Cumhuriyet’imizin 100. yılında romanımız-VII

Yayın tarihi: 31 Ekim 2023 Salı 9:08 am - Güncelleme: 31 Ekim 2023 Salı 9:08 am

Sayıl Cengiz Gündoğdu

Yazınsal Olgu Nedir?

Bir dizi yazıyla, cumhuriyetimizin 100. Yılında romanımızı anlattım. Cumhuriyet döneminde yazılmış romanları, üç kategoride inceledim. Gerçekçi romanlar… olgusal romanlar… gerçeksiz romanlar. Şimdi şunu söylemeyelim. Yazın dendikte, yazar-roman ilişkisi yeterli değildir. Bir olguya yazınsal diyebilmek için okur koşuldur. Yazınsallık şöyle bir bileşene zorunlu kılar, yazar…. yapıt… okur.

Okur yoksa, yazınsallık da yoktur. Bundan ötürü bu yazımda okur sorunu üstünde duracağım.

Türkiye’de okur sorununa iki kategoride bakmak gerek.

 

Sanatta Star Sistemi Okuru

Sanatta star sisteminin okuru, roman çıkmadan romanın tanıtımı yapılır. Böylece okur hazırlanır. Roman çıktıkta reklamı yapılır. Eleştirmenler bu romanı hemen över. Gazetelerin kitap eklerinde roman tanıtılır. Edebiyat fakültelerinde bu romandan söz edilir.

Sanatta star sistemni açısından yazar, roman, okur ilişkisi yazınsal olguda birleşmiştir.

 

Gerçekçi Yazarlar

Soruna gerçekçi yazar açısından bakacak oldukta, şöyle bir görünüm çıkar. Gerçekçi yazarın romanını yayına hazırlayan yayınevi özdeksel bakımdan zayıftır. Romanı yazsa bile dağıtımını yapamaz. Romanı eleştirecek eleştirmen yoktur. Gazetelerin kitap eklerine tanıtım için gönderilen yazılar basılmaz, çünkü yayınevinin kitap ekine ilan verecek parası yoktur. Roman sayısı az, okuru az dergilerde tanıtılabilir. Gerçekçi yazar az sayıda okurla ilişki kurabilir.

 

Ödül Kategorisi

Yazınımızın bozuk yanlarından biri de ödüllerdir. Ödül romanlarla ilgili bir gerekçe yazılmaz. Genel geçer bir değerlendirme yapılır.

Romanların okunmadığı genel, ama doğru bir yargıdır. Ödüllerin sanatta star sistemi yazarlarına verildiği bir gerçektir. Ayrıca, gerçekçi yazarlar adına bireyci yazarlara ödül verilmektedir.

Gerçekçi yazarlara ödül verilmez.

 

Okur Savaşımı

İnsancıl, bilinçli bir okur yaratmak için ilk çalışmalara başladı. İlk sayıda , Kasım 1990’da şöyle yazdım, Okur Yazar Bütünleşmesine Doğru/Okur sanatçısını bedelini ödemelidir.. Şimdi konuyu, dergimiz İnsancıl’da gündeme getiriyorum. Amacım, okurla yazarı bir anonim şirket ya da kooperatif çatısı altında bir araya getirmek. Böylece insani gerçekçi çizgide direnen sanatçıya gereksinmesi olan okurdur. Okur, sanatçının bedelini ödemelidir. Ödemek zorundadır. Tabii insani bir dünya kurmak istiyorsa. Arabesk kasetin yarım milyon sattığı bir ülkede bir şiir kitabı, bir roman, bir öykü kitabı yüzden satmıyorsa… okur, bu yolda harekete geçmiyorsa hiçbir güzellik o okurun hakkı değildir. Hak etmek istiyorsan kendi dünyanı kurmalısın yoksa başkalarının yıldırımlı dünyasında yaşar, meyhanelerde ister istemez ‘Batsın bu dünya’ dersin.

