İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi, kamuoyunda "Büyükada davası" olarak bilinen, sivil toplum örgütü temsilcilerinin yargılandığı davade 4 insan hakları savunucusuna hapis cezası verildi.

t24'den Gökçer Tahincioğlu'nun haberine göre, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi eski Başkanı Taner Kılıç, "örgüt üyeliği" suçundan 6 yıl 3 ay, Af Örgütü’nden İdil Eser, farklı sivil toplum kuruluşlarında çalışan Günal Kurşun, Özlem Dalkıran da örgüte üye olmamakla birlikte yardım suçundan 2 yıl 1’er ay hapis cezasına mahkûm edildi. Nalan Erkem, İlknur Üstün, Ali Gharavi, Peter Steudtner, Veli Acu, Nejat Taştan ve Şeyhmus Özbekli hakkında ise beraat kararı verildi. Türkiye’de, yargılama sürecinde sarf edilen sözlere, çıkan kararlara baktığınızda, ortada gerçekten bir mesele olduğu izlenimine kapılıyorsunuz. Ama en başına, her şeyin nasıl yaşandığına döndüğünüzde başka bir tablo çıkıyor karşınıza.

AJANLIK SUÇLAMASIYLA BAŞLADI

5 Temmuz 2017’de, yıllardır Türkiye’de şeffaf bir biçimde çalışan, raporlara imza atan insan hakları savunucusu 10 isim Büyükada’da sessiz sedasız gözaltına alındı. O kadar sessiz biçimde gözaltına alındılar ki emniyette bulunduklarından saatlerce avukatları bile haberdar olamadı. Dijital güvenlik konulu bir toplantı için buluşan sivil toplum örgütleri temsilcilerinin toplantısı, Büyükada’da, önceden rezervasyon yapılarak, kapısı açık tutulan bir odada gerçekleştirilmişti. Ancak gözaltılardan sonra suçlama, bu açıklıkla bağdaşmayacak kadar ilginçti: Ajanlık. Bir anda manşetleri, "vatan haini STK temsilcilerinin ajanlık faaliyetleri" haberleri süsledi. Yeni bir kalkışma planı yapıldığı söylendi. Meseleye son derece hakim olduğunu iddia eden bazı AKP milletvekilleri, Büyükada’daki bazı otellerde gizli toplantı alanları olduğu, kozmik bu toplantılardan haberdar oldukları açıklamaları yaptılar, dosyadaki bilgilerle örtüşmeyecek biçimde. Daha yargılanmadan, bütün STK temsilcileri mahkûm edilmişti. Ancak gözaltı tutanakları öyle demiyordu. Otelin gizli saklı tarafı yoktu, toplantının da. Kapısı açık bir odaya baskın düzenlenmiş, insanların karalamalarına bile el konulmuştu. Kimse sonradan umursamadı ama 10 hak savunucusu hakkında hazırlanan iddianamede de ne ajanlık suçlaması vardı, ne gizli, kozmik toplantı alanları. Elbette bu iddiaları ortaya atanların umurunda olmadı. Tutuklanan hak savunucularından İdil Eser, Günal Kurşun, Özlem Dalkıran, Veli Acu, Ali Gharavi, Peter Steudtner, Nalan Erkem ve İlknur Üstün 99 gün cezaevinde kaldı. 25 Ekim 2017’de, İstanbul’da görülen ilk duruşmada adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. 10 hak savunucusunun gözaltına alınmasından 1 ay önce, Uluslararası Af Örgütü’nün Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç, bylock kullandığı iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklanmıştı. Kılıç’ın İzmir’deki davası da nasıl bir ilgi kurulduysa Büyükada davasıyla birleştirildi. İddia, cezaevindeki Kılıç’ın Büyükada’daki toplantıyı yönettiğiydi. Buna ilişkin tek kanıt olmasa da Kılıç’ın dosyası bir anda Büyükada dosyasının parçası haline getirildi.

