Uzun yıllar gazeteci olarak ekonomi haberleri yazan Henize Nilgün Karataş, ilk romanı “Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar” romanı ile edebiyat severlere merhaba dedi. A7 Kitap etiketiyle raflarda yerini alan roman, kadın cinayetlerinden toplumsal cinsiyet rollerine, aşkın yıkıcılığından geçmiş travmaların sarsıntısına kadar birçok temayı post modern bir anlatıyla okuruna sunuyor. Bunu yaparken bilim ile büyüyü, gelecek ile dünü, aşkı, fedakarlığı ve tüm yakıcı duyguları iç içe geçiriyor.
Yazarın “üç kişilik bir iyileşme hikayesi” dediği roman, kadın cinayetlerinin sembol isimlerinden Şule Çet ile aynı gün, aynı saatlerde bir camdan kuleden düşen ya da atılan, ancak günlerce komada kaldıktan sonra hayata tutunan Defne’nin hikayesini merkezine alıyor. Uyandığında 2222 yılından gelen bir interseks performans sanatçısı olduğunu iddia eden Defne’ye kendini bulma yolculuğunda ablası Selma Rıza ve komşusu Servan eşlik ediyor.
İlk kez 41. Uluslararası İstanbul Tüyap Kitap Fuarı’nda okurla buluşan romanda, birden fazla anlatıcı bulunuyor. İki ayrı anlatıcıdan dinlediklerini tek bir anlatıya dönüştüren isimsiz anlatıcı, Defne’nin tuttuğu kayıtlardan da yararlanarak okuru bir nevi zaman yolculuğuna çıkarıyor.
Alt metninde kadın cinayetlerinin ve patriarkal düzenin etkilerini sorgulayan roman, bir sarkaç gibi 2018 Türkiye'si ile 2222’nin Mauna Kealand’ı arasında gidip gelen; mitolojiden psikolojiye, telepatiden lusid rüyalara, astrolojiden metafiziğe iç içe geçen, çok katmanlı bir dünya.
Anlatım dili ile ele aldığı temaları postmodern bir yaklaşımla aktaran Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar, yaptığı saptama, gönderme ve atıflarla insan olmanın varoluşsal zaaflarına, sancılarına vurgu yapıyor. Okurken durup üzerine düşüneceğimiz cümlelerle bir yandan çok tanıdık gelen diğer yandan tuhaf hayat hikayeleriyle, dayatmacı düzenlerin, toplumsal kalıpların insanda yarattığı hem fiziki hem de zihinsel hasarlara dikkat çekiyor. Bunu sessiz bir çığlık gibi usulca okurlarına hissettiren roman; “herkesin kendi hikayesine sahip çıkması” gerektiğini ise travmalar, arayışlar, düzeltmeye çalıştıkça karışan hayatlar üzerinden yüksek sesle söylüyor.
Henize Nilgün Karataş, Defne ya da Bazı Tuhaf Hayatlar’da ana karakterlerin hem yaralı hem de kusurlu olduğuna dikkat çekerken, okura şu ipuçlarını veriyor: “Tüm iyi niyetlerine karşılık birbirlerine iyi gelmek isterken yalan da söylüyorlar, yanlış kanılara da kapılıyorlar, bencillik tuzağına da düşüyorlar. Aşkının bedelini yaşamı ile ödeyen Defne ya da nam-ı diğer Deff; şan ve şöhretini taçlandırmak için aile geçmişini, dünü düzeltme sevdasında. Feminist duruşuyla, dik başlı ve güçlü görünen personasıyla kişisel tarihinin acılarını gizlemeye çalışan Selma Rıza, onu kaygılandıran geleceği şekillendirmeye çabalıyor. Bir erkek olarak erkek terörünün mağduru olan Servan, anda kalıp, anlık çözümlerin peşinde koşuyor. Herkes kendi bildiği yoldan iyileşmeye çalışıyor, ancak bunu yaparken üstlendikleri kimlik ve kişiliklere de yapışmaktan alıkoyamıyorlar kendilerini. Defne’yi merkezine alan romanın asıl derdi ise, ‘uyum ve uzlaşma’ adına kendi asıl hayatlarımızdan vazgeçmemiz. Zaten hikayenin anlatıcıları da ‘tuhaf’ hayatları üzerinden herkesin kendi hikayesine kendisinin sahip çıkması gerektiğini söylüyor. Roman, okuruna mutlu ya da mutsuz bir son vadetmiyor, elbette bir son var ama bunu kimin nasıl algıladığına bırakıyor. Önemli olan son değil, kahramanı olduğumuz hikayeyi biz mi yazıyoruz, başkaları mı? Anlatıcıların dediği gibi; evrenin zamanı sonsuz olabilir. Bizim elimizde ise hatırlayabildiğimiz tek bir hayat var.”