HDP’li Sancar’dan Gara açıklaması: Bu bir katliamdır, ihtiyacımız olan şey hakikattir

Yayın tarihi: 16 Şubat 2021 Salı 1:04 pm - Güncelleme: 16 Şubat 2021 Salı 6:11 pm

Partisinin grup toplantısında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Gare’deki 13 şehitle ilgili, “ayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyoruz. Bu bir katliamdır, uluslararası insancıl hukukun ağır ve vahim ihlalidir. İhtiyacımız olan şey hakikattir. Ölümlerin nasıl meydana geldiğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkarmaktır. Bu bir infaz mıdır, yoksa ölümler bombardımanların sonucu olarak mı gerçekleşmiştir? Şunu peşinen söyleyeyim, ölümler nasıl gerçekleşmiş olursa olsun bu durumu kabul etmek kesinlikle mümkün değildir, biz bunu açıkça kınıyoruz. Kınamak yetmez, hakikati ortaya çıkarmalıyız” dedi.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar partisinin grup toplantısında konuştu.

Sancar’ın konuşmasından satır başları şöyle:

“BU BİR KATLİAMDIR”

Yine ölümleri konuşuyoruz, kanla kalkıyoruz güne, yine acılarla iç içe yaşıyoruz. Maalesef Kürt sorununda demokratik çözüm ve barış sağlanamadığı için yine ölümleri konuşmak zorunda kalıyoruz. Gara operasyonundan söz ediyorum. Milli Savunma Bakanı Akar, günler önce başlayan operasyona ilişkin bilançoyu açıklarken 13 Türkiye vatandaşının naaşına ulaşıldığını söylemişti. Açıklamada, katledilen insanlarla ilgili bilgiler de vardı, çelişkiler de. Daha sonra Malatya’ya getiriliyor cenazeler ve kimlikleri valilik tarafından açıklanıyor. Bu 13 kişinin daha önce belirli aralıklarla PKK’nın alıkoyduğu askerler ve istihbarat görevlileri olduğu ortaya çıktı. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyoruz. Bu bir katliamdır, uluslararası insancıl hukukun ağır ve vahim ihlalidir. İhtiyacımız olan şey hakikattir. Ölümlerin nasıl meydana geldiğini şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkarmaktır. Bu bir infaz mıdır, yoksa ölümler bombardımanların sonucu olarak mı gerçekleşmiştir? Şunu peşinen söyleyeyim, ölümler nasıl gerçekleşmiş olursa olsun bu durumu kabul etmek kesinlikle mümkün değildir, biz bunu açıkça kınıyoruz. Kınamak yetmez, hakikati ortaya çıkarmalıyız. Ortaya çıkaramazsak ne adaleti ne barışı sağlayabiliriz. Hakikatin ve sorumluların tereddüde yer bırakmayacak şekilde ortaya konması lazım.

Neden hakikati istiyoruz? Bakanların ve hükümetin dediklerine kayıtsız şartsız itirazsız inanmamız beklenemez. Yakın tarihimize bakalım, 40 yıllık tarihe bakalım, sadece 2-3 örnek vermem yeterli olur. Bu örnekleri de özellikle mahkeme kararlarına geçenlerden seçtim, ayrıca bütün çıplaklığıyla bir gerçek olarak ortada duran örnekler… Bunlardan biri, Kuşkonar ve Koçağlı katliamıdır. 1994’te gerçekleşmiştir. Savaş uçakları tarafından bombalanan köylerde 38 kişi hayatını kaybetmiştir. O zamanlar hükümetin ve bakanların neler söylediklerini hatırlatmayacağım. Bugünden dönüp bakınca acı bir trajedinin sorunsuz ve yüzsüz ifadeleriyle karşılaştığımızı açıkça görebiliriz. Bunu AYM de söylüyor. AYM yakın zamanda bu olayla ilgili karar verdi ve devleti sorumlu tuttu. Yani bu katliam gerçekleştiğinde hükümetin ve bakanların söylediklerinin gerçeği yansıtmadığı AYM kararıyla sabit oldu.

Bir başka katliam var. Güçlükonak katliamı… 1996’da 11 köylü bir minibüsün içinde kurşunlanıp yakıldı. Olayın ardından sorumluların neler söylediğini görmek isteyenler o zamanki tabloyu görecekler araştırma yapıp. Hakikatin peşinde olanlar, hakikat mücadelesinden vazgeçmediler. Bütün imkanları kullandılar ve AİHM’ye kadar götürdüler. AİHM de Türkiye’yi mahkum etti, yani o zaman hükümetin ve sorumluların söylediğinin gerçeği yansıtmadığını ortaya koydu. Bir acı olay da Roboski katliama. Hükümetin, yetkililerin neler söylediğini hatırlamak için kendimizi zorlamaya gerek yok. O insanlar savaş uçaklarından atılan bombalarla katledildi.

