun” deniyor. Bu, günde 500-600-700 ölüm olduğu anlamına geliyor. Vefat sayısını bile gizleyen ahlaki olmayan bir tutumu aşıda da yaparlarsa bu halk kime güvensin. Bunu şu nedenle söylüyoruz; yalanlar üzerine kurulu bir iktidarda yaşam hakkı, can güvenliği, sağlık hakkı gibi bir meselede yalanın bedeli ölümdür, can kaybıdır, sakat kalmaktır. Artık bir aileden bir kişi vefat etmiyor, bir aileden 2-3 kişinin vefat ettiğinin haberlerini alıyoruz. Eskiden tırnak içinde söylüyorum yaşlı dediğimiz kesimlerin vefat ettiği söyleniyordu, şimdi yirmili otuzlu yaşlara, gençlere kadar indi. Buna cevap veremeyen bir iktidarla karşı karşıyız.

En nitelikli aşı bu toplumun hakkıdır. Fakat tabii onlarda her konuda olduğu gibi piyasacı bir mantık var. Toplum sağlığı asla umurlarında değil. Hangi eczanelerle, hangi ecza depolarıyla çalışacaklar şimdiden sorulmaya başlanmalıdır.

Eczanelerde de ayrım yapacaklar mı? Hangi ülkeden ne kadar getirilecek? Nitelikli olduğuna nasıl güveneceğiz? Bu konuda hiçbir şey yok. Rastgele kervan yolda dizilir misali bir anlayışla karşı karşıyayız. Şimdi bir de “Alman aşısından bir milyon adet getireceğim” diyor. “Bunu eczanelerde satacağım” diyor. Çin aşısını ücretsiz veriyorsun. Peki, Alman aşısını neden satıyorsun? Alman aşısını parası olan alacak Koronadan korunacak, yoksul gidecek Çin aşısını yapacak. Bu açıklama bile aşılar arasında güvenilirlik açısından bir tespit olmadığını ortaya koyuyor. Peki, bu konuda Sağlık Bakanı bir açıklama yaptı mı? Neden sadece bir milyon Alman aşısı? Bu konuda da bir açıklama yok. Parası olan yaşayacak bu açıklamaya göre parası olmayan ise ölecek.
Aşıda bile ayrımcılık yapıldığını söylesek “terör” laflarıyla bize saldıracaklar. Aşıda da ayrımcılık yapıyorlar. Yoksula ayrı aşı zengine ayrı aşı. Virüs ayrım yapmıyor herkese bulaşıyor ama aşı yapmak konusunda açık bir ayrımcılık var.

Maske dağıtılırken olan rezaleti hepimiz yaşadık. Yüzlerine gözlerine bulaştırdıklarını gördük. Aşıda da durum böyle olursa vay halimize. Aşı çok daha önemli ve mutlaka çözülmesi gereken bir problem alanı olarak ortada duruyor. Bir de aşıya niye güvenelim? Bu konuda tatmin edici bilimsel verileri var mı? Bir netlik söz konusu değil. Ölüm sayılarını saptıran iktidarın aşıyla ilgili sözlerine yurttaş neden güvensin? Güvenmesi için tek bir sebep söyleyemiyorlar. Bizim bu konudaki talebimiz net. Herkese ücretsiz nitelikli aşı yapılmak zorunludur. Bu sosyal devlet olma ilkesinin temelidir. İnsanların yaşam hakkı sağlık hakkı güvence altında değilse o ülkede hiç kimse bir hakkının güvende olduğunu iddia etmesin.

“ASGARİ ÜCRETİN NET 4 BİN OLMASI GÖRÜŞÜNÜ SAVUNUYORUZ”

Asgari ücretle ilgili ilk toplantı 4 Aralık’ta yapıldı. İlgili bakan, “İşçi ve işveren arasında ücretle ilgili bir mutabakat sağlanacak” dedi. Fakat bu mutabakat kuvvetle muhtemel işveren sendikasının talep ettiği miktar olacak, bunu geçmişten de biliyoruz. Biz HDP olarak asgari ücretin net 4 bin TL olması gerektiği görüşünü savunuyoruz. 4 bin liranın da geçim sıkıntısını ortadan kaldıramayacağını, bir enkaz yaratan iktidara bazı verilerle Bilal’e anlatır gibi tane tane anlatmak istiyorum. Normal şartlarda asgari ücret bir ülkede istihdamın en fazla yüzde 5’ne uygulanır. Ne demek bu? Yani bir ücret tarifesi vardır. İstihdam edilenlerin yüzde 95’i o tarifeyi alabilecekken asgari bir rakam olan yüzde 5 asgari ücretle geçinmek zorunda kalıyor, bizde durum ne? Bizde bu rakam Türkiye istihdamının yüzde 40’na yakını asgari ücretle geçiniyor. Yüzde 40 ile yüzde 5 arasında uçurum olduğunu söylememe gerek yok. 10 milyon asgari ücretle çalışan kişi var. Yine TÜİK verilerine göre 10 milyon da kayıt dışı çalışan var, toplam 20 milyondan fazla emekçi 2324 TL ve altında ücretle çalışıyor. Bu bir utanç tablosudur. Bu bir felaket tablosudur. 20 milyon insanın açlık sınırı altında yaşaması hakikaten utanması olanlara artık yüzlerini kimseye göstermemelerini gerektirir.

