Bülent Arınç’a suikast ihbarı ABD’ den

Yayın tarihi: 2 Kasım 2020 Pazartesi 8:47 am - Güncelleme: 2 Kasım 2020 Pazartesi 8:47 am

Bülent Arınç’a suikast yapacağı iddiasıyla suçlanan Albay Yılmaz Büyükköprü her şey her şeyin Kozmik Oda’ya girmek için planlandığını belirtti. Albay Büyükköprü ihbarın ABD’den yapıldığını söyledi.  Büyükköprü İlker Başbuğun Kozmik Oda’ya girilmeseydi Uğur Mumcu cinayetinin TSK’ya atılacağını söylediğini belirtti.

 

Bir uzman çavuşun Ergenekon uzantısı biz yapıyı ihbar etmesi üzerine başlatılan Kozmik Oda operasyonunda ihbarin ABD’den yapıldığı belirtildi.

Albay Yılmaz Büyükköprü 11 ve 16’nolu odalar için herhangi bir odadan farklı olmayan iki oda derken, “Birinde fiziksel evraklar var, diğerinde bilgi işlem sistemi var. Her iki oda da kilitli, şifreli ve sadece yetkili olanların girdiği bir yer” ifadelerini kullandı.

Albay Yılmaz Büyükköprü Sözcü’den Aytunç Erkin’e yaptığı açıklamada Kozmik Oda operasyonunun kendini “vatan sever bir uzman çavuş” olarak tanıtan birinden gelen “Ergenekon uzantısı bir yapı” ihbarıyla başladığını belirtti. Bu ihbarın yıllar sonra ABD’den yapıldığını anlattı.

ABD’DEN KOPUNCA BAŞLADI

“Özel Kuvvetler 1952’de bir kanunla kuruluyor. Seferberlik teşkilatı Soğuk Savaş döneminde Sovyet işgaline karşı Amerika’nın TSK’ya yerleştirdiği bir sistem. 1990’lı yıllardan itibaren Silahlı Kuvvetler, ABD’ye ‘Tamam, biz yapıyı kurduk, size ihtiyacımız yok’ diyor, yapının dışına çıkarıyor. Ben görev yaptığımda da ABD bu işin hiçbir yerinde yoktu. ABD, teşkilatın geldiği noktayı görmek ve sistemi şu anda olduğu gibi bertaraf etmek istedi ve FETÖ’yü de maşa olarak kullandı.”

‘VATANSEVER’ UZMAN ÇAVUŞ

“25 Şubat 2009 tarihinde saat 12.15’te İstanbul Emniyeti Organize Suçlarla Mücadele, Terörle Mücadele, İstihbarat ve Muhabere Elektronik Şube Müdürlüklerine gönderilen bir elektronik ihbar postası gider. E-posta ismini vermeyen ama kendini vatansever olarak tanıtan bir uzman çavuştan geliyordu. Kendisinin vatan sevgisinden bahsettikten sonra ihbar epostasında şunları yazmıştı: Ergenekon uzantısı bir yapıyı bildirmeyi kendime vazife addediyorum. Grubun liderliğini Yılmaz Büyükköprü (0537 240….) isimli albay yapıyor…”

Cumhuriyet’ten İpek Özbey’e konuşan Albay Büyükköprü şu ifadeleri kullandı:

“Altı savcıyla birlikte polisler geldi. Arama kararı olduğunu söylediler. Yusuf Albay, “Savcıyı alın” dedi. Savcı Mustafa Bilgili’yi aldık içeri. Arama kararını gösterdi. Her tarafı arayacağını söyledi. Savcı “girerim” diyordu. Yusuf Albay, ‘Hodri meydan, biz emaneti aldığımız yere teslim ederiz. Onun dışında cesedimizi çiğnemeden buradan içeri giremezsiniz’ dedi”

 

