Bunak Biden kaybedeceğini bildiği yarıştan çekilince hızlı davranan yardımcısı Kamala Harris parti yöneticilerinin desteğini alarak seçim kampanyasını erken başlattı. Ağustos ortalarında yapılması gereken parti kurultayında resmen aday ilan edilmesi için 1976 delegenin desteğini alması gereken Harris’in düne kadar 2471 oyu garantilediği söyleniyor. Kurultay zamanına kadar başka bir aday çıkıp işleri karıştırmazsa Kamala, Trump’ın karşısında çok terleyecek ya da kadınlarla başı belada olan Trump’ı terletecek. Ama son iki günde yapılan kamuoyu yoklamaları şimdilik Trump’ı şanslı gösteriyor çünkü Amerikan kadınlarının kadın bir adaya sıcak bakmadığı söyleniyor..

Üstelik Kamala’nın babası Jamaikalı ve annesi Hindistanlı.

5 Kasım’da yapılacak seçimlere 102 gün var ve kim bilir Amerika’da ve dünyada daha neler neler yaşanacak. Örneğin bir deli daha çıkar ve Trump ya da Kamala’yı öldürmeye kalkışabilir. Seçim günü yaklaştıkça gerginlik artar ve farklı senaryolara göre iki parti yandaşları arasında çatışma riskleri artar. Böyle bir risk olsa bile Kamala ya da Trump’ın seçilmesiyle ABD’nin özellikle dış politikasında hiç bir şey değişmez.

ABD; her zaman ve her yerde mutlak olarak kötülük demektir.

Demokrat Obama, Clinton ve Biden’la Cumhuriyetçi Bush ve Trump arasında hiç bir fark yok. Bunların döneminde ABD direkt ya da dolaylı olarak dünyada en az on milyon insanın ölümüne neden oldu. Afganistan ve Irak işgalleri, Kanlı Arap Baharı ve Gazze’de devam eden soykırım.

Dün Amerikan Kongresinde bir saat konuşan katil Netanyahu tam olarak 58 kez ayakta alkışlandı.

Amerikan başkanları bile hiç bir zaman bu kadar alkışlanmamıştı.ABD’yi sanki Netanyahu yönetiyor.

Netanyahu içeride konuşurken dışarıda Filistin bayraklarıyla gösteri yapan insanlara ‘Demokrasi ve özgürlükler’ ülkesinin polisi çöp ve biber gazı kullanıyordu.

Temsilciler Meclisi eski Başkanı Nancy Pelosi dahi 50 kadar kongre üyesinin Netanyahu’yu protesto etmek için toplantıya katılmaması Amerikan sisteminin kanlı gerçeğini gizleyemez. Bu da normal çünkü ABD ile İsrail, kuruluşları itibarıyla benzer iki ülke. Keşfedilmesinden sonra Avrupa’nın bir çok ülkesinden Amerikan kıtasına gidenler bir süre sonra ABD diye bir devlet kurdular. Kurulduğu günden itibaren önce Kızılderilileri sonra da Afrika’dan getirilen köleleri öldüren bu ‘Amerikalılar’ bugüne kadar dünyada yaşanan tüm savaşların, katliamların ve kanlı tezgahların sorumlusu.

Bu Amerikalılar dünyanın dört bir yanından Filistin’e taşınan Yahudilere 1947’de BM’de bir devlet kurdular ve İsrail’i yarattılar. O gün bugün İsrail ile ABD aynı madalyonun iki yüzü. Bu normal ancak normal olmayan Arap ve Müslüman ülke liderlerinin bu madalyonu boyunlarından çıkarmamasıdır.

Kölelik; genetik olarak ruhlarında var.

Ezici çoğunluğu ABD ve İsrail’den korkuyor.

İktidara gelmek ve kalmak için hepsi ‘Üst Akıl’ın talimatlarını yerine getiriyor.

ABD ise ‘halklarınızı aç, sefil ve cahil bırakın sonra da dini safsatalarla oyalanmalarını sağlayarak aptallaşmalarına yardımcı olun’

Özetle iktidarın ezici çoğunluğu bildik ya da bilmedik projelerin aparatı.

‘Kalkın’ deyince kalkıyorlar ‘susun’ deyince Gazze’deki katliam ve soykırımı görmemezlikten geliyorlar.

Rezilliğin sınırı yok.

Ruhlarını ABD ve İsrail’e satanlardan hiç kimseye hayır gelmez. Bu tiplerin yönettiği ülkeler asla ‘adam’ olmaz.

1948’de Filistin toprağında İsrail devleti kurulduğu andan itibaren bu coğrafyada yaşanan tüm kanlı rezilliklerin arkasında ABD var. Elbette ABD bunu tek başına yapmıyor.

Kendi projelerinde kullandığı aparat iktidarların yanısıra çok sayıda siyasetçi, gazeteci, akademisyen, iş insanı, asker ve bilumum etkin ve yetkini kiralıyor ya da satın alıyor.

Hepsini de seri sonu defolu outlet mağazalarında buluyor.

Ortak özellikleri egoist, oportünist ve lümpen olmak.

Kendi çıkarları uğruna ruhlarını şeytana bile satarlar.

Şeytanların en büyüğü ise bazen ABD bazen de İsrail.

Onlara hizmet edenler ise ‘küçük şeytan’.

Hem de çok küçük.