Hamza Yalçın, Odak Dergisi'nde "Sosyalist solda Türkofobi" başlıklı bir yazı yazdı.

Sosyalist solda Türkofobi

Türkiye devrimci hareketinin liderlerinden Mihri Belli bir çok insanıyla dost olduğum bir sosyalist örgüt hakkında konuşurken “Türk düşmanları bir araya gelmiş, örgüt kurmuşlar” diye şaka ediyordu. Mihri Belli, şakanın altındaki gerçeği sevecen şekilde ve gülerek ifade ediyordu. Sosyalist solda Türkofobi o yıllarda (1980’li yılların sonları) bugünkü gibi etkili değildi. Bugün Türkiye solunda Dev Yol ve Dev Sol geleneği bile rahatlıkla şovenist ilan edilebilmektedir. Sadece anti-emperyalizm ifadesinden bile “şovenizmin keskin kokusu”nu alan çoktur.

Kurtuluş Savaşı’nı emperyalizme karşı mücadele yerine soykırımlar ve katliamlar manzumesi mi görüyorsunuz? “Kahrolsun İstibdad Yaşasın Hürriyet!” ifadesi sizde de hemen Ermeni katliamını çağrıştırıyor mu? Siz de ABD emperyalizminin Ortadoğu’da işlediği suçlara dikkat çekilmesinin altında hemen  ezen ulus şovenizmi keşfediyor musunuz? Türk kimliği size Nazımlar, Denizler ve Mahirler yerine vatan haini Bahçelileri, Çakıcıları mi hatırlatıyor? Türkofobi ifadesini, sorulara olumlu yanıt veren Türkiyeli sosyalistler için kullanıyorum. İsterseniz “Türk düşmanlığı” ya da “Türk alerjisi” de diyebilirseniz.

1980’den bu yana Türkiye solunda bambaşka bir algılama, düşünme, davranma kalıbı ve refleksi gelişti. Türk kimliği aynen egemen güçlerin istedikleri şekilde algılanıyor. 40 yıldır Türkiye solu kendi kendisini Türk halkından tecrit ediyor. Solda Türk kimliğine alerji, Türkiye tarihinin ilerici birikimine ve Türk kimliği taşıyan insanlara sevgi ve yakınlık duymamaya, hatta antipati duymaya; sonuçta halkın faşizmin etkisine terk edilmesine ve Türkiye’de milliyetçi kutuplaşmaya yol açıyor. Türkofobi Türkiye solundan ayaklarını yere basmaya çalışan devrimcilere karşı kuşku ve güvensizlik yaratılmasına, onların tecrit edilmesine ve Türkiye solunun tasfiyesine çıkmaktadır.

 ABD emperyalizmi 1971 sonrasında ve özellikle son on yıllarda Türkiye solunun kimyasını bozdu. Türkiye solunda Türkofobi bu sürecin ürünüdür. 1960’lı ve 70’li yıllarda yurtseverlik devrimciliğin altyapısıydı. Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan yurtsever devrimci gençliğin sembolleri oldular. Başta Kürtler ve Türkiye halkları olmak üzere  tüm dünya halklarına dost-kardeş, emperyalizme düşman devrimci bir Türk kimliği geliştirilmekteydi. Emperyalizm ve işbirlikçilerinin yoğun çabalarıyla bu sürecin 1980 sonrasında tersine çevrildiğini görüyoruz. Bu da Türkiye’nin ve bölgenin çok kötü duruma getirilmesine yol açtı. Düşünmemiz ve tavır almamız gerekiyor.

Türkofobi’nin saf dışı ettiği isim

1960’lı yıllarda yurtseverlikle sosyalizm arasında güçlü bağ kurulması sayesinde yaşanan devrimci yükselişin en etkili ismi Mihri Belli, solda geliştirilen Türkofobi’nin ilk önemli kurbanıdır. O dönemde Türkiye’de bir tek enternasyonalist varsa o da Mihri Belli olabilirdi. Türkofobi Mihri Belli’yi sosyal-şoven olarak damgaladı.