Kozmik odaya girilmeseydi TSK üzerinde şaibeler kalabilirdi diyen Büyükköprü, “İlker Paşa’nın dediğine katılıyorum, o odaya girilmeseydi TSK üzerinde şaibeler kalabilirdi. Ama karar veren ben olsaydım oraya girilmesine müsaade etmezdim. Çünkü ben orayı Silahlı Kuvvetler’in yatak odası olarak görüyorum. Kozmik Oda’ya girilmeseydi şimdi Silahlı Kuvvetler’in bir seferberlik planı olurdu. Şu anda o plan yok. Aramalar esnasında hâkimin ve savcının bir dolu hukuksuz uygulamalarına tek başına Selahattin Paşa direndi; hâkim ve savcı hakkında birçok tutanak tuttu. Hâkim ve savcı da Selahattin Paşa’yı yıldırmak için onun hakkında birçok tutanak tuttu. Ama yıldıramadılar. Bunun bedelini 2011’de emekli edilerek ödedi” ifadelerine yer verdi.

 

Bülent Arınç’a suikast yapacağı iddia edilen Albay Yılmaz Büyükköprü’nün açıklamaları şöyle:

– 2013 yılında Necdet Özel Paşa zamanında 16 bölge başkanlığından 11’i kapatıldı. Zaten Ankara Bölge başkanlığının planları ifşa oldu, planların nerede olduğu belli değil. Kalan beş tanesi, bölge başkanlığı da kısım amirliği seviyesine indirildi.

– Hard diski vermeyenler, kozmik odalara savcının girmemesi için mücadele edenlerin hepsi zarar gördü…

– Hâkim Kadir Kayan, kozmik odanın aranmasından sonra ödüllendirildi, Yargıtay üyesi yapıldı.

– Kozmik Oda nasıl bir yer, insanda uzay üssüymüş gibi izlenim uyandırıyor…

Bu magazinleştiriliyor bence. Herhangi bir odadan farkı olmayan iki oda. Birinde fiziksel evraklar var, diğerinde bilgi işlem sistemi var. Her iki oda da kilitli, şifreli ve sadece yetkili olanların girdiği bir yer.

– Siz girebiliyor muydunuz?

Bölge başkanlığında görevli sekiz kişiyiz. İkisi idari görevli, diğer altı kişiden biri bölge komutanı, diğer beş kişi seferberlik subayı ve astsubayı. Yani oradaki işleri biz yapıyoruz. Dolayısıyla bahsettiğim altı kişi oraya girmeye yetkili. Oranın şifresini de sadece dört subay biliyor. Şifreyle kapının açıldığı saat hep kayıt altına alınır. Diğer odalar idari odalar… oturup kalktığımız, üstümüzü başımızı değiştirdiğimiz…

– İki oda dediğiniz, meşhur 11 ve 16 No’lu odalar… Orada ne var?

Saklı tutulanlar bir düşman eline geçse, ülke nasıl zarar görür? Detaya girmeden anlatayım: Bölge başkanlığının görevi, ülke işgale uğradığında, işgal edenlere karşı nasıl bir teşkilatlanma olacak; kimler, nasıl karşı koyacak; irtibatları, lojistik destekleri nasıl olacak, bunun barıştan itibaren planlaması yapılıyor. Çok zor, meşakkatli ve zaman alıcı bir şey.

– Ve siz bu planlamayı yapanlardan biri miydiniz?

Ama bu planlama 30 yıllık, 40 yıllık planlama. Sürekli güncelliyoruz, geliştiriyoruz. Dolayısıyla o planlamanın olduğu yere ilgisiz biri girdiğinde, o planlamalara sahip olduğunda kimler görevli, ne yapacaklar bu bilgiye sahip olacak. Bu planlar kimsenin eline geçmemeliydi, ama geçti.

– Geçmemesi için kimler direndi?

25 Aralık’ta aramaya geldiklerinde birinci dakikadan itibaren bölge başkanımız Yusuf Albay’ın komutasında bizler direndik. Bu işin bir kahramanı varsa Selahattin Paşa’dır, ki kitabı kendisine ithaf ettim.

