Göç ve Yıkım II

“Ama Türkiye’ye savaştan kaçıp geliyorlar!”
Öyle mi? Suriye’de kuzeydeki belli şehirler hariç yaşam normale çoktan döndü. Savaştan kaçan en yakın ülkeye sığınır ama Afganlar, İran’ı geçip Türkiye’ye geliyor. Pakistan’da savaş bile yok.
Peki, biz gerçekten canını kurtarmaya çalışanlara, zora düşenlere kapılarımızı hep kapatmış mıyız?
“Ama mübadiller var. Rumeli göçmenleri var. Bulgaristan göçmenleri var. Onlara bir şey söylemiyorsunuz!”
Osmanlı, Balkanlar’da genişledikçe kafasını bozan Türkleri oraya yerleştirdi. Bunlar çoğunlukla Karamanoğulları ve Anadolu’nun Kızılbaşlarıdır. Bu nedenle Osmanlı’nın yayıldığı bölgeler arasında bir tek Balkanlar’da Türkçe konuşulur. Çünkü onlar Türk. Herkes 1915’i konuşur ama Osmanlı ilk tehciri Türklere yapmıştır.
Neyse…
***
Osmanlı Yahudileri, imparatorluk toprak kaybettikçe Türklerle birlikte kalan vatan topraklarına göç etmiştir.
Fatih döneminde Almanya’dan (1470), II. Beyazid döneminde İspanya’dan (1492) ve Portekiz'den 1497'de kaçan yüzbinlerce Yahudi, Osmanlı topraklarına kabul edildi.
İstanbul’da Kuruçeşme ve Bebek arasındaki o güzel semtin adı neden Arnavutköy’dür? Fatih zamanında mahalleye yerleşmiş Arnavutlar yüzünden olabilir mi? Ayrıca Arnavutköy diye koca bir ilçesi de vardır İstanbul’un. Adını çoğunluğun yeni havalimanıyla duyduğu…
Beykoz’a bağlı Polonezköy’ü bilir misiniz? Polonya’dan canını kurtarmak için kaçanların gelip 1842’de kurduğu köy. Daha sonra Kırım Savaşı’ndan kaçıp kurtulanlar da köye yerleşmiştir.
Tekirdağ’ın sanayileşmiş ilçesi Çerkezköy de adını tesadüfen almamıştır.
Çerkez, Abaza göçlerini hiç mi duymadınız?
Savaştaki Çeçenistan’ın kadınlarına ve çocuklarına (bazen de mücahitlerine) kucak açan Türkiye’yi bilmez misiniz?
Soykırıma uğrayan Boşnakları bağrını açıp bekleyen halkımızı…
Bosna İç Savaşı’nda ailesini kaybeden veya tecavüz sonucu doğmuş beş bin sahipsiz çocuğun Türkiye’deki insanlar tarafından evlat edinildiğini İlber Ortaylı’dan dinlemiştim. Ki İslâm evlatlık müessesini kaldırmıştır ama Türk kültüründe önemli bir yer tutan evlat edinme geleneği hep sürmüştür.
Türkler yavrulara karşı her zaman hassas olmuştur. 1915’te sürgün edilen Ermenilerin çocuklarını alıp büyütmüştür.
***
1917 İstanbul’unu duydunuz mu? Bolşevik Devrimi sonrası Rusya, Belarus ve Ukrayna’dan kaçan pek çok kişiye evsahipliği yapan İstanbul’u… Maksim Gazinosu’nu 1921 yılında kuran  Frederick Bruce Thomas, ABD’de köle bir anne ve babadan dünyaya gelmişti. Yazgısı onu Rusya’da tiyatro ve restoran patronu yapmıştı ki Bolşevik Devrimi nedeniyle İstanbul’a kaçmak zorunda kaldı. Köle geçmişi nedeniyle ABD Konsolosluğu ona asla bir pasaport vermedi. Bu vatansız zenci, Pangaltı Roma Katolik Mezarlığı'nda yatıyor.