“HDP’NİN TAVRI NETTİR”

Bu gibi durumlarda, demokratik bir ülkeyseniz hükümetin açıklamalarına kuşkuyla yaklaşma mecburiyetiniz var. Toplumların ve insanların hakikati bilme hakkı önemlidir. Bu hakikat ortaya çıkarılmadıkça Türkiye’de bundan sonra yeni kırılmalar peşinde koşacak bir iktidarla karşı karşıya olduğumuzu söyleyeyim. Hakikatin peşine düşmezsek bunun üstüne başka operasyonlar bindireceklerdir. Hakikat ne olursa olsun, ölümler nasıl gerçekleşmiş olursa olsun HDP’nin tavrı nettir, böyle bir katliamı kabul etmek söz konusu olamaz, açıkça kınıyoruz ama hakikatin peşinde olmaya da devam edeceğiz.

“OTOPSİ RAPORLARI PAYLAŞILMALI”

Hakikatin nasıl ortaya çıkacağına dair yöntemler de bellidir. İç hukukta da yer alıyor bu hususlar. Ama iç hukukta yeterli kalmıyorsa bu usuller, uluslararası hukuk daha güvenilir ve etkili yollar öneriyor. Bağımsız bir soruşturma komisyonu oluşturulabilir. Türkiye’de adli makamların ve iktidarın bütün olguları yaşanan her şeyi kamuoyuna sunma yükümlülüğü var, siyasal bir sorumluluktur, ahlaki bir görevdir. Bakalım bugün Meclis’te sunum yapacak olan bakanlar bu verileri paylaşabilecekler mi? Öte yandan hayatını kaybedenlerin ölüm sebeplerini ve şekillerini ortaya çıkarmanın en etkili yollarından biri de otopsi raporlarının ayrıntılı bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmasıdır. Otopsinin usulüne göre yapılması elbette şarttır. Uluslararası kurallar ve standartlar mevcuttur. Bu soruşturmalardan objektif sonuç çıkması konusunda herkesin haklı şüpheleri vardır. Güvenilir, bağımsız, tarafsız mekanizmaların işletilmesi gerekiyor.

“İKTİDARIN ÇOK AÇIK VE AĞIR BİR SORUMLULUĞU VARDIR”

İktidarın sorumluluğu elbette burada bitmez, iktidarın çok açık ve ağır bir siyasi sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk en az iki alanda söz konusudur. Bu iki alanda sorumluluk açık ve mutlak olarak iktidardadır. Birincisi, operasyonun yapılma şeklidir, ikincisi, operasyon dışındaki seçeneklerin değerlendirilmemiş olmasıdır. Operasyonun amacı neydi? Başlarken kamuoyuna bilgi verilemedi. Cumhurbaşkanının dünkü konuşmasından anlıyoruz ki amaç, alıkonulan görevlilerin kurtarılması olarak belirlenmiş. Dünden beri vicdanlı yazarların, uzmanların, siyasetçilerin arka arkaya sıraladığı sorular vardır. Farklı soru önergelerinden ve açıklamalarından derleyebileceğimiz uzun bir liste vardır. Ben bunları tek bir soruda toplayabileceğimizi düşünüyorum. Eğer amaç gerçekten alıkonulmuş ve bugün rahmete gitmiş bu görevlilerin kurtarılmasıysa operasyon bu şekilde mi yapılmalıydı? 41-42 savaş uçağı günlerce bomba yağdırıyor, bu ortamda bu şartlarda bu insanların kurtarılması mümkün müydü? Nitekim operasyonun başarısız olduğunu, kendi hedefi doğrultusunda, Cumhurbaşkanı açıkça söylüyor. Peki bunun sorumluluğu yok mu? Bu soru haklı bir soru, meşru bir soru değil midir?

“SAĞ KURTARMAK İÇİN YOLLAR VARDI”

13 insanın aileleri aylar ve yıllardır sevdiklerine kavuşmak için her yolu denediler. Mektuplar yazdılar ailelerine, devlet yetkililerine… Bu insanları sağ kurtarmak için başka yollar vardı arkadaşlar. Hem de çok daha basit yollar… Amaç, insan hayatını kurtarmaksa bu yollar daha önce denenmiş ve bu çerçevede başarılı olmuş yöntemlerdi, bunlara başvurulabilirdi. Çeşitli kuruluşlarının, insan hakları örgütlerin, siyasi kişilerin ve partilerin, bundan önceki yıllarda yaptıkları girişimlerden ve ulaştıkları başarılı sonuçlardan söz ediyorum. Başarının tek ölçütü vardır. O insanların sağ salim ailelerine kavuşmalarını sağlamak. Bu yoksa, operasyonun icrasında görevli bütün yetkililer, siyaseten açık bir şekilde sorumludurlar. Bu sorumluluğun gereğini yerine getirmek zorundadır. Topluma ve halka bu sorumluluk çerçevesinde hesap vermek zorundadırlar. Hiçbir mercii, bu sorumluluktan kaçmayı haklı gösterecek yollara başvurma hakkına sahip olamaz. Bunu ne ailelerin acısı kaldırırı ne toplumun vicdanı kaldırır, ne de Allah katında bunun bir yeri vardır. Bu sorumluluk heap vermeyi gerektirir.