Mihri Belli Marksist harekete ABD’de katıldı. Oraya yüksek lisans öğrencisi olarak gitmişti. Bugün sosyalist geçinen Türklerin önemli bir kısmı gittikleri Batılı ülkelerin genellikle seçkin insanlarıyla ilişki kurmaya çalışır. Ağır ceza yargıcı ve milletvekili oğlu olan ve yabancı diller bilen Mihri Belli ise ABD’de toplumdan tecrit durumdaki Komünist Parti ile ilişki kurdu ve ülkenin en alttakileri siyah tarım işçileri arasında politik çalışmaya girişti. Mihri Belli sosyalizme ilk adımını böyle attı. 1930’ların sonunda yüksek lisans tezini birincilikle tamamlamış ve ünİversitede kalması teklif edilmişti. O ise mücadeleye katılmak için Türkiye’ye döndü. O günlerde Türkiye’nin bütün devrimcilerini kapsayan tek örgüt durumundaki Türkiye Komünist Partisi’ne katıldı; gençlik örgütünün kuruluşuna öncülük etti ve aktif çalışmaları dolayısıyla MK üyeliğine geldi. Sonra Yunan halkının saflarında gerilla eri yani sıra neferi olarak iç savaşa katıldı. Ağır yaralandığında cepheye dönmek için nasıl mücadele ettiği İnsanlar Tanıdım adlı kitabında anlatılır. (1) Sonra Türkiye’ye döndü ve mücadelede yerini aldı. İşkencede direnişi ve hapisliği devrimciler için gurur vericidir. Legal basında Kürt gerçeğini dile getiren ilk devrimci lider oldu. 1960’lı yıllarda militan bir solun temellerinin atılmasında baş rolü oynadı. 1971 darbesi sonrası Filistin’e gitti ve cuntaya karşı direniş için çalıştı. Yasala çıktıktan sonra kurulmasına liderlik ettiği Türkiye Emekçi Partisi, TEP, Kürt gerçekliğini sahiplenmesi nedeniyle kurulur kurulmaz (1975) yasal engele takıldı ve 1979 yılında kapatıldı. Mihri Belli daha sonra Kürt hareketiyle birlikte Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi’nin kuruluşuna (1982) katıldı. Ölünceye kadar Kürt hareketiyle çok yakın ilişkide oldu. İşte bu insanı sosyal-şoven ilan edebildiler. Çünkü o devrimci ve enternasyonalist bir Türk kimliği yaratarak bütün milliyetlerden Türkiye halklarının devrimcileşmesine büyük katkıda bulunuyordu. ABD ve işbirlikçileri onu tehlike görüyordu.

Ömrü boyunca tercihini daima devrimci mücadeleden yana yapmış ve sistemin sunduğu şahsi olanaklara tenezzül etmemiş olan Mihri Belli gibi bir enternasyonalist devrimcinin bile adını şoveniste çıkararak onu, en etkili olacağı döneminde, sosyalist harekette itibarsızlaştırarak yalnızlaştırdılar. Sosyalist hareketin en sağlam unsurlarından Mihri Belli ve Hikmet Kıvılcımlı cuntacı ve milliyetçi ilan edildiler. (2)

Mihri Belli 1970’li yıllarda sistem tarafından nasıl saf dışı edildiğini biliyordu ve bunu sık sık yazdı. Bu konudaki anlatımlarından birinde 1969 yılında temasta olduğu bir şahsın MİT tarafından alınıp kendisine mesaj yollanmasını konu eder. MİT’ten bir albay ilgili kişiye “Söyle ona, bu memlekette Türk yurtseverliğini teke­line alarak biz adama komünist rejim kurdurmayız”. demiştir. Mihri Belli bu mesaj üzerine “Anlamış kerata meseleyi.” diye yorum yapar.

Mihri Belli yurtseverliğin enternasyonalizme ve sosyalizme nasıl açık olduğunu güçlü bir şekilde kavramıştı. O, devrimci-demokratik Türk milliyetçiliğinin Kürt halkının ulusal demokratik haklarını tanımaya, Kürt halkıyla omuz omuza mücadele etmeye açık olduğunu görmüştü. 

Devrimci gençler tarafından arabası yakılan ABD Eski Büyükelçisi Kommer’in tanınmış gazeteci Mete Akyol ile 1969 yılında yapılan söyleşisinde, Mihri Belli hakkındaki ifadeleri ABD emperyalizminin Mihri Belli’ye bakışını göstermektedir. Kommer, gençliğin eylemlerinin gelip geçici olduğunu ifade ederken Türkiye’deki politik kişilikler arasında sadece İnönü ile Mihri Belli’yi önemli gördüğünü söylüyor. Mihri Belli için “Ona çok dikkat etmelisiniz” diye de ekliyordu.

