Okuduğum yazarlar, izlediğim yorumcular, hepsi de bu ev hapsi günleri bitince, dünya yeni bir zamana girecek diyorlar. Kimileri geniş halk kitleleri adına umutlu, kimileriyse aşırı karamsar, çoğumuz gibi. Fakat “yeni şeyler olmasa da, yeni şeylerin olacağı besbelli” yine de… Her sınıf kendi meşrebince konumlanacak kuşkusuz, buna amenna. En zenginler daha az zenginlerle, daha az zenginlerse bizlerle; altta olanlarla ilişkilerini daha da sınırlayacak!

Bilim kurgu gibi gelmesin size, ipuçları apaçık ortada bu geleceğin! Yani ki binlerce yıllık kötülük yeniden şekillenip, farklı süreçlere akmaya çalışacak yine…

Kuşkusuz her yaşam pratiği ve elbette şiir de, kendisini sorgulayarak çıkacak bu süreçten. Ama şiir, yalnızca kendi çöplüğünü karıştırarak, anlamsızlık denizinde çırpınarak mı sürdürecek bundan sonraki akışını, bu mümkün mü? “Yeni bir dünya kurulurken”, üstelik o yenidünya yüzünü yeniden (zorunlu da olsa) emeğe dönmüşken, şiir, en açık sözüyle, sesiyle yürümeyecek mi kötülüğün üstüne? Bence yürüyecek, yürümeli ve bu zalimlerin insanlık dışı, adalet dışı sistemi çökerken, her sözcük, mermi olarak saplanmalı kalbine halden bilmezin!

Bazı olayalar bazı yeni durumların önünü açar, bu kuşkusuz böyledir ve “tarih babanın” yaşlı, yorgun bedeni biraz da böyle yol alır; bazen ardına geçer iteklersin!

Bir zaman önce “Genç Osmanlılar”dan Namık Kemal’i, geçen hafta da “Jön Türkler-İttihat ve Terakki” Sempatizanı Tevfik Fikret’i yazmıştım. Bu iki önemli devrimci aydın 150 yıllık tarihimiz içinde neyi temsil ediyorlardı, niçin hayati derecede önemliydiler? Onları doğru yerden okumak, ‘gelecek’ denilen bu belirsizlik açısından çok değerli değil mi? Kuşkusuz değerli ve yarın ki 19 Mayıs gerçeğini belki tam da buradan konuşmalıyız!

Yarın siyasiler gençlere hitaben “ağır, derin, büyük” konuşmalar yapacaklar. Gelecek kaygısı, geçim kaygısı, yaşam kaygısı içindeki gençlere! Yapacağız diyecekler. Edeceğiz diyecekler. Kuracağız diyecekler. Açacağız diyecekler. Peki söylediklerini yapacaklar mı? Kuşkusuz bu ikiyüzlülük önümüzdeki yıl 19 Mayıs sabahına kadar sürecek…

Oysa bizler asla unutmayacağız 100 yıl önceki “genç cumhuriyeti” ve onu karanların tarihle, kendilerinden önceki aydınlanma pınarları ile kurdukları dili, ilişkiyi. Sözgelimi Ali Fuat Cebesoy’un anılarında anlattıklarını; şöyle söylüyordu Milli Mücadele Komutanı:

“… Mustafa Kemal, bir gece vakti yanıma gelerek, Namık Kemal’in “Vatan Kasidesi”nin tekrir edilmiş bir nüshasını ‘Fuat Kardeşim, bunu ezberleyelim’ diye bana verirken yavaş bir sesle, fakat büyük bir heyecanla okuduğu ‘Felek, her türlü esbab-ı cefasın toplasın, gelsin / Dönersem kahpeyim millet yolunda azimetten’ mısralarını nasıl unutabilirim?”

1900’lerin başındaki bu iki genç adamın özgürlük arayışları, kuşkusuz yeni bir dönem başlarken, tarih babanın yorgun bedenini ileri doğru taşıma hamlesiydi. Nereden besleniyordu bu hamle? Kuşkusuz Namık Kemal’den, Genç Osmanlılardan!

Sonra, İttihat ve Terakki’nin, tarihin yorgun bedenini ileri doğru taşıma hamlesi “örgütlü mücadele” arayışlarını başlamıştı. Abdülhamit’i, anayasayı uygulamaya zorlamak istiyorlardı. Daha doğrusu bir “Anayasa sahibi olmak” mücadelesi içindeydiler. Bu mücadele ve arayışlar sürecinde biliyoruz ki, hem “genç Ali Fuat Cebesoy”, hem de “genç Mustafa Kemal” bir süre tutuklu kalmışlardı. Fakat tarih babanın yorgun bedeni yürümeyi sürdürüyordu. Nihayet 1908’de Jön Türkler (İttihat ve Terakki)  Kanun-i Esasi’nin (Anayasa’nın) yeniden uygulanabilmesini sağlamışlardı.

O zafer ve özgürlük günleri, sonradan Cumhuriyet’i kuracak kadroları ve genç Mustafa Kemal’i de derinden etkilemişti. Tevfik Fikret’in şiirleriyle karşılaşması, ruhunda “Hürriyet Kasidesinin” yaktığı ateşin hiç durmaksızın harlanmasına neden olmuştu belki de…

Daha sonra genç Mustafa Kemal, Şam’da, “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”ni örgütledikleri yıllarda, neden ısrarla “Hürriyet” dediklerini şöyle anlatacaktı. “Ancak hür fikirli insanlardır ki vatanlarına faydalı olurlar. Onlardır ki vatanlarını kurtarıp onu koruma kudretine sahiptirler…”

Bunun için ki sonraki yıllarda Tevfik Fikret’in şiirleri ve yaşamına ilişkin hiçbir olumsuz söyleme tahammül edemeyecek ve bir sohbette şöyle söyleyecektir: “Anlamadım! Ne dediniz? Fikret büyük şair değil miydi? Fikret karanlıklar içinde bir nur görüp halkı o nura doğru götürmeye çalışırken siz nerelerde idiniz? Ben Fikret’e erişemedim. Onun sohbetlerinden yararlanamadım. Kendimi bedbaht sayarım. Fakat onun bütün eserlerini okudum. Birçoğu ezberimdedir. O hem büyük şair hem de büyük bir insandır. Efendiler! Zaten parmakla gösterilecek kadar az olan büyük adamlarımızı küçültmeye kalkışmayalım…”

Yarın 19 Mayıs, hem şairler ve hem de ‘devrimci siyasiler’, tarih babanın kendilerine yüklediğinin bilinciyle, bu yasaklı sabaha merhaba demeliler; 19 Mayıs kutlu olsun!