Yatmak deyince… Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’nda ölen ANZAK askerleri için Yeni Zelandalı ve Avusturalyalı annelere hitaben söylediklerini hatırlayalım:
“Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçikle yan yana, koyun koyunasınız… Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı siliniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Cephede göğüs göğüse çarpıştığı düşmanını evlat edinen, annelerini böylesine içten sözlerle teselli eden bir lider…
***
Sovyetler Birliği çöktüğünde ve Doğu Bloku ülkeleri dağıldığında Türkiye’ye binlerce insan geldi. Göçen de oldu kayıtlı-kayıtsız çalışan da. Ticaret yapan da oldu evlilik yapan da. Çocukken karşılaştığım Romanyalı inşaat işçilerini dün gibi hatırlıyorum. Aralarında Romence konuştuklarında ilgiyle dinlerdim.
2000’lerin başlarında Ermenistan’dan Türkiye’ye çalışmaya gelen binlerce kişi olmuştu. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 2010 yılında “Ülkemde 170 bin Ermeni var. Bunların 70 bini benim vatandaşımdır ama 100 binini biz ülkemizde şu anda idare ediyoruz. Gerekirse bunlara hadi siz de memleketinize diyeceğim” demişti. Tabii ki bu hoş bir ifade değil ama halkta Ermenistan’dan gelenlere karşı bir tepki yoktu. Ki Erdoğan’ın 1989’da Bulgaristan’dan gelen Türk göçmenlere ettiği laflar çok daha ağırdı.
Saddam’dan kaçan Kürtler, bombalardan korkan Gürcüler her zaman hoş karşılandılar.
Türkiye’de halk hiçbir zaman çalışmaya gelen Özbeklere, Türkmenlere, Moldovyalıya, Etiyopyalıya tepki duymamıştır. Yeni Kavimler Göçü ile işler çığırından çıkana kadar Afrika’dan gelen zencilere de ne yabancı düşmanlığı yapılmıştır ne de ırkçılık. Ben, örneğin, ‘zenci’ derim seve seve çünkü ‘negro’ gibi kirli ve kanlı bir kelime değildir Türkçede.
Türkiye’de yaşayan zenciler de son yıllarda artan göç etkisiyle toplumdan tepki gördüklerini anlatıyorlar. Yıllarca olmamış da neden şimdi?
***
“Şahaneyiz, hep de şahaneydik” diyemem ama satırlardır anlattığım bu topluma, sırf düzensiz göçmenlere, Geçici Koruma Statüsü’ndeki 4 milyon Suriyeliye, bayram şekeri gibi vatandaşlık dağıtılmasına karşı çıktığı için “Irkçısın. Yabancı düşmanısın. Kafatasçısın! Faşistsin” diyemezsiniz. Bu sadece haksızlık değildir aynı zamanda örgütlü ve sistematik bir manipülasyondur. Papağan gibi bunu tekrar edenler dünkü yazımda https://tele1.com.tr/goc-ve-yikim-i-899502/ belirttiğim ‘operasyon çocukları’dır.
Hatalar yok mu? Dolu! Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Olayları, 1915’te yaşanan trajedi, Sivas Katliamı, Çorum Katliamı, Maraş Katliamı, yakılan köyler… Dolu!
***
Gelene gidene kucak açarız çünkü biz de çok gidip gelmişizdir. Göçmüşüzdür. Yürümüşüzdür. Yörüğüzdür… Yürüyen Türk… Yörük…
Türkçede çok güzel bir kelime var: Misafirperver. Arapça ‘yolcu’ ve Farsça ‘tapmak’ kelimelerini birleştirip kendimize özgü bir kelime yaratmışız. Yolcuya taparız biz. Konuğa taparız.

UNUTMA: MERDAN YANARDAĞ 56 GÜNDÜR TUTUKLU.