Lozan Barış Antlaşması 100. yılında! Lord Curzon, İsmet İnönü'nün cevabıyla neye uğradığını şaşırmıştı
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcilerince ağırlıklı olarak Leman Gölü kıyısındaki Beau-Rivage Palace'ta yapılan Lozan Barış Konferansı'nın ardından İsviçre'nin Lozan kentinde Rumine Sarayı'nda 24 Temmuz 1923'te antlaşma imzalandı.
Barışın kazanılması için diplomasi masasına oturan İsmet İnönü başkanlığındaki Türk heyeti, kesintilerle birlikte 8 ay süren görüşmelerin her safhasında, Türk halkının kayıtsız şartsız bağımsızlık hakkından vazgeçmedi.
Lozan Barış Antlaşması, 23 Ağustos 1923'te TBMM tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi.
Sevr Antlaşması'nı geçersiz kılan Lozan Barış Antlaşması'yla Türkiye'nin kayıtsız şartsız bağımsızlığı, taraf devletlerce kabul edildi.
Mustafa Kemal Atatürk'ün Nutuk'ta "Bu antlaşma, Türk milletine karşı, yıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın sonuçsuz kaldığını bildirir bir belgedir." ifadesiyle tanımladığı Lozan Barış Antlaşması, devletlerin istiklal ve hakimiyetine saygı gösterilmesinin vurgulandığı özsöz ve 143 maddeyi içeren 4 bölümden oluşuyor.
Cumhuriyet, Türkiye'nin en önemli kurucu anlaşmalarından biri olan Lozan Barış Antlaşması'na imza atıldıktan kısa süre sonra 29 Ekim 1923'te ilan edildi.
Lozan Konferansı 20 Kasım 1922 günü başlıyor. 4 Şubat 1923 Pazar günü saat dokuz buçuğu beş geçe İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un treninin Lozan’dan kalkması ile görüşmeler kesintiye uğruyor.
“ Beau-Rivage Oteli’ndeki 4 Şubat toplantısında bir aralık Lord Curzon’a sordum:
“Şimdi döneceksiniz. İngiltere’ye gittiğiniz zaman, size sulhu soracaklar. Niçin gittiniz, niçin sulh yapmadan geldiniz, diyecekler. Ne cevap vereceksiniz? İngiltere için hayati olan meseleleri temin etmiş olmanız lazımdır. Türkiye için hayati olan meseleleri reddettiniz, bunu kabul edemezdik. Sulhu soranlara ne cevap vereceksiniz?”
Lord Curzon, memleketime gittiğim zaman benim ne cevap vereceğimi sordu. Bunun üzerine kendisine dedim ki:
“Benim vaziyetim kolay. Ben Türkiye’ye gittiğim zaman, soranlara ne cevap vereceğimi size cümle söyleyeyim. Ben memleketime gittiğim zaman bana da niçin sulh olmadı, diye soracaklar. Bir ile cevap vereceğim: Lord Curzon sulh istemediği için konferans kesilmiştir, diyeceğim.”
Lord Curzon oturduğu yerden âdeta havaya fırladı, ayağa kalktı, sözlerimi protesto etti. “Katiyyen!” dedi.
Ben, Lord Curzon’u zayıf tarafından yakalamıştım. Fikrimde ısrar ederek, şöyle konuştum:
“Memleketime gittiğim zaman söyleyeceğim, bütün dünyaya ilan edeceğim, Lord Curzon sulh istemiyordu, müzakereleri kısır bir sonuca vardırmak için elinden geleni yaptı. Konferans kesildi, yeniden harp başlayacak, diyeceğim. Sırf sulh yapmamak için, nerede bir bahane bulduysan, onların hepsinin üzerinde ısrar ederek konferansı akamete uğrattın. Benim kanaatim budur.”
Lord Curzon fena halde kızmıştı. Ben sulh istemiyordum da, onun için mi olmadı, nasıl söylüyorsun bunları, diye bana karşılık verdi. Öyle söylüyorum, öyle söyleyeceğim, dedim. İşte bütün meseleleri birer birer ortaya koyduk. Kapitülasyonlar senin için hayati bir mesele midir, tarzında konuştum. Saatlerce süren bu mücadeleye hakiki bir çekişme ve boğuşma denebilir. Toplantı böyle bir hava içinde geçti. Biz nihayete kadar noktai nazarımızda ısrar ettik. Fakat onlar aralarında daha evvel karar vermişler. Hiçbir değişiklik yapmak niyetinde değiller. Hazırladıkları muahede projesini menfi şekli ile bize behemehal kabul ettirmek isteğinde oldukları anlaşılıyordu, görülüyordu. Nihayet hiçbir neticeye varamadık ve biz salonu terk ettik.”