Emperyalizme bağımlı ülkelerde devrimci hareketler, emperyalizmin işbirlikçilerine karşı yurtseverlik bayrağını dalgalandırarak halkın en ileri ve sağlam güçlerinin öncülüğünü elde ettiler. Mihri Belli de Türk yurtseverliğinin devrimci ve enternasyonalist temelde yeniden kurulmasına öncülük etti. Bu süreçte gençlik devrimci harekete aktı; Denizler, Mahirler, İbrahimler yetişti.

Türkiye devrimci hareketi ve yurtseverlik 

Marksizm işçi sınıfının halkın önderliğini ele geçirmesi ve ulusu devrimci temelde yeniden kurması üzerinde durur. Emperyalizme bağımlı ülkelerdeki devrimci hareketler ulusal demokratİk güçlerin öncülüğünü yaparak gelişme stratejisi izlemeye önem verdiler. Bu çizgiyi izleyen Türkiye solu da tarihi boyunca yurtseverliğin en tutarlı savunucusu oldu ve Türkiye’nin ilerici güçleriyle kuvvetli bağlar kurabildi. Mustafa Suphi, Şefik Hüsnü, Reşat Fuat, Hikmet Kıvılcımlı, Nazım Hikmet, Mihri Belli, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gibi devrimcilerin duygu, düşünce ve eylemleri yurtseverlik üzerinde yükselmiştir.

Türkiye solu 1980’li yıllara kadar halk kimliğinin oluşturulmasında aktif davranmaya çalıştı. Bu amaçla Türklerin tarihi, Kurtuluş Savaşı, Alevilik ve İslamiyet; anti emperyalist, yurtsever ve enternasyonalist bir anlayışla yorumlandı. Nazım Hikmet’in “Kurtuluş Savaşı Destanı”, “Şeyh Bedreddin Destanı” gibi şiirleri bu konuda örnektir. Sosyalist hareketin etkili isimlerinden Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belli yazılarında halkın manevi dünyası ile sosyalizm arasında bağ kurmaya çalıştı. TİP liderleri de bu çizgideydiler. Türkiye’nin emperyalizme bağımlı ve sömürülen bir ülke olduğu gerçeğinin devrimci bilinçlerde yerleşmesine çok önem verildi. Bu tutum 1960’lı yıllarda çok büyük başarı kazandı ve anti-emperyalist bir gençlik hareketi oluştu. 68 gençlik hareketi burjuvaziyi gayrı milli güç ilan etti. Mahir Çayan burjuvazinin emperyalizm çağında vatan millet bayrağını geminin bordosundan denize attığını yazar. Devrimciler bu dönemde Anadolu halklarının, dünya halklarının kardeşliğini esas alan anti-emperyalist, enternasyonalist ve direnişçi bir Türk halk kimliği yarattılar. Aynı süreç devrimci bir Kürt halk kimliğinin oluşmasıyla elele yürüdü. Deniz Gezmiş, Mahir Çayan bu halk kimliğinin sembolleri oldular.

Ulusun önderi olarak işçi sınıfını gören bu kimlik tekelci sermayeyi; askeri, polisi ve bürokrasisiyle devlet cihazını gayrı milli görüyordu. Yani devlete “Türk devleti”, orduya “Türk ordusu” bile demiyordu. Mahir Çayan yazılarında orduyu, polisi ve bürokrasiyi oligarşinin baskı aracı, oligarşiyi de emperyalizmin işbirlikçisi görür. Devrimcilerin yaratılmasına öncülük ettiği halk kimliği Kürdü, Türkü, Ermenisi, Rum’u, Arabı, Müslümanı Hristiyanı, Alevisi, Sünnisi, inananı inanmayanı ile  Anadolu halklarını kardeş görüyor ezilen halkların ulusal demokratik haklarını ve inanç özgürlüğünü savunuyordu. Denizler 1972 yılında idama giderken Türk ve Kürt halklarının kardeşliğini dile getirdiler. (3)

İşbirlikçi burjuvazi ve iktidar ortakları tarihleri boyunca ulusal demokratik yani yurtsever güçleri tasfiye etmeye çalıştılar. İktidar partisi CHP bu tasfiyenin yürütülmesinde büyük rol oynadı. Ancak CHP’nin sağ kanadı kopup Demokrat Parti’yi kurduktan sonra 1950 yılında iktidara gelince CHP kendisini savunmak maksadıyla yurtsever güçleri desteklemeye başladı. 1950’li yıllarda DP iktidarına karşı mücadele özgün bir devrimci-demokratİk bir birikim yaratmaya başladı. Egemen güçler arasındaki bölünme sonucunda 1960 askeri darbesi sonrasında oluşan ortam sol hareketin hızla yükselmesine yol açacaktı.

