Büyükada davasında 4 hak savunucusuna hapis

Yayın tarihi: 3 Temmuz 2020 Cuma 3:25 pm - Güncelleme: 3 Temmuz 2020 Cuma 6:14 pm

Kamuoyunda ‘‘Büyükada davası’’ olarak adlandırılan davada yargılanan 11 insan hakları savunucusundan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Onursal Başkanı Taner Kılıç 6 yıl 3 ay, kurumun eski direktörü İdil Eser, kurum üyesi Günal Kurşun ve Yurttaşlık Derneği üyesi Özlem Dalkıran 2 yıl 1 bir ay hapis cezasına mahkum edildi.

İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Kılıç’ı ‘‘terör örgütüne üyelik’’, Eser, Dalkıran ve Kurşun’u ‘‘terör örgütüne yardım’’ suçlamasıyla cezalandırırken aynı davada yargılanan diğer sanıklar Nalan Erkem, İlknur Üstün, Ali Gharavi, Peter Steudtner, Veli Acu, Nejat Taştan ve Şeyhmus Özbekli hakkında beraat kararı verildi.

Delil yok mahkumiyet var!

Avukatlar, mahkumiyet verilen tüm sanıklar için kararı temyize götürecek.

Mahkeme ayrıca 6 sanıktan toplam 4026,40 TL yargılama ve posta gideri ücretlerinin tahsil edilmesine karar verdi.

Duruşma öncesi Çağlayan Adliyesi’nde bir araya gelen insan hakları örgütleri ortak bir basın açıklaması yaptı. Açıklaması şu şekilde:

“HİÇ BİR GEREKÇE YOK”

“Üç yıl önce Büyükada’da düzenlenen olağan bir sivil toplum toplantısında insan hakları savunucuları gözaltına alındı. Yıllarını insan haklarını korumaya adamış insan hakları savunucuları gerçeklerden uzak iddialarla gazetelerde ve televizyonlarda hedef gösterildi. Yaratılan bu iklimin gölgesinde hiçbir hukuki gerekçe olmadan tutuklandılar.

Hazırlanan iddianamede akla mantığa aykırı bambaşka suçlamalar yöneltildi. Geçtiğimiz üç yıl boyunca görülen duruşmalarda delilleriyle çürütülen bu iddialar, 27 Kasım 2019 tarihinde yapılan duruşmada sunulan mütalaada yer almaya devam etti. Kanun gereği savcılık makamı adil yargılanmayı sağlamak ve sanıkların haklarının korumakla yükümlüyken, çürütülen iddialara dayanarak sanıkların cezalandırılmasını talep etti. Savcıların görevi sanıkların ne olursa olsun cezalandırılması değil, hakikatin ortaya çıkmasına katkı sağlamaktır.

“11 HAK SAVUNUSUNUN BERAAT ETMESİ GEREKİR”

Aslında hiç açılmamış olması gereken bu davanın bugün görülecek duruşmasında hukuka uygun şekilde verilebilecek tek karar 11 hak savunucusunun hiçbir istisna olmadan beraat etmesidir. Mahkemenin, mütalaanın açık ve kabul edilemez hataları olduğunu dikkate alarak bu davada yargılanan tüm insan hakları savunucuları hakkında beraat kararı vermesini bekliyoruz.”

Açıklamayı yapan kurumlar şu şekilde:

Civil Rights Defenders, Düşünce Suçu(!)na Karşı Girişim, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnisiyatifi, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Kadın Koalisyonu, Kaos GL, Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği, Özgürlük için Hukukçular Derneği, Punto 24 Bağımsız Gazetecilik Derneği, Research Institute on Turkey, Sivil Alan Araştırmaları Derneği, SPoD LGBTİ+, TürkiyeAlmanya KültürForumu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı, Uluslararası Af Örgütü, Yurttaşlık Derneği

İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek duruşma öncesinde Mahkeme Başkanı, salonun küçük olmasını gerekçe göstererek, sanık yakınlarını basın ve gözlemcileri salona almama kararı aldı. Ayrıca, her sanığın sadece 1 avukatını ve sadece kendi vatandaşı yargılanan ülkelerin diplomatlarının salona girişine izin verileceği söylendi. Daha sonra duruşma salonuna bazı uluslararası gözlemcilerin ve az sayıda basın mensubunun girmesine izin verildi.

