Dinci vesayet ve ideolojik mücadele

"Bir rejimin temelini tartışılamaz ve itiraz edilemez kutsal ilkeler oluşturmaya başlamışsa; orada özgürlüklerden söz edilemez. Dini vesayete karşı mücadele en büyük özgürlük ve demokrasi kavgasıdır."

Kendisi gibi yaşamayan ve düşünmeyen insanlara hakareti ve onların yaşam tarzlarına müdahale etmeyi alışkanlık haline getiren Erdoğan iktidarı, muhalif kesimlere büyük bir kinle saldırmayı sürdürüyor. Son olarak, 4 Ocak günü AKP Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda Tayyip Erdoğan’ın parti lideri sıfatıyla yaptığı konuşma bu tutumun en açık ifadelerinden biriydi. AKP lideri tam olarak şöyle diyordu: “Utanmadan, sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş, meydanlara döküleceklermiş. Siz 15 Temmuz’u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz, dökülün. 15 Temmuz’da sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz de dökülün, siz de aynı dersi evvel Allah alırsınız. Biz de Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katar ve gideceğiniz yere kadar kovalarız.” Bu sözlerle Erdoğan, anayasal demokratik hak ve özgürlüklerini kullanan muhalifleri neredeyse “iç savaş” çıkarmak yoluyla ve açıkça ezmekle tehdit etti. Üstelik tam da Kazakistan’da halkın zamları, siyasal yozlaşma ve yolsuzlukları protesto etmek için sokaklara çıktığı günlerde.. Gerçi, Batının Kazakistan’da ikinci bir Ukrayna yaratma girişimi gözden kaçırılarak doğru bir değerlendirme yapılamaz, ama kitleleri sokağa döken gelişmenin de zamlar, siyasal yozlaşma ve yolsuzluklar olduğu açıktır. Erdoğan yönetiminin üslup ve yaklaşımı, sorumlu bir devlet adamından çok, siyasal İslamcı bir örgüt lideri gibi hareket edildiğinin açık işaretidir. Daha da önemlisi, “Gezi kompleksi” diye tanımlanabilecek bir korkuyu ifade ediyor. Önceden gözdağı vererek, sokaklara çıkacak, meydanları dolduracak yurttaşları korkutmayı ve sindirmeyi amaçlıyor. Ana muhalefet partisinin bu tehdide verdiği yanıt son derece yetersizdi. Öyle ki, “Biz kimseyi sokağa çıkmaya çağırmadık” diye özetlenebilecek bu tepki, ancak korkunun yayılmasına hizmet edebilirdi. Oysa, AKP iktidarının artık ne iç savaş çıkarabilecek bir gücü ne tarihsel meşruiyeti ne de toplumsal desteği var. AKP liderliği, böyle bir siyasal hamle yapma olanağını ve yeteneğini son üç yılda kaybetti. Özellikle son bir yıl, durdurulamaz bir çözülme ve çekirdek (şeriatçı) oylarına doğru bir daralma yaşıyor. Yani bu tehditçi tutumun artık içinin boş olduğunu söyleyebiliriz.

BİR DÖNEM KAPANIYOR

Erdoğan-AKP iktidarı döneminin kapanmaya başladığını, sorunun artık bir takvime bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, bu kendiliğinden olmayacak. Hiçbir iktidar, onu almaya istekli, bunun için kararlılıkla mücadele eden ve farklı bir program ortaya koyan bir güç, örgüt ya da parti olmadan değişmez. Bu bağlamda ele alındığında muhalif çevrelerin, özellikle ana muhalefet partisinin ihmal ettiği en önemli şey, ideolojik-kültürel mücadeledir. Cumhuriyet’in kurumlarını, onun ima ve temsil ettiği değerleri, laikliği savunmasız ve sahipsiz bırakan CHP’dir. Siyasal iktidar mücadelesi salt ekonomik talepler üzerinden sürdürülemez. Siyasal ve ideolojik bir dolayım oluşturmadan kazanamazsınız. Bu ülkede artık bir riya aracı olarak kullanılan kavramla ifade edersek eğer, “alnı secde görenleri” yenemezsiniz. Dolayısıyla muhaliflerin, daha açık bir ifade ile laik, Cumhuriyetçi ve sol çevrelerin AKP ve siyasal İslamcıların değer eksenli ideolojik saldırıları karşısında, din karşıtı görünmek korkusuyla geri çekilmek yerine, bu alanda açık bir mücadele yürütmeyi göze almaları gerekiyor. Gericilikle kararlı şekilde bilim, özgürlük ve akılcılık eksenli ideolojik, kültürel, siyasal bir mücadele yürütülmeden başarı kazanılamaz. Yapılmayan budur. Bunun dine ya da inançlara saygıyla bir ilgisi yoktur. Tamamıyla ideolojik-siyasal bir mücadeledir. Ve bu yapılmadığı takdirde, toplum büyük acılar çekmeye devam edecektir. Yazının devamını okumak için tıklayın...