Devlet ezilen ulus aydınlarındaki Türk düşmanlığıyla oynayarak Türk yurtseverliğini şovenizmle bir göstermeye başladı. Bu yaklaşım, ürünlerini esas olarak AKP iktidarı döneminde verecekti. Bu dönemde aydınlanma düşmanı dinci gericilik ile sol liberalizm ve ezilen ulus milliyetçiliğinin İttifakı sonucunda el ele vererek Kurtuluş Savaşı’nı bile faşizmle bir tutulacağı bir siyasal ortam yaratıldı. Söz konusu liberal aydınlar DP-ANAP-AKP çizgisiyle hep özel yakınlık içinde olagelmiştir. Özellikle örgütsüz Türkiye solu ve yeni kuşaklar bu havadan çok etkilendi.

12 Mart 1971 faşist askeri darbesi Türkiye solunu kendi halkından koparmayı başaramamıştı. Milliyetçi isimle sivil faşist güçler eğitilip devreye sokuldu. Bu, ABD emperyalizminin kontr-gerilla taktiğiydi. 1970’li yılların ikinci yarısında 5 bini aşkın insanın öldüğü 20 bin kişinin yaralandığı kıyasıya bir mücadele yaşandı. 12 Eylül darbesi halkın ümitsizliğe düşmesini bekleyerek işbaşına geldi. Darbe Amerikan emperyalizminin planları doğrultusunda iş başına gelmiş olmasına rağmen devrimcileri vatan haini ilan edecekti. 12 Eylül askeri rejimi kendisine destek edinmek için Türk kimliğini Kürt ve Ermeni düşmanı bir anlayışla alabildiğine kirletti. Cunta Türkiye solunu yasaklarken sol adına Ahmet Altan, Murat Belge gibi liberallerin önü açılmıştı. Özal’ın Başbakan olduğu döneminde bu çizgideki sol liberallerin desteklenmesi sürdü. Bu sol liberal çizgi anti-emperyalizm ve devrimcilikle faşizm arasında paralellikler kurmaya yatkındı. Türkiye’nin emperyalizme bağımlı ve sömürülen bir ülke olduğu gerçeği karartılmaya çalışıldı. Sol liberalizm Kürt halkının haklarını savunuyor görünerek onunla ve dinsel özgürlüklerin savunucusu geçinerek dincilikle bağ kurmaya çalışıyordu. (4)  

Devrimci güçler 12 Eylül sonrasında yurtseverlik davasına eskisi gibi sahip çıkamadılar. Dünyada milli kimliğin öne çıktığı son 40 yıldır Türk kimliği emperyalizm ve yerli işbirlikçilerin yoğun operasyonuyla karşılaştı. Onlar ulusal kimliğe kendi sınıfsal damgalarını vurdular. Baskıcı iktidarlara boyun eğen, anti komünist; Ermeni, Rum, Kürt ve Süryani gibi ülkemiz halklarına ve komşu halklara düşman, din istismarcısı, emperyalist Batı’nın hayranı, hırsız ve demokrasi düşmanı bir Türklük yaratarak onu geniş halk kesimlerine empoze ettiler. Türkiye solunun önemli bir kısmı egemen ulus şovenizminden uzak durma adına ezilen ulus milliyetçiliğine yaklaştı. Türkiye solu, emperyalizmin uşağı faşistler tarafından işgal edilmiş olan ülkenin gerçek sahibi olduğunu unuttu. Türkiye solunun önemli bir kısmı Türk halkının devrimci bir parçası olma iddiasını bir yana bırakarak havlu attı ve “Kemalizmden arınma” adı altında dünyaya ve ülkemize ezilen ulus milliyetçiliğinin penceresinden bakmaya başladı. Hatta çoğunlukla kraldan çok kralcı geçinerek devrimci geçmişe bağlı anti-emperyalist solu sosyal-şoven ilan etti. Türk halk kimliği bütünüyle ezen ulus kimliğine indirgendi. Hakim sınıfların istediği de zaten buydu. Türkiye solu kendi halkına sırt çevirmeye başladı. Önemli bir kısım yeni kuşak bu anlayışla yetişti. Türkiye solunun gururla sahiplendiği anti emperyalist Kurtuluş Savaşı bile tarihimizde utanç kaynağı durumuna getirildi. 