– O akşam yaşananlara dönelim…

Altı savcıyla birlikte polisler geldi, kapıdalar. Arama kararı olduğunu söylediler. Yusuf Albay, “Savcıyı alın” dedi. Savcı Mustafa Bilgili’yi aldık içeri. Arama kararını gösterdi. Her tarafı arayacağını söyledi. Yusuf Albay, “Her tarafı arayamazsınız” dedi. Sizin müdahale ettiğiniz Erkan Albay ve İbrahim Binbaşı’nın odaları burası. Buyurun arayın. Burada gizli bilgilerin olduğu yerler var, giremezsiniz” dedi. Savcı “girerim” diyordu. Yusuf Albay, “Hodri meydan, biz emaneti aldığımız yere teslim ederiz. Onun dışında cesedimizi çiğnemeden buradan içeri giremezsiniz” dedi. Tartışma yaşandı, hatta itiş kakış dahi yaşandı. Mustafa Bilgili, “Gözaltı kararını uygulayın” dedi. Meğer bize gözaltı kararı da çıkmış. Genelkurmay’dan askeri savcılar geldi, tartışma oldu ve sonunda 11 ve 16 No’lu odalar dışında her yeri arayabilirsiniz kararı çıktı. Odalar arandı. Tutanaklar tutuldu, gece 00.00 gibi savcı giremeyeceğini anlayınca hâkim Kadir Kayan’ı aradı, yeni bir talep yazdı. Kayan, ikinci bir karar çıkardı hâkim arayacak diye. O kararla beraber geldi. Zaten o esnada rahmetli Selahattin Paşa da gelmişti. O da gizliliğe dikkat çekti. “Biz bu gece sizi buraya sokmayacağız. Genelkurmay Başkanı sizi karargâha davet ediyor” dedi. İlker Paşa’nın yanına gittiler. Denmiş ki “Başbakan’a ulaşamıyoruz, onunla görüştükten sonra karar vereceğiz, siz odaları mühürleyin…” 11 ve 16 numaralı odalar mühürlendi, bize gözaltı kararı uygulandı. Beş gün gözaltında kaldık. Savcılığa ifadeye çağırıldık.

– Ertesi gün Başbuğ ve Erdoğan görüştü…

Basından takip ettiğim kadarıyla Başbakan, “Korkacak bir şeyiniz var mı, neden sokmuyorsunuz?” demiş ve bunun üzerine 11 ve 16 numaralı odalara hâkimin girmesine Genelkurmay Başkanlığı’nca izin verildi. Aramalar esnasında hâkimin ve savcının bir dolu hukuksuz uygulamalarına tek başına Selahattin Paşa direndi ve hâkim ve savcı hakkında birçok tutanak tuttu. Hâkim ve savcı da Selahattin Paşa’yı yıldırmak için onun hakkında birçok tutanak tuttu. Ama yıldıramadılar. Bunun bedelini 2011’de emekli edilerek ödedi. Bu aşamalarda Servet Paşa hiç görünmedi ve bu mücadelenin içinde bulunmadı.

– Özel Kuvvetler Komutanı Servet Yörük… Neden yok?

Bence görünmek istemedi, belki ikbalini düşündü. Ama şunu baştan söyleyeyim. Servet Paşa ile ilgili FETÖ’cü mü gibi bir şey aklınıza geliyorsa, bence değil. Ama kozmik odanın yaşandığı dönem özel kuvvetlerin komutanı. Bizim olayımızdan sonra bildiğiniz gibi Ankara’ya bomba yüklü bir kamyon girdi. Bu da aynı savcının kumpasıydı. Bu olaylar sonrasında Servet Paşa orgeneralliğe terfi etti. Jandarma Genel Komutanı olduğu dönemde MİT TIR’ları olayı var. Silahlı Kuvvetler’in geleneği şöyledir: Yüzbaşıyken bile bölüğünüzde ufacık bir vukuat olsa sizi görevden alırlar, başka göreve verirler. Hiç kabahatiniz olmasa bile…

– İlker Paşa direniyor mu?

