Dört kelimelik bir haber: Bir kadın daha öldü
“Olay, İstanbul'da meydana geldi. Üç çocuk annesi kadın, evinde başından vurulmuş halde bulunmuştu. Eşi, intihar etti demişti. Kriminal rapor gerçeği ortaya çıkardı. Kadını öldürüp intihar süsü veren adama, mahkeme müebbet hapis cezası verdi.”
Peki bu haber beş ya da on cümle olsa ne olacaktı; hiçbir şey. Yıllar önce İstanbul’un çok göç alan bir semtinde çalışırken tek kelimesini bile anlamadığımı bildiği halde gelip bana dertlerini kendi dilinde anlatan Kürt kadını hatırladım. Ne kadar manidar. Dediklerini anlasam da hiçbir şeyin değişmeyeceğini bildiği için belki de beni özellikle seçmişti. Özellikle ona acıyan gözler yerine şaşkın gözlerle bakmamı tercih etmişti. Anlattıkça ağladı ağladıkça rahatladı... Yaklaşık bir saat oturdu yanımda. Uzun uzun sustu, bakıştık. Ellerimi ellerinin arasına aldı. Türkçe teşekkür etti. Ve gitti.
Yollarımızı kesiştiren sebebi tam olarak anlamasam da duygumuz ortak ve tanıdıktı. O çaresizlik o çıkmaz. O bakışlar bir annenin şahin bakışları. Yavrusunu korumak uğruna canından olmayı göze alan keskin bakışlar. O kadar tanıdık ve anlamlı. İki küçük omzun bir saatliğine o koca yükü paylaşması. Biz kadınların başka şansı var mı ki? Dili dini ırkı siyasi görüşü ne olursa olsun kadınların kaderi ortaktır. Kimi susar hatta susmayı erdem sayar ve kendi varlığını yarasını yalayan bir kaplan gibi tedavi etmeye çalışır. Kimi sesini çıkarır, sürüden sürülür sakıncalı kadın oluverir. O da bir başka tecrit türüdür. Kadının kadına yaptığı…Ve hatta iktidarda bile olsan sana bolca hatırlatırlar bu koltuk erkektir ve erkek kalacak, diye. Azıcık ağzını açsan muktedir çarpıverir tokadı. Bakınız İstanbul Sözleşmesi tartışmasında bol bol partili erkeklere sitem eden kadın siyasetçilere. Ve tabii hatırlayın erkekten çok erkek siyasetini benimseyen ve ödüllendirilen kadın siyasetçileri. Çünkü biz biliyoruz, siz de bilin kadın cinayetleri politiktir.