Bundan önce bu tür durumlarda neler yapıldı? İnsan Hakları Derneği Diyarbakır Şubesi, 1990-2012 yılları arasını kapsayan PKK’nın alıkoyduğu kişiler raporu hazırladı. 22 yıl içerisinde 335 kişinin alıkonduğunu tespit etti. 335 insanın hayatı… Sadece onların hayatı değil söz konusu olan, bu ülkede toplum olma açısından ihtiyaç duyduğumuzu hayata saygı ve vicdanlı duruşun da bir teyitidir. Sorumluluk hisseden kuruluşlar, insanlar yıllar içinde bu girişimlere devam ettiler.

“İKTİDAR ADIM ATSAYDI SERBEST KALACAKLARDI”

Çocuklarının serbest bırakılması için uğraşan aileler, 2015-19’da partimizi 4 kez ziyaret ettiler. O zaman grup başkanvekillerimizle ve diğer yetkili arkadaşlarımızla yaptıkları görüşmelerde çocuklarının serbest kalması için destek istediler. Her seferinde arkadaşlarımız üzerine düşenleri yapmaya hazır olduklarını dile getirdiler. Her seferinde son düğüme kadar gelinip çözülemedi. Neydi o son düğüm? İktidarın adım atmasıydı. Beklenen buydu. Bu 13 insanın mektuplarına baksınlar. İktidar burada bir adım atacaktı ve bu insanlar serbest kalacaklardı. Bu adım atılmadı.

GERGERLİOĞLU VE KAYA’YA TEHDİT

Bunun dışında bizler genel kurulda konuşmalar yaptık. Bu insanların serbest kalması için Meclis kürsüsünden bütün partilere seslendiler. Basın toplantısı yaptı arkadaşlarımız. Ayrıca burada sürekli çabalayan arkadaşlarımız da var, milletvekili olmadan önce de insan hakları mücadelesi içinde yer alan sevgili Ömer Faruk Gergerlioğlu her daim bu ailelerle birlikteydi. Şimdi iktidar medyası onu hedef gösteriyor. Sevgili Hüda Kaya aynı şekilde bu çabaların içinde oldu. Bu iki arkadaşımı özel olarak burada anmak istedim. Çünkü özel olarak bu iki arkadaşımıza yoğun saldırı içindeler. Saldırdıkları şey, ölüme karşı hayat mücadelesinin savunulmasıdır.

“ADIM ATMAYAN İKTİDARIN KENDİSİDİR”

Soru önergeleri verdik, bu insanların serbest bırakılma yollarının Meclis’te bulunmasını istedik. Ama karşımıza hep o son düğüm çıktı. O son düğüm hayata atılmış bir düğümdü. O düğümü atan, bu insanların sağ salim eve dönmelerini engelleyen, eve dönmelerini sağlayacak adımı atmayan iktidarın kendisidir. Bu sorumluluğu kimse örtemez. 2013’te çözüm sürecinde daha önce alıkonmuş Kenan Erenoğlu vardı, 6 asker ve 1 polis memuruyla birlikte, partimizin girişimleri sonucu serbest bırakılmıştı. 2015’ten sonra bu girişimler sonuç alamaz oldu. İktidar, mutlak savaş politikasını, kutuplaştırıcı politikaları sonuna kadar savunduğu için bu yönde adım atmadı.

Geriye dönüp bakılırsa, adının anılması gereken özel şahsiyetler de görürüz. Dönemin Refah Partisi Milletvekili Fethullah Erbaş. O zaman şimdiki Cumhurbaşkanı ile aynı partide yer alıyordu. Dağlara çıktı, aylarca uğraştı, hayatını riske attı. Linçlere maruz kaldı ama vazgeçmedi. Gitti ve alıkonmuş kişileri bizzat teslim alıp getirdi. Bu kadar basit. Başka zamanlarda başka ülkeler tarafından ve Türkiye tarafından da geçmişte ve başka durumlar için uygulanmış bu basit yöntem neden şimdi uygulanmıyor? Elimizden geleni yaptık diyor iktidar yetkilileri, ne yaptınız? Bunu