İlker Paşa bence başlangıçta girilmesine taraftar değil. Başbakan’la görüştükten sonra girilmesine müsaade ediyor. Ama size verdiği röportajda söylediği gibi bana da aynı ifadeyi kullandı, “bugün olsa yine izin veririm” dedi.

– İlker Başbuğ ile yaptığım bir röportajda, “eğer kozmik odayı açmasalardı Uğur Mumcu cinayeti gibi faili meçhul cinayetleri TSK’nin üzerine yıkacaklarını” söylemişti…

Hak veriyorum bu görüşüne ama sadece bu görüşüne hak veriyorum. Bakın oraya girilmesi benim ve arkadaşlarımızın çok lehine oldu. Bu sayede o odalarda bizim tarafımızdan hiçbir illegal iş yapılmadığı bizzat hâkim tarafından görülmüş oldu. Bu olaydan önce bile özel kuvvetler seferberlik teşkilatları bazı basın organları tarafından kasıtlı olarak öyle bir abartılıyor, öyle yanlış ifade ediliyor ki sıradan bir insanın kafasında bile kötü düşünceler var. Oraya girilince raflardan kaybolmuş insanların cesetleri düşecek sanıyorlar. Silahlar, el bombaları çıkacak sanılıyor, çünkü basın bu algıyı yaratıyor. Gladio diyor, illegal yapılanma, gizli el vs. Meslek hayatımda bunlarla karşılaşmadım. Evet, İlker Paşa’nın dediğine katılıyorum, o odaya girilmeseydi TSK üzerinde şaibeler kalabilirdi. Ama karar veren benolsaydım oraya girilmesine müsaade etmezdim. Çünkü ben orayı Silahlı Kuvvetler’in yatak odası olarak görüyorum. Kozmik odaya girilmeseydi şimdi Silahlı Kuvvetler’in bir seferberlik planı olurdu. Şu anda o plan yok. 2013 yılında Necdet Özel Paşa zamanında 16 bölge başkanlığından 11’i kapatıldı. E, zaten Ankara Bölge Başkanlığı’nın planları ifşa oldu, planların nerede olduğu belli değil. Kalan beş tanesi bölge başkanlığı da kısım amirliği seviyesine indirildi.

– Hâkim bilgisayarlarda anahtar kelimeler aracılığıyla doküman aramış..

Bir kere bilgisayarlara aşina bir hâkim değil. Bu yüzden uzman istiyor. TÜBİTAK ve Adalet Bakanlığı’ndan birer uzman geliyor. TÜBİTAK’tan gelen bilirkişi dik duruş sergiliyor bu arada… Binlerce doküman, milyonlarca sayfa var. Hâkim neyle ilgili arama yapacak, isnat edilen suçla ilgili. Bülent Arınç’a suikastla ilgili arama yapması gerekiyor, değil mi? Ama Bülent Arınç ile ilgili bir arama yapmıyor. Hâkim sayfa sayfa bakıyor, günler geçiyor, bir bilgiye ulaşamıyor. Bilirkişiler, “Bunu yıllarca otursak bitiremeyiz, anahtar kelimelerle arama yapalım” deyince, önce itiraz ediyor, sonra birileriyle görüşüp tamam diyor ve anahtar kelimelerle aramaya yapmaya başlıyor.

– Neler var anahtar kelimelerde?

Ankara’da işlenen cinayetler, Ahmet Taner Kışlalı, Hablemitoğlu, Danıştay, Uğur Mumcu… Tatbikatlar, gerçek görev, maske görev…

– Ne bulmaya çalışıyor?