Türkiye soluna büyük haksızlık ediliyor

Emperyalizm ve onun yerli işbirlikçileri 1980’li yıllardan bu yana Türk kimliğini faşizmle ve gericilikle eşitleme doğrultusunda etkili oluyorlar. Türk kimliğine karşı tepkili olan ezilen ulus milliyetçileri bu konuda onlara yardımcı oluyor. Bir kısım sol Kemalizmden bağımsızlaşarak devrimcileştiğini düşünürken Türkofobi içine giriyorlar. Anti-emperyalist Türkiye solu özellikle Kürt sorununda sosyal-şoven olmakla, devlet yanlısı olmakla suçlanıyor. Kürt halkını ve ezilen milliyetlerin ulusal demokratik haklarını on yıllardır işçi sınıfını savunduğumuzdan bile çok savunduğumuz halde sosyal-şoven görülmekten kurtulamadık. 

Türkiye Marksist hareketi Kürt sorununda uzun süre iki arada bir derede kalmanın zorluğunu yaşadı. Devlet Kürt gerçeğine karşı aşırı baskı uygulamaktaydı. 1960’lı yıllarda Kemalist adı verilen ve Türkiye solu ile ittifak halindeki küçük-burjuva ilerici aydınlar Aleviliği kendilerine yakın görürken Kürt sorununda resmî görüşün daha çok etkisindeydiler. Türkiye solu hem Kürtlerin hakkını savunmak hem de ilerici aydınlar ve halk arasındaki şoven milliyetçi önyargılarla karşı karşıya gelmemek arasında zorlandılar. Ağır yasal baskılar da Kürtlerin ulusal haklarını savunmanın önündeki engellerden biriydi. Bir başka zorluk ise Kürt yurtseverliğinin uzun yıllar ilkel milliyetçiliğin ağır etkisi altında olmasıydı. İlkel milliyetçiliğin dinci ve gerici eğilimler taşıyor olması da Türkiye solunu tereddüde düşürüyordu. Kürt sorunu yaygın olarak 1960 sonrası devrimci yükseliş sürecinde gündeme geldi. Sosyalistler bu konuda öncü rol oynadılar. Kürt emekçileri ve gençliği de kendisini ağırlıkla Türkiye solunda ifade edecekti. 1970 sonrasında Kürt siyasal hareketi sosyalizm iddiasıyla gelişince Türkiye solunun tutumu hızla olumlu yönde değişecekti. (5)

Kürt siyasal hareketiyle Türkiye solu arasındaki mücadele biraz da örgütler arasındaki rekabet ve güç mücadelesiydi. Bu mücadelede Türkiye solunda bir süre yanlış tutumlar gelişti. Bizler Kürt siyasal hareketinin milliyetçi tutumunu ve sol içinde şiddet uygulama çizgisini eleştirirken diğer yandan 12 Eylül sonrası Türkiye solundaki tasfiyeciliğin Kürt siyasal hareketine karşı tahammülsüzlüğünü eleştiriyorduk. (6)

Türkiye solu 1980 darbesiyle dağıtılınca 1984 yılında silahlı mücadele başlatan Kürt siyasal hareketi hızla gelişti. Diyarbakır hapishanesinde yapılan faşist zulüm Kürt siyasal hareketinin gelişmesinde çok önemli rol oynayacaktı. 1980’li yıllarda sınıf mücadeleleri ve sosyalizm gerilediği halde Kürt siyasal hareketi gelişmesini sürdürdü. 1989-90 sonrasında reel-sosyalizmin yıkılması sosyalist harekete yeni bir darbe olurken Kürt siyasal hareketine yeni bir dinamizm sağladı. Ancak Kürt siyasal hareketi 1990 sonrası reel-sosyalizmin çökmesiyle birlikte  farklı bir zeminde gelişmeye başladı.