“HERHANGİ BİRİNİN CEZA ALMASI HEPİMİZİN HAKLARININ ŞİDDETLİ İHLALİ OLUR”

Duruşma Peter Steudtner, Murat Deha Boduroğlu, savcılık mütalaasına karşı beyanıyla başladı. 11 hak savunucusunun tamamının beraat etmesi gerektiğini ifade eden Boduroğlu, “Herhangi birinin ceza alması, hepimizin haklarının şiddetli bir ihlali olur.” dedi.

Avukat Murat Deha Boduroğlu, Peter Steudtner’in yazılı savunmasını okudu. Savunmada şu ifadeler yer aldı: “Kendimizi savunmak için harcadığımız gücü insan hakları için harcamayı tercih ederdik. Gözaltı ve tutukluluk Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelere aykırı uygulamalarla doluydu. Mevcut deliller ve yasalar uyarınca dava kapsamında yargılanan hepimizin beraatini talep ediyorum”

Avukat Oğul Güner Olgun müvekkili Ali Garavi’nin’nin savunmasını okudu: “Beşimizi beraat ettirip geri kalanımızı mahkum etmek istiyorsunuz. Hayatımızın 3 ayını ve sonrasındaki 3 yılı vermeniz mümkün değil. Bize verilen zararı gidermeniz mümkün değil ama adaletsizliğe son vermeniz mümkün. Hiçbirimiz tutuklanmamalıydık. Bir yerdeki adaletsizlik, her yerdeki adaletsizliktir. Biz terörist değiliz, sadece insan haklarını savunduk”

Peter Steudtner ve Ali Gharavi, mütalaaya karşı beyanlarında sadece kendilerinin değil, yargılanan tüm hak savunucularının beraatını talep etti.

“BU MAHKEMEDE YARGILANANLAR 11 KİŞİ DEĞİL”

Avukat Aynur Tuncel Yazgan, Özlem Dalkıran’ın savunmasını okudu: 2.5 yıldır bu mahkemede yargılanan burada isimleri yazılı 11 kişi değil, mensubu oldukları insan hakları camiasıdır. Bu mütalaa ‘insan hakları için çalışmak, herkes için hak ve özgürlük talep etmek suçtur’ diyor. Bu mütalaada suç isnadı delillendirilememiş, bazı basın kuruluşlarının hakkımızda yürüttüğü karalama kampanyaları dikkate alınmıştır. Amaç insan hakları kuruluşlarını sindirmek ve susturmaktır. Amaç, yıllardır döne döne izlediğimiz ve son yıllarda artık sistematikleşen yargısal tacizle, insan hakları toplumuna ve eleştirel seslere net bir uyarıda bulunmak. Devlet ve devlet dışı aktörlerin gerçekleştirdiği hak ihlallerini belgeleyen ve ifşa eden, devletin ve yetkili kurumlarının ihlalleri önlemedeki ihmalini veya isteksizliğini eleştiren etkilenenlere destek sunan ve adalet arayışlarında yanlarında duran, yeni ihlaller meydana gelmesin diye devlet kurumlarına önleyici tedbirler tavsiye eden insan hakları savunucularını sindirmek ve susturmaktır. Hak savunucularının çalışmalarını ‘sivil toplum görüntüsü altında’ diyerek karalayıp terör bağlantılı suçlamalarla yargılamak, ‘terörle mücadele görüntüsü altında’ her türlü eleştirel sesi bastırmak, toplumu tamamen susturmak amacını taşıyor.