Silahlı Kuvvetler’i zan altında bırakacak, faili meçhul cinayetler ile ilgili bir şey… Böylece Özel Kuvvetler’i illegal bir yapılanmanın merkezi olarak gösterecekler. Oysa ben TSK’de 30 yıl çalıştım, sadece Özel Kuvvetler değil TSK’nin hiçbir yerinde illegal bir yapılanma asla yoktur.

– 11 ve 16 No’lu odalara telefon dahi sokulamıyor, ama hâkim Kadir Kayan bunu dinlemiyor, değil mi?

Evet, sokulamıyor. Gerçekten çok gizli planlamalar yapılıyor. Bir dinleme olmasın diye telefonlarımızı odanın dışında, epey uzakta bırakıyoruz. Hâkim Kayan, ikaz edilmesine rağmen telefonla giriyor. Selahattin Paşa tutanak yazıyor, jammer getirtiyor, telefonun sinyalini de kestiriyor.

PLANLAR DEŞİFRE OLDU
– 1.5 terabaytlık imaj hard diskler cumhuriyet savcılığına teslim edilmemiş…

Evet. Bu arama 25 gün sürüyor. 20 Ocak’ta hâkim artık aramayı sonuçlandırıyor ve tutanak tutuyor. 21 belgeyi savcılığa teslim edilmesi için tutanağa yazıyor. Aynı zamanda hard disklerin teslimiyle ilgili de tutanak tutuyor. Selahattin Paşa buna karşı çıkıyor, “Alamazsınız” diyor. Bunun üzerine o belgeleri, hard diskleri bir zarfa koyuyor, mühürlüyor ve 11 numaralı odada çelik kasaya koyuyorlar. Savcılık buna itiraz ediyor, “orada kalması uygun değil” diyor, suç mahallinde durmasın, savcılığa teslim edilsin istiyor. Genelkurmay buna itiraz ediyor. Mahkeme karar veriyor. “Soruşturmanın kovuşturmaya dönüşmesi, yani savcının iddianame yazması ve mahkemenin kabul etmesi durumunda mahkeme heyetince inceleneceği zamana kadar Genelkurmay Karargâhı’nda bir yere emanet alın” diyor. Bunun üzerine hard disk Genelkurmay Karargâhı’nda bir odada çelik bir kasaya konarak mühürleniyor ve adli emanete burada alınıyor. Hiçbir şekilde 2010 yılında savcıya verilmiyor.

– Hard diski teslim etmeyenlerin başına bir şey geldi mi?

Hard diski vermeyen kim? Genelkurmay Başkanı İlker Paşa. Ne oldu? 2012 yılında internet andıcı davasından tutuklandı. Vermeyen kim? Seferberlik Daire Başkanı Selahattin Kısacık Paşa; ne oldu? 2011 yılında emekliye sevk edildi. Genelkurmay Adli müşaviri kim? Hıfzı Çubuklu Paşa… Ne oldu? O da internet andıcı davasından tutuklandı ve sonra da emekli edildi. Hard diski vermeyenler, Kozmik Odalara savcının girmemesi için mücadele edenlerin hepsi zarar gördü…

– Yıllar geçiyor, ama Savcı Mustafa Bilgili bu belgelerin peşini bırakmıyor…

Başından beri işin içinde… 2009’dan 2013 Şubatı’na kadar hiçbir gelişme kaydedemiyor. Elinde hiçbir belge, bilgi, delil yok. Dört yıl soruşturmayı sürüncemede bırakıyor, iddianame hazırlamıyor. Buna rağmen 2013’te mahkemeye müzekkere yazıyor. Genelkurmay’da tutulan imaja savcılıkça el konulmasını, çözümlemesinin yapılmasını talep ediyor. Mahkeme, savcının talebini uygun görüyor ve savcı hard diski Genelkurmay Karargâhı’nda bulunan çelik kasadan teslim alıyor.

– Genelkurmay Başkanı kim?