Gördünüz, yüzbin okur isteğiyle yola çıktım. Anonim şirket ya da kooperatif çalışmaları istenilen hızda gitmedi. Bunun üstüne İnsancıl temsilcilikleri açmaya karar verdik.

İnsancıl Temsilcilikleri

-İnsancıl Ankara Temsilciliği açılır 1994 Ağustos. Antakya Temsilciliği 1995 Nisan

-İnsancıl Adana Temsilciliği açılır 1995 Mayıs.

-İnsancıl Çanakkale Temsilciliği açılır 1996 Nisan. İnsancıl Konya Temsilciliği açılır 1995 Ağustos.

-Karya (bilimsel ve kültürel araştırmalar yayıncılık üretim kooperatifi) kurulur, 1995 Temmuz. Ankara.

İnsancıl’ın amacını bir kez daha söylemek zorunlu. Hem İnsancıl temsilcikleriyle hem kooperatifle ilk elde beş bin okura ulaşmak. Karya adlı kooperatif gerçekçi yazarları da üye yapmak. Bu bağlamda ilk üyemiz gerçekçi yazar Kemal Bekir oldu. Böylece beş bin üye okura, üye yazarın beşbin yapıtı gönderilecekti.

Böylece gerçekçi yazının önündeki kısır döngü kırılacaktı.

İnsancıl Temsilcilikleri bütün yurdu kapladıkta…kooperatif üyeleri yüzbine ulaştıkta, ilerici… sol yayın organların sayısı yüzbine ulaşacaktı. Türkiye’nin karanlık gündemini, devrimci kültür devrimi aydınlığa dönüştürecekti. Ama bunların hiçbiri olmadı. Küçük burjuva bilincini aşamadılar. Birbirlerine girdiler. Hem İnsancıl’ı hem kooperatifi kapattık. Dedikodular çekişmeler bitti. Herkes esenlikle evine gitti. Özdeksel yetersizlik yüzünden basılmayan yapıtların acısını duyumsamadılar.

Son denemeyi İnsanıl Atölyesi kurarak yaptık. 2 Ekim 1999. Amacımız bilinçli bir okur yetiştirmekti. İnsancıl Atölyesi’nin öyküsü yirmi yıl başarısızlıkla, ağır bir yenilgiyle bitti. Bu öyküde dram vardı, trajedi vardı, gülmece vardı. Ama bilinçli eylemli okur yaptı.

Son söz. Bilinçli, eylemli okurun olmadığı bir yer de gerçekçi yapıt olabilir. Ama gerçekçi yazın olmaz. Gerçekçi yazının yokluğunun sonuncuna Talip Apaydın, gösteriyor, şöyle “… okumak suç haline geldi ve okuma yazma, özürlü bir toplum haline getirilmek istendi. Özellikle bizim toplumcu gerçekçi, halktan söz eden yazarlar artık okunmaz oldu…. bu memleketin alyhine oluyor ve tabi nasıl insanlar gelip başa oturuyorlar, tabii ki bilinçsiz toplumların oyunu alarak. Arkadaşların bulunduğu durum bu. Yani okur-yazarlık yetmiyor, hatta bilmek de yetmiyor, bilgilerin bilinç haline gelmesi lazım. Bilinç demek dünya görüşü demek. Dünya görüşü kazanmadan, yani doğru bir dünya görüşü kazanmadan istediğin kadar bil.” (Talip Apayadın, Köy Enstitüleri ve Edebiyat, Yayına Hazırlayan Eral Atıcı, Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı, Ankara 2011, Y-49,50)

Talip Apayadın gösteriyor. Bilinçsiz okurun yazınsalda, yanlış seçimle gerçeksiz yazarları seçiyor, siyasal anlamda da halka karşıtları erke getiriyor. Böylece dünyalı doğru gerçekçi yansıtmayıp, yanlış, gerçekdışı yaratan yazarların yazını egemen oluyor.

  1. Yüzyılda Yürkiye’de yazınsal durum budur.