Sekiz yıl süren işgal sonrasında Irak tüm kurum ve kavramlarıyla darmadağın edildi, yüz binlerce insan yaşamını kaybetti, milyonlarca Iraklı yurt dışına kaçmak zorunda kaldı ve geride dört milyon yetim ve 1,5 milyon dul kadın kaldı.
Bugün haritada Irak diye bir ülke var ama perişan durumda.
Böyle bir Irak ve dolaysıyla perişan edilen tüm bölgemiz için 1 Mart Tezkeresi’nin çıkmasına yönelik özel çaba harcayan Erdoğan başaramayınca ‘Arap Baharı’ sürecine var gücüyle müdahil oldu.
Sonuç ortada.
ABD ve batı destekli Erdoğan’ın ideolojik tercih ve hesapları bölgeyi perişan etti ama TİYATRO’nun da sonuna gelinmişti.
Gelindiği için de Erdoğan son on yılda haklarında söylemediğini bırakmadığı BAE, Suudi Arabistan ve Mısır liderleriyle barışmak için her yola başvurdu. Bu çabasını dengelemek için İsrail’le de barışan Erdoğan son bir hamle ile Putin’e gidip ‘Beni Esad’la barıştır’ dedi ama olmadı.
‘Esad’ mı ‘Esed’ mi dedi bilinmez ama Suriyeliler Erdoğan’la barışmaya pek hevesli görünmüyor. Son Moskova ziyaretinde Esad bu tavrını net bir şekilde ortaya koydu ve ‘Erdoğan’a güvenmediğini’ söyledi.
Erdoğan’a güvenmeyen başka bir lider de Mısırlı Sisi.
Müslüman Kardeşler içerikli İslamcı projelerini çökerttiği için on yıl önce Erdoğan’ın düşman ilan ettiği Sisi.
Peki sonra ne oldu ?
İslamcı ‘Arap Baharı’nın türlü türlü gruplarının finansörü olan Temim’i devreye sokan Erdoğan 18 Kasım’da Katar’a giderek Sisi ile buluştu. Aradan geçen dört aydan sonra Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nu Kahire’ye gönderen Erdoğan oradan da bir sonuç alamadı çünkü Esad gibi Sisi’nin de barışmak için karşılanması zor koşulları vardı. Bu normal olabilir çünkü depremi fırsata çeviren Sisi 7 Şubat’da Esad’ı telefonla arayarak ikili ilişkileri görüşmüş ve bölgesel sorunlara karşı ortak tavrın ne olabileceğini değerlendirmişti.
Mısır, Suriye ve başka ülkelere göre ‘ortak sorunların’ başında Erdoğan ve onun bölgesel politikaları geliyor.
Belki de bunun için Esad dün aniden BAE’ne giderek Erdoğan’ın geçen yıl barıştığı Muhammed Bin Zayid’le ikili ilişkileri ve bölgesel konuları görüştü. Her ikisine göre bölgesel konuların başında Erdoğan’ın ideolojik temelli bölgesel politikaları ve Türk askerinin Suriye, Libya, Irak ve Somali’deki varlığı geliyor.
Özetle bölgede olağanüstü ilginç gelişmeler yaşanıyor.
Yaşanan her şey dolaylı-dolaysız Türkiye’yi yani Erdoğan’ı ilgilendiriyor.
Tam da seçime hazırlanırken.
Esad’ın dediği gibi ‘ Erdoğan’ın bir tek derdi var o da seçimler’.
Gelişen süreçlere, Çin-Suudi Arabistan uzlaşması sonrasındaki ikili ve çoklu görüşme ve ziyaretlere bakılırsa Erdoğan’ın işi çok zor. Herkes Erdoğan’dan ‘2011 öncesine dönülmesini ve ideolojik eksenli tüm politikalarından vazgeçerek başta Suriye olmak üzere bölgedeki müdahaleci davranışlarına son vermesini istiyor.
Kabul eder mi etmez mi bilinmez ama Erdoğan’ın işi çok zor.
En zoru ise bölgedeki herkesin bu istekleri ortak bir şekilde dillendirmesidir.
Örneğin İran Cumhurbaşkanı Reisi’nin Suudi Kralın daveti üzerine çok yakında Riyada’a gidebilir.
Bu ziyaretten hemen sonra Sisi başta olmak üzere bir çok Arap lider Şam’ın yolunu tutabilir.
Bu da gerçekleşirse bölgesel bir zirve beklentisi ortaya çıkar. Erdoğan’la ya da Erdoğan’sız Türkiye’nin davet edileceği böylesi önemli bir zirve gerçekleşirse bölge tarihinde çok önemli bir dönem başlar.
Bu yeni dönemde Erdoğan’lı bir Türkiye’nin işi yine çok zor olacak çünkü bu iktidar içeride ve dışarıda bildik huy ve saplantılarından vazgeçmeyecek ama bugün Moskova’yı ziyaret edecek olan Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile Başkan Putin yeni bölgesel ve uluslararası düzeninin temelini atacak.
Yok eğer bu yeni dönemde Türkiye’nin başında Cumhurbaşkanı olarak Kılıçdaroğlu olursa işler çok kolay olacak.
Neden mi ?
Çünkü Kılıçdaroğlu daha beş yıl önce OBİT’i (Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı) önermiş ve başlangıçta Suriye, Türkiye, Irak ve İran’ın katılacağı bu oluşumla bölgenin tüm sorunlarının çözülebileceğine dikkat çekmişti.
Son gelişmelere bakılırsa bölge liderlerinin hemen hemen hepsi Kılıçdaroğlu gibi düşünmeye başlamış bile.