“BU DAVAYLA TÜM SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI ÜZERİNDE DONDURUCU BİR ETKİ YARATILDI”

Hangi faaliyetimiz terörü destekliyor ya da bunu amaçlıyor? Savcının mütaalasında bu anlaşılmıyor. Maalesef, hak savunucularının yazdığı her haber katıldıkları her toplantı kabul edilemez bir eleştiri olarak görülüyor. Büyükada davasıyla ise tüm sivil toplum kuruluşları üzerinde dondurucu bir etki yaratıldı. Bu dondurucu etki Gezi davasıyla katmerlendi. Bu davayla Türkiye’de hak savunucularının konuşmak, öğrenmek, tartışmak, planlama yapmak ve hatta dinlenmek için bir araya gelmesinin, uluslararası bağlantılara sahip olmasının, toplantı yapmanın bir bedelinin olduğu mesajı verildi. 3 yıl geçmesine rağmen, Türkiye’ye davet edilen uluslararası insan hakları kuruluşu temsilcileri hala tedirginlikle Türkiye’de toplantıya katılmanın güvenli olup olmadığını soruşturuyor. Bu sorunun cevabını bugün bu mahkeme salonunda öğreneceğiz.

“BUGÜN BU HUKUK FELAKETİNE SON VERİN”

AGİT İnsan Hakları Savunucularının Korunmasına Dair Temel İlkeler, “demokratik toplumlarda insan hakları savunucularının hayati bir rol oynadıklarını”na vurgu yapar. Bu hayati rol, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi için kamuoyunu bilgilendirmeyi ve bu yolla insan hakları bilincinin toplumda benimsenmesine katkıda bulunmayı ve insan haklarının geliştirilmesi için kamuoyu yaratmayı da kapsar. Bugün, bu hukuk felaketine bir son verin. Tek “silahları” sözleri, fikirleri ve evrensel hukuka ve değerlere, barışa ve insanlık onuruna saygıları olan hak savunucularını yaftalama, şiddet ve terör ile suçlama geleneğini kırın. Kendimi bildim bileli silahlı, silahsız, psikolojik, ekonomik, duygusal ve siyasal şiddete karşı mücadele verdim. Hrant Dink’in kelimeleriyle söylemem gerekirse, ‘Ne gücün terörüne ne terörün gücüne güvenenlerden’ taraf oldum. Bize inanan, 5 Temmuz 2017 gününden bugüne üç yıldır bizi asla yalnız bırakmayan milyonlarca üyeli insan hakları ailemizin gösterdiği dayanışmadan aldığım güçle, bu kutsal ailenin etkin bir üyesi olmaya devam edeceğim. Ben ve arkadaşlarım bu davadan başımız dik, vicdanımız rahat, özgür ve haklı olduğumuzu bilerek ayrılacağız. Mahkemenizin, uzun süredir devam eden döngüyü kırarak adaletten ve hukukun üstünlüğünden yana tutum alacağına ve bu davayı hepimizin hakkı olan beraat kararıyla sonuçlandıracağına inanıyorum. Beraatımı talep ediyorum.”

“Mütalaada delil sayılmamasına rağmen mahkemeye delil olarak sunulan çok husus var”
Özlem Dalkıran’ın savunmasının Dalkıran’ın avukatı tarafından okunmasının ardından duruşmaya bir saatlik ara verildi. Aranın ardından Nejat Taştan’ın avukatı avukat Ezgi Yalvarıcı beyanına başladı. Yalvarıcı şunları söyledi:

“Ceza yargılamasının amacı delillerle maddi sonuca ulaşmaktır. Ancak davaya baktığımızda delillerin mahkemece dikkate alınmadığını görüyoruz. Mütalaada da deliller incelenmeden bir sonuca ulaşmış. Biz de savunmalarımızı bu yüzden uzun uzun yapıyoruz. Mütalaada açıkça maddi dayanakları olmamasına ve delil sayılmamasına rağmen mahkemeye delil olarak sunulan bir çok husus var. Mütalaada var olmayan delillerin dosyaya sunulması açıkça bir ihmaldir. Evrensel hukukta suçlu sayılan kişiyle telefonda görüşmek suç sayılmamıştır. Ancak savcı mütalaasında buna dayanıyor.”

Avukat Ezgi Yalvarıcı, daha önceki duruşmalarda çürütülmüş olmasına rağmen yine de mütalaaya eklenen suçlamalara dair önceki delilleri hatırlatarak beyanına devam etti: “Hukuk devleti bireyleri ceza yargılamasından da korur. İnsan haklarını savunmak evrensel bir haktır. Bunun soruşturma konusu olması kabul edilemez. Müvekkilimin beraatını istiyorum.”