Artışı yaparken şunu göz ardı ediyorlar. Döviz kuru farkı, yapılan zamlar, alım gücünün nasıl etkilendiği; bütün bunları birlikte değerlendirmek gerekiyor. Döviz kuru artıyor, TL’nin değeri düşüyor. Ne oluyor? Alım gücü farkı yüzde 30’un üzerine çıkıyor. Yani yüzde 30 zam bile yapsalar ki 3022 lira yapıyor o da, 2011 alım gücüne ancak ulaşabiliyor.

Şimdi diğer verilere bakacak olursak Ocak 2019-Ekim 2020 döneminde TÜİK toplam enflasyon artışı yüzde 21.5, konutlarda elektrik yüzde 39.7, doğalgaz yüzde 34.7 oranlarında artıyor. Elektrik ve doğalgazdaki zamlar asgari ücretin yüzde 15’inin üzerinde gerçekleşiyor. Bu zamlarla asgari ücretin yüzde 20’sine yakını elektrik ve doğal zammına harcıyor. Bir cebine koyuyor diğer cebinden zamlarla alıyor. Bir zam yapılmış olmuyor aslında.

Asgari ücret görüşmeleri devam ederken Cumhurbaşkanı’nın 88 bin TL maaş aldığını bir an aklımızdan çıkarmayalım

21. yüzyılda kölelik rejimi olarak adlandırılan ülke biliyorsunuz Çin. Asgari ücret bazı eyaletlerde Türkiye’den yüksek durumda. Mesela 3 Aralık 2020’de aylık 256 euro iken Şangay’da 313 euro. Pekin’de 279 Euro. Kölelik düzeni var burada. Kölelik düzeni devam ettiriliyor. 21 yy kölelik rejimi olarak adlandırılan Çin’den daha kötü koşulları dayatan bir AKP iktidarı ve Türkiyesi var. Bu nedenle buna utanç ve felaket tablosu diyoruz. Talebimiz gerçekleşir ve asgari ücret 4 bin TL olursa enflasyona, zamlara tam olarak çözüm olacak mı? En azından asgari düzeyde bir standart yaratılmış olacak. Cumhurbaşkanı’nın 88 bin TL maaş aldığını bir an aklımızdan çıkarmayalım. İstişare kurulu üyelerinin, danışmanlarının çoklu maaş sistemi olduğunu da biliyoruz. Borsa İstanbul Yönetim Kurulu üyelerinin kendilerine 18-24 bin tl huzur hakkı bağladığı bir düzende kimse emekçilere yaşamlarını sürdürebilme pazarlığını yapamaz, yapmamalıdır, yapmasınlar diyoruz. Ayrıca emekçilerin hakkını emekçilere bir lütuf olarak sunmaktan vazgeçsinler. Bu bir lütuf değil alın teridir, emeğin bir hakkıdır. Erdoğan’ın bir sözünü hatırlatmak istiyorum.

Sürekli övünüyor ya “Biz 2002’de iktidara geldiğimizde asgari ücret 184 liraydı”. O zaman 184 liraya 8 çeyrek altın alınıyormuş. Şimdi asgari ücretle 4 çeyrek altın alınabiliyor. Övündüğü tablo bu. Vatandaş kirasını öderse aç kalacak, 3 öğün yemek yerse bu sefer evsiz kalacak. Ya aç kalacak ya evsiz kalacak. Kölelik düzeni dediğimiz tam da budur. Açlıkla toplumu terbiye etme, teslim alma politikasıdır bu. Zamlar ve enflasyon ile bu zamlar eriyor, yok oluyor, artırımın hükmü kalmıyor, en fazla 3 ay kalıyor. Bu ülkede asgari hukuk, adalet, demokrasi şartı ve insanları hakları yok, asgari ücret de yok. Aslında bunların hepsi birbiriyle bağlantılıdır.