Orgeneral Necdet Özel.

– Yasa mı değişiyor, neden kabul ediyor?

Hayır, hiçbir şey değişmiyor.

– Peki, mahkemenin bu kararına, Genelkurmay neden itiraz etmiyor?

Necdet Paşa, Özel Kuvvetler Komutanı ve Adli Müşavir Muharrem Köse toplantı yapıyorlar. O toplantıda Özel Kuvvetler hard disk verilsin ya da verilmesin diye net bir ifade de bulunmuyor. Bunun üzerine hard diskin verilmesine, ancak çözümleme esnasında Genelkurmay Başkanlığı’nca görevlendirilecek bilirkişilerin savcının yanında bulunmasına karar veriliyor. Böylece hard disk 2013 yılının mart ayında savcıya bir tutanakla teslim ediliyor. Bu ifadeler adli müşavir Muharrem Köse’ye ait. Daha sonra hard diskin savcıya teslim edildiği ortaya çıkınca Genelkurmay Başkanlığı 13 Mart 2015 tarihinde 09 numaralı basın açıklaması ile hard diskin neden teslim edildiğini açıklıyor. Yapılan açıklama ise özrü kabahatinden büyük dedirten cinsten…

– İmaja ne oldu?

Savcı Bilgili alıyor. 2013’ün sonunda TÜBİTAK’tan bilirkişi talep ediyor. İki bilirkişi geliyor, imajı onlara veriyor. “Çözümleyin, getirin” diyor. Dört ay sonra raporla birlikte çözümlemeyi savcıya teslim ediyorlar. O bilirkişiler şu anda firardalar ve hard diskin akıbeti de bilinmiyor.

– O gizli belgeler sonunda isteyenlerin eline geçti mi?

Maalesef, çünkü o imaj şu anda kimin elinde bilinmiyor.

– Zaten herhalde bir anlamı da kalmadı.

TSK için bir anlamı kalmadı, çünkü planlar deşifre oldu.

– İşgal durumunda görevlendirilecek isimler de ifşa oldu.

Evet.

– Kaç kişiydi? Gerçekten iddia edildiği gibi Kuzey Irak’ta infaz mı edildiler?

250’ye yakın isim vardı. İnfaz gibi bir şey yok, o doğru değil.

– Hâkim Kadir Kayan ve savcı Mustafa Bilgili… Şimdi neredeler?

Kadir Kayan, Kozmik Oda’nın aranmasından sonra ödüllendirildi, Yargıtay üyesi yapıldı. 15 Temmuz öncesi emekli oldu ve yurtdışına kaçtı, şu an firari. Mustafa Bilgili, 16 Temmuz 2016 da açığa alındı. Arkasından gözaltı kararı çıktı, firar etti, Ankara’da top sakal bırakmış bir halde sahte kimlikle yakalandı. Yargıtay’da yargılandı. O davalara ben de müşteki sıfatıyla katıldım. 17 yıl ceza aldı, şu anda hapiste… Sadece o değil, savcıya hukuksuz bir şekilde Kozmik Oda’ya girme ve arama yapma yetkisi veren hâkimler de aynı davada yargılandı ve hapis cezası aldılar, bir kısmı da maalesef halen firarda…

TEHDİT DEVAM EDİYOR
– Aslında siz ihbardan dokuz ay önce izlenmeye başladınız değil mi?

Önemli bir ayrıntıyı fark etmişsiniz. Kimse farkında değil. Ben de 2017’den sonra fark ettim. 2015’te beraat ettik, ardından bunun bir kumpas olduğu ortaya çıkınca savcılık kumpası yapanlar hakkında bir soruşturma başlattı. 2017’de soruşturmayı iddianameye dönüştürdü ve dava açtı. 114’ü polis olmak üzere 121 kişi yargılanmaya başladı. Bu yargılanmadaki ifadeleri okudum. Savcının tespitlerini okudum, ilk kez orada gördüm. Mart 2009’da, yani bizim olaydan dokuz ay önce İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi bizi teknik takibe almış.