“TOPLANTI GİZLİ YAPILMAMIŞTIR”

Nalan Ekrem’in avukatı Ali Koç da savunmada şunları söyledi: “Toplantı şahıslar tarafından yapılmamıştır, insan hakları örgütleri tarafından yapılmıştır. Savcının şahsi toplantı iddiası dayanaksızdır. Toplantı gizli yapılmamıştır. Bunlar ispatlanmıştır. Nitekim müvekkilim toplantıyı sosyal medyada paylaşmıştır, bunlar dosyaya ibraz edilmiştir. Toplantı yerine bakıldığında da bu husus açıklığa kavuşacaktır. Otel sorumlusu da kapının açık olduğunu belirtmiştir. Bunun gibi bir çok hususla toplantının gizli olmadığı ortadır.”

Avukat Ali Koç, önceki duruşmalarda çürütülmüş olmasına rağmen yine de mütalaaya eklenen suçlamaları hatırlatarak müvekkili Nalan Erkem’in beraatini istedi.

NE OLMUŞTU?

Uluslararası Af Örgütü’nün o dönemdeki Yönetim Kurulu Başkanı olan Taner Kılıç, 6 Haziran 2017’de sabaha karşı İzmir’deki evinden gözaltına alındı. Üç gün sonra, hükümetin 15 Temmuz kanlı darbe girişiminden sorumlu tuttuğu “Fethullahçı Terör Örgütü”ne üye olmakla suçlandı ve tutuklu yargılanmak üzere cezaevine gönderildi. Yetkililer, hiçbir kanıt olmadığı halde, Taner’in, Gülen hareketine mensup kişilerin kullandığını söyledikleri ByLock isimli güvenli mesajlaşma uygulamasını indirdiğini iddia etti.

Yaklaşık bir ay sonra, 5 Temmuz 2017’de, Büyükada’da esenlik ve dijital güvenlik konulu bir çalıştaya katılan 10 insan hakları savunucusu, kaldıkları otelden gözaltına alındı. 18 Temmuz’da, neredeyse iki hafta gözaltında tutulduktan sonra “gizli bir toplantıya katılmakla” suçlanan 10 hak savunucusundan sekizi, tutuklu yargılanmak üzere cezaevine gönderildi.

İdil Eser, Günal Kurşun, Özlem Dalkıran, Veli Acu, Ali Gharavi, Peter Steudtner, Nalan Erkem ve İlknur Üstün 99 gün cezaevinde tutulduktan sonra, 25 Ekim 2017’de, İstanbul’da görülen ilk duruşmada adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

İlerleyen süreçte mahkeme, o dönemde cezaevinde olmasına rağmen Taner’in “Büyükada’daki gizli toplantıyı” yönettiğini iddia etti ve bu nedenle, dosyasının İstanbul’a gönderilmesini ve İstanbul’da yargılanan diğer 10 insan hakları savunucusunun davası ile birleştirilmesi istedi. Ertesi gün, 26 Ekim’de İzmir’de görülen duruşmada mahkeme, İstanbul’daki mahkemenin talebini kabul etti ve iki ayrı davanın İstanbul’da görülmek üzere tek davada birleştirilmesine karar verdi. Mahkeme, Taner’in tutukluluk halinin de devamını istedi. Dava o tarihten beri kamuoyunda “Büyükada Davası” olarak biliniyor.

Savcı, dava dosyasına, 10 insan hakları savunucusunun polisin el koyduğu bilgisayarlarında bulunan bilgi ve belgeleri ekledi. Hak savunucularının meşru insan hakları faaliyetlerini gösteren belgeler arasında; Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye’ye biber gazı satışının durdurulması için yaptığı kampanyaya ait belgelerin yanı sıra Uluslararası Af Örgütü’ne ait diğer belgeler, bir insan hakları projesi için fon başvurusu yapıldığını gösteren dokümanlar ve açlık grevindeki öğretmenlerin serbest bırakılması için yapılan kampanyaya ait belgeler var.