AJANLIKTAN YARDIMA

Büyükada davası sanıkları, Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye’ye biber gazı satışının durdurulması için yaptığı kampanyaya ait belgeler, bir insan hakları projesi için fon başvurusu yapıldığını gösteren dokümanlar ve açlık grevindeki öğretmenlerin serbest bırakılması için yapılan kampanyaya ait belgelerle yargılandı. Hepsi açık, meşru kampanyalar, başvurular… Buna rağmen Kasım 2019’da görülen son duruşmada mütalaasını açıklayan savcı, raporlarla bylock kullanmadığını kanıtlayan Taner Kılıç’ın "silahlı terör örgütüne üye olma" suçundan; İdil Eser, Özlem Dalkıran, Günal Kurşun, Veli Acu ve Nejat Taştan’ın ise "silahlı terör örgütüne yardım etme" suçundan mahkum edilmesini istedi. Nalan Erkem, İlknur Üstün, Şeyhmus Özbekli, Ali Gharavi ve Peter Steudtner’ın ise beraatini talep etti. Kanıtlar, iddianameyle bütünüyle aynı… Elbette yine ajanlık suçlaması yoktu. Savcının suçlamaları ilginçti. Kılıç’ın kardeşinin, hakkında yakalama kararı bulunan kapatılan Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Mehmet Kamış’la evli olduğu vurgulanıyordu misal mütalaada. Ya da telefonundan Fethullah Gülen'in 41 saniyelik bir videosunun çıktığı. Bilgisayarından çıkan iki ayrı yazı sıralanıyordu sonra. Bütün bunların örgütün hiyerarşik sıralamasında olduğunu gösterdiği anlatılıyordu.

SUÇLAMALAR İLGİNÇTİ

Diğer sanıklar Günal Kurşun, İdil Eser, Özlem Dalkıran, Nejat Taştan ve Veli Acu'nun terör örgütleri ve mensuplarıyla olan irtibatları, faaliyet alanları itibarıyla sivil toplumu etki güçlerinin bulunduğu söyleniyordu. Hemen ardından, neye dayandırıldığı belirtilmeden, "sivil toplum örgütleri faaliyeti görüntüsü altında organize edilen ve terör örgütlerince desteklenen, şiddet eylemleriyle kamu düzenini tehdit eden toplumsal kaosa dönüşecek hareketlenmeler yaratmak amacıyla toplantı düzenlemişlerdir" deniliyordu. Sanıkların aralarında görüşmeler bulunması "ilginçti" savcıya göre ya da telefonlarını kapatıp vapura binmeleri… Sonradan telefonlarını açsalar da kapatmak suçtu misal. Sanıkların bazılarının bilgisayarından KHK ile işlerine son verilen Semih Özakça ve Nuriye Gülmen ile ilgili yazılar çıkması, bilgisayarda Berkin Elvan’ın öldürülmesi ile ilgili yazıların bulunması da ilginçti savcıya göre. Bütün bunlar, terör örgütünün toplumsal taban kazanması için propaganda faaliyeti anlamına geliyordu. Peki hak savunucuları hangi örgüte yardım etmişlerdi savcıya göre… Bir tane değil. Aynı anda FETÖ, PKK/KCK, DHKP/C sıralanıyordu. Hangisi olursa… Mahkeme, kararını savcının bu mütalaasına dayanarak verdi. Savcının talebinin aksine Acu ve Taştan’ın beraatleri kararlaştırıldı ancak toplamda 4 isim ajanlık suçlamalarıyla başlayan soruşturma ve dava sürecinin sonunda ilgisiz suçlamalardan bir biçimde mahkûm edildiler. Beraat edenlerin aylarca cezaevinde kalmaları da topluma vatan haini, ajan olarak sunulmaları mühim değil kimseye göre… Ancak ortada kesin olan bir şey var. Bu ceza kişilere değil, sivil topluma verildi. Temyiz sürecinde karar değişmezse, STK’lerin bütün etkinlikleri mahkûm edilmiş olacak.
Muhabir: Barış Önal