– Neden?

Kendisini vatansever uzman çavuş olarak tanıtan, ama ismini vermeyen birisi İstanbul Emniyetine bir e-posta atıyor. Özel Kuvvetler’de görevliydim. Beraber görev yaptığım insanlar var, bunlar Ergenekon uzantısıdır. Bunların başında Albay Erkan Büyükköprü vardır. Bunlar adamları dağa kaldırırlar, sorgularlar, illegal bir yapılanmaları vardır. Ben bunu görünce beni uzaklaştırdılar. Vatansever olduğum için sizlere bunu söylemek istedim. Polis mailin nereden atıldığını, kimin attığını sorgulama gereği duymadan bizi teknik takibe almış. 20-25 gün kadar… 2017 yılında, ağır ceza mahkemesindeki bu davanın savcısı bunu inceliyor. Kimin attığına ulaşamıyor ama IP numarasından Amerika Michigan’dan atıldığına ulaşıyor. Bu teknik takibi isteyen kim 2009’da…

– Kim?

İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer… Hepsi işin içindeydi… Bu arada biz Ankara’da görevliyiz, ama hakkımızda asılsız yapılan ihbar İstanbul Emniyeti’ne yapılıyor, buna da dikkatinizi çekmek istiyorum.

– Kitabınızın önsözünde bir cümle var: Tehdit bitti mi, hayır! Bu kadar net hayır dedirten şey ne?

Kesinlikle tehdit devam ediyor. Sonuçta emekli bir albayım. Elimde bir istihbarat bilgisi yok. Hissiyatımla söylüyorum. Ama bu hissiyat, işin içinde olmam, yıllarca Silahlı Kuvvetler’de görev yapmam, emekli olsam da Silahlı Kuvvetler’deki gelişmeleri takip etmem nedeniyle bende devam ediyor. 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünden sonraki askeri şûrada benim görev sürem iki yıl uzatılmasına rağmen emekli oldum; neden biliyor musunuz? 2016 yılında darbe teşebbüsünden sonra şuradaki kararları görünce “Artık pes” dedim. Bu yapılanma bir şekilde devam ediyor diye düşündüm. O terfilerin içinde öyle insanlar vardı ki bizim FETÖ’cü diye değerlendirdiğimiz, bildiğimiz insanlar vardı. İsim vermeyeceğim, bir kısmı tuğgeneralliğe terfi ettiler, bir kısmı üç ay, altı ay sonra emekliliğe zorlandılar, durumları ortaya çıkınca… Bu sistem içinde mücadele etsem ne olacak diye düşündüm…

– Öfkeli misiniz?

Şahsi hiçbir öfkem yok, ama TSK adına çok üzgünüm.

– Fakat olaylar ilk başladığında Genelkurmay Başkanlığı’nın basın açıklaması ağırınıza gidiyor…

Bu görev bana Genelkurmay Başkanı’nın bizzat emriyle Özel Kuvvetler Komutanı Servet Yörük tarafından verildi. İlker Paşa’nın çıkıp “Bu albay cumartesi Çukurambar’da alışverişe gitmemişti, ben görevlendirdim” demesini beklediğimi kendi komutanlarıma da söyledim. Böyle bir açıklama gelmiyor, biz her gün yazılı ve görsel basında linç ediliyoruz. Ayın 23’üne kadar açıklama yapılmadı. O gün Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamanın sonunda da “Hukuka güveniyoruz, bizim verdiğimiz görevin dışında bunların yaptığı bir iş varsa adalet bunu zaten ortaya çıkartır…” denildi. 2012 yılında İlker Paşa kendisi kumpasa uğruyor. Kendisi kumpasa uğradığında “Adalet verdiği kararlarla sınıfta kaldı, basın olayları görmezden gelerek sınıfta kaldı” diyor. Siz Genelkurmay başkanıydınız, sizin verdiğiniz görevde ben kumpasa uğradım, benim zorlamamla siz 4-5 gün sonra bir basın açıklaması yaptınız, sonunda da “adalete inanıyoruz” diyerek bizlere olan güvensizliğinizi ortaya koydunuz.