Kürt siyasal hareketinin gelişmesinde onun liderliğinin 12 Eylül sonrasındaki kararlı tutumu çok önemli rol oynadı. Ancak ezilen ulus sosyalizmi Türkiye devrimcileri ile Kürt halkı arasında güvensizlik yayarak gelişmiştir. Kemalist Cumhuriyet, 1925 sonrası süreçte Kürt gerçekliğini inkar etmiş, 1937 yılında da Dersim’de katliam yapmıştı. Kemalizme haklı bir tepki duyan Kürt solu bununla yetinmeyip Kürt halkının Türklere yakınlığını tehlike gördü. Kürt siyasal hareketi Kürt kimliğini Kemalizm eleştirisi adı altında Türkiye soluna karşı kötüleme kampanyası üzerinde kurdu. Türkiye solu şovenist gösterildi. Bu kampanya Türkiye solunda yer alan bütün Kürt kökenli sosyalistleri etkilemeyi amaçlıyordu. Türkiye solu zayıf düşünce, bu yaklaşım çok etkili oldu. Zayıf düşen Türkiye solu içindeki bir kesim Kürt hareketinin etkisine girerken Türkiye’ye Kürt hareketinin gözüyle bakmaya başladı. 

ABD emperyalizmi Sovyetler Birliği’nin çöküşünü fırsata dönüştürerek 1991 yılında Irak’a müdahale etti. Türkiye’ye Çekiç Güç adıyla bilinen askeri kuvvet yerleştirerek Kürtlerin hamiliği iddiasını hayata geçirmeye başladı ve Güney Kürdistan’da bir manda yönetimi kurdu. Bu süreç Kürt hareketini derinden etkileyecekti. Bugün benzeri bir durum Suriye’de yaşanıyor.

Şovenist gösterilen Türkiye solu Kürt halkının ulusal demokratik bilincini aktif olarak destekledi. Türkiye solunun yükselişi Kürt halkının devrimcileşmesini sağladı. Kürt siyasal hareketinin yükselişi ise 1990 sonrası ne yazık ki farklı etki yarattı. Çünkü Kürt ulusal hareketi milliyetçi kutuplaşma hattı izledi. Kutuplaşma hattı Türklerin devletin safına itilmesine katkıda bulundu. Türkiye solu Kürt kimliğini meşru görür, onun gericilikle ve İngiliz işbirlikçiliğiyle bir tutulmasından uzak dururken Kürt ulusal hareketi Türk kimliğini faşistlerle eşitledi. Kürt siyasal hareketinin izinden giden bir kısım örgütler bu konuda kraldan daha kralcı tutumla Kurtuluş Savaşı’nı ezilen halkların katliamından ibaret görüyor. 

Türkofobi sosyalist solun bazı yapısal zaafları nedeniyle devrimci harekete çok zarar veriyor.

Türkiye solu manipülasyonların kolay hedefidir 

Sosyalist hareket güçlü bir devrimci eleştiricilik ve ortak etik geliştiremediği, ortak bir etik örgütlenme yaratamadığı ve sosyalist solda iletişim zayıf olduğu için, sol hareket içinde dolaşıma sokulan iftiralara kolaylıkla inanılmaktadır. Burjuvazi sol hareketin bu zaafını kullanarak Türkiye solu içindeki güven ilişkilerini sürekli zayıflatmış, sol hareket içindeki çatışmaları kışkırtmış, beğenmediği devrimcilere kolaylıkla zarar vermiştir.

Türkiye solu 1960’ların sonları ve 1970’li yılların başlarından itibaren devletin kolay operasyon alanıdır. Devrimci eleştiricilik zayıftır. Sol hareketin geneli daha reel-sosyalizmden bu yana adının kötüye çıkarılması tehdidine adeta boyun eğmeye koşullandırılmıştır. Mesela otoriteler Troçki faşisttir, demiş; Komünist hareket, Ortaçağ insanlarının Engizisyon’a boyun eğmesi gibi, onu faşist bellemiştir. Bugün dahi örgüt üyeleri ve taraftarlar örgütlerin söylediklerini ve yazdıklarını sorgulamaksızın kabul etmeye koşullandırılırlar. Diğer yandan ise her bir sol grup kendisi dışındaki sol örgütler ve sosyalistler aleyhine iddialara sorgulamaksızın inanmaya eğilimlidir. Sosyalist hareketin çevresindeki örgütsüzler ise örgütlü sol aleyhine atılan iftiraları sorgulamaksızın kabul etmeye eğilimlidir. Üstüne üstlük sol hareketin genelinde birbirine karşı saygısızlık ve sevgisizlik kültürü söz konusudur. Bu koşullarda bir kişiye sadece çamur atılması bile onun değersizleştirilmesi için çok zaman yeterli olmaktadır. Bu yüzden solda gerçek devrimciler sık sık itibarsızlaştırılır önleri kesilirken yüzüne bakılmayacak insanların muteber hale gelmelerinin önü açılır.