– Gözaltından çıktığınızda görev yeriniz de değişti mi? Size karşı davranışları nasıldı?

Mahkeme bizi beş gün sonra serbest bıraktıktan sonra görev yerimize geldik. Kapıdan içeri bile alınmadık. Özel Kuvvetler Okul Komutanlığı’nda görevlendirilmiştik. “Özel eşyalarımızı alalım” dedik. İçeride hâkim arama yapıyor, yanlış anlaşılır diye özel eşyalarımızı bile almamıza müsaade etmediler. Zaten 2011 yılında da Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan Afyonkarahisar’a İkmal Komutanlığı’na tayin edildim.

Kırmızı Kedi’nin yayımladığı “Kozmik Albay” kitabı, yarın kitapçılarda…

ARKADAŞLARI, ÖĞRETMENLERİ OĞLUMU SORGULADI
– Gece 12’de eviniz aranıyor. Çocuklarınız ve eşiniz neler yaşadı bu süreçte? Sonuçta babaları için bazı gazeteler “suikastçı” yazıyordu…

(Gözleri doluyor) Eve geldiğimizde 16 yaşındaki oğlum ve sekiz yaşındaki kızım uyuyordu. Eşim beni bekliyordu. Eşim benim yaptığım görevle ilgili hiçbir şey bilmezdi. Ketumumdur, iyiyi de kötüyü de söylemem. Aldığım ödülleri bile söylemem. O akşam da ailecek arkadaşlarımızla yemeğe çıkacaktık. Bize müdahale edildikten sonra eşimi aradım, işimin uzadığını söyledim. Gece yarım gibi polisler, savcılarla bir sürü insanla zili çaldım, eşim şoke oldu. Kızım küçüktü, uyuyordu. Eşime çocukları al çık dedim, komşumuza gittiler. Aslında polis eve girmeyecekti. Bu şartla içeri girildi ama maalesef polisler benim evimde cirit attılar. İbrahim Binbaşı’da öyle olmadı. Çünkü oradaki askeri savcı Tezer Yarbay, oradaki sivil savcıya “Asla almayacağım” dedi ve almadı. Mustafa Bilgili benim evime geldiğinde, onu uyardığımda ciddiyetsiz şekilde, “Ya albayım gece saat kaç olmuş, işimizi yapalım, gidelim; ben buradayım, olur mu öyle şey” dedi. Çok şükür ki “benim değil” diyeceğim hiçbir şey bırakmadılar eve.

– Belge, CD bırakmadılar demek istiyorsunuz, buna şükredecek duruma gelmeniz ne kötü…

O hale getiriyorlar.

– Kızınız küçük, peki ya oğlunuz?

Oğlum çok zorluklarla karşılaştı. Çünkü ana haberlerde resmimle çıkıyordum. Çok uzun süre böyleydi. Arkadaşları, öğretmenleri sorguladı. Çocuk sonuçta. Kendini dışlanmış hissetti, okula gitmek istemedi. Kızımdan hep sakladık. Uzun süre evde televizyon açmadık. Eşimle ilgili de yalan haberler çıktı gazetelerde. “Savcıya sekiz mermi gönderildi, gönderen kadın esmer, uzun saçlı, Ulaştırma Bakanlığı’nda çalışıyor” denildi. Eşim Devlet Demiryolları’nda çalışıyor. Onu hedef gösterdiler. Merkez medya bile alet oldu, bırakın yandaş medyayı. Evimde hücre evlerin listesinin çıktığı söylendi, halbuki yoktu öyle bir şey ama en yakınınızdakiler bile şüphe ediyor sizden.