Yukarıda belirtildiği gibi Mihri Belli gibi bir insan devletin manipülasyonuyla solda aforoz edilerek etkisiz hale getirildi. Sol güçler ve özellikle ezilen ulus milliyetçiliği bu operasyonun aracı oldu. 1970’lerin başlarında Denizler idamla yargılanırken yurt dışından TKP adına yayın yapan “Bizim Radyo” onları hala emperyalizmin ajanları gösteriyordu. Sol örgütler birbirini “sosyal faşist”, “Maocu faşist” ilan ediyordu. Kürt ulusal hareketi kendisine engel gördüğü bütün solu “devletin ajanı”, “sosyal-şoven” ve “sömürgeciliğin uzantısı” ilan etmişti.  İşte bu şartlarda CIA destekli olduğu açıkça bilinen ve askeri cuntalarla işbirliği yapmış olan Gülen Cemaati bile Taraf adlı yayın organıyla sosyalist solu etkisi altına alabilmişti.

Türkofobi, özellikle AKP iktidarı döneminde sol liberallerle Kürt hareketi arasında kurulan ittifakla geliştirildi. Sonuçta 1950’li, 1960’lı hatta 70’li yıllarda ilerici bir anlam taşıyan milliyetçilik; Devlet Bahçeli’nin, Alaaddin Çakıcıların, faşist katillerin ve hatta Tayyip Erdoğan’ın ideolojisi durumuna getirildi. Solun önemli kısmı “Kürt düşmanı”, “darbeci” damgası yememek için laiklik davasını bile savunmaya çekindi ve AKP’nin ABD’nin planları doğrultusunda iktidara yerleşmesine seyirci kaldı.

Halk gerçekliğimize yüzümüzü dönmeliyiz

Ulus olgusu emperyalizm çağında bağımlı ve sömürülen ülkelerde güç kazanmış ve 1990 sonrası süreçte coğrafyamızda daha da önemli hale gelmişken Türkiye solu 1980 sonrası Türk halkının ulusal şekillenmesini egemen güçlere terk etti.  Onlar da Diyarbakır Cezaevi’ndeki zulümle başlayarak Suriye’de IŞİD ve El Kaide ile süren, Türklük adına alçağın alçağı bir ulusal kimlik yarattılar. Bir kısım Türkiye devrimcisi ve demokratı bu koşullarda Türklüğe baktığında sadece egemen güçlerin iğrenç dünyasını görüyor ve haklı olarak lanet okuyor.

Türklüğün alabildiğine aşağılandığı bu süreç emperyalizmin güdümünde gelişti. Türk halkının ulusal onuru Diyarbakır Cezaevi’nde Türklük adına yapılan zulümle, Ermeni-Türk kardeşliğinin sembolü Hrant Dink’in Türklük adına katledilmesiyle, Hendek savaşlarında binlerce Kürt evladının alçakça öldürülmesiyle, çocukların din adına istismar edilmesiyle, Türklerin Suriye’de ve Ortadoğu’da dünya gericiliğinin en rezil unsuru durumuna düşürülmesi ve Türkiye’nin dünyada dinci gericilik merkezi haline getirilmesiyle, dinci çetelerle elele Suriye’nin yakılıp yıkılması ve işgal edilmesiyle, vatanın yandaş şirketlere yağmalattırılmasıyla aşağılandı. AKP ve MHP başta olmak üzere Türklük adına çalıp, çırparak ve zulmederek Türklüğü aşağılıyorlar. Emperyalist güçler süreci Türkiye’nin daha beter duruma gelmesi yönünde teşvik ediyorlar.

AKP bugün Türkiye’yi ve bölgeyi bu hale getiriyorsa bu esas olarak Türk halkının kimsesiz olması nedeniyledir. Kürt siyasal hareketinin gelişmesi, süreci tersine çeviremiyor. Kürt siyasal hareketi ilerici bir güçtür ama milliyetçi körlük nedeniyle ulusal kutuplaşmadan da beslenen bir dinamiğe sahiptir. Kürt siyasal hareketinin yörüngesinde dönülerek sürecin tersine çevrilemeyeceği gerçeği sürekli kendisini açığa vuruyor. Emperyalizm Kürt sorununun çözümünü Irak’ın ve Suriye’nin mahvolmasına bağladı. Bu süreç Türkiye’yi de tehdit etmektedir. Kürt siyasal hareketi bu tehlikeye dikkat çekilmesini Kemalizm-şovenizm görüyor. (7) ABD Kürt halkına diğer halkların kahrolması pahasına bir gelecek sunuyor. Bu yol sadece bölge halkları için değil Kürt halkı için de çok risklidir.

Türkiye solu ise ancak, başta Türk-Kürt kardeşliği olmak üzere, enternasyonalizm yoluyla gelişebilir. Biz Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Arap her milliyetten Türkiye devrimcileri halklarımızın birbirini aşağıya iteceği değil yükselteceği yolu tutmalıyız. Bu yol Türkiye solunun Türkofobik etkiden  bağımsızlaşmasından ve cesur davranmasından geçiyor.

İlerici Türk ulusalcıları Kürt siyasal hareketine düşman olmamızı istiyor. Kürt siyasal hareketi ilerici Türk ulusalcılarına düşman olmamızı ve her şeyimizle onları izlememizi istiyor. Biz her iki kesimi de ittifakımız görüp bağımsız devrimci yolumuzda yürümeliyiz.

Türkiye solu kendi ilerici değerlerine sahip çıkmak için hiç değilse Kürt siyasal hareketinin ulusal kahraman gördüğü Şeyh Said’i anmasına bakmalı, halkın ilerici ve demokratik değerlerine korkmadan sahip çıkmalıdır. Kürtlerin ve Türkiye halklarının ulusal-demokratik hak ve özgürlüklerine saygılı, emperyalizme karşı mücadelede onlarla birlik halinde bir demokratİk halk kimliği yaratma mücadelesine devam etmelidir. Türk gerçekliğine sırt çevirmeyip ona yüzünü dönmelidir.

Türkiye solu ulusal bayrağa kırmızıyı görmüş boğa gözüyle bakarsa halktan kopar ve egemen güçler onunla çok rahat oynar. Bir ulusun kimliği egemen alçakların kimliğine indirgenmemelidir. Devrimcilik ve ilericilik, türkofobiklerin zannettikleri gibi sadece Türklerin dışımdaki halklara özgü bir  erdem değildir. Kaldı ki halkımız emperyalizme karşı ilk başarılı kurtuluş savaşını yapmış, dünyada devrimciliğin, ilericilerin başını çeken Sovyetler Birliği’nin en yakın müttefiki olmuş, bağrından 68 ve 78 devrimci kahramanlarını çıkarmış, 16 Haziran 1970’te ve 2013 Haziran direnişinde bayrağı faşizme karşı yükseltmiştir. 60 milyon insanı faşiste boyarsak karşı devrimcileri memnun ederiz.

Türkiye solu eğer anti-emperyalist bir devrimci yaklaşımla ulusun önderliğini ele geçirmeye önem vermezse bugünkü koşullarda Türklük adına çok kötü sonuçlar yaratacak bir süreç gelişecektir. Yurtsever duyarlılığı olan insanlara  bu bilinçle ve kendimize güvenerek gitmeliyiz. Onları faşizmin elinden kurtarabiliriz ve kurtarmalıyız. Türkiye’nin emperyalizm tarafından ezilen ve sömürülen bir ülke olduğu gerçeğini çeşitli boyutlarıyla anlamaları; ezilen milliyetlerin ve ezilen inançların demokratik özgürlüklerini savunmanın kendi özgürlüğümüzün temel koşulu olduğunu kavramaları için inançla ve ısrarla çalışmalıyız. Tarihimizdeki bütün ilerici ve direnişçi değerlere korkusuzca sahip çıkmalıyız. Barış, demokrasi, özgürlük isteyen her milliyetten devrimcileri Türkiye solunun toparlanmasına yardımcı olmaya çağırmalıyız. Türkiye’yi faşizme teslim etmeyelim. Türkiye; Irak ve Suriye durumuna düşmesin.

Türkiye solunu ve Türklere sevgi duyan Kürt, Arap, Rum, Ermeni vb her milliyetten arkadaşları Türkofobiye karşı duyarlı olmaya çağırıyoruz. Halklarımızın yücelmesinin yolu bağımsız ve güçlü bir Türkiye solunun yaratılmasından geçiyor.

Muhabir